Zümrüd-ü Anka (Azerbaycan İçin)
Azerbaycan’da yaşayan, tüm Azeri Türk kardeşlerime ithafen…
Hayatımızın her alanında ve anında Simurg olabilmemizin önemi büyüktür. Simurg olmayı başaramadığımız zaman şikayet etmeye de hakkımız yoktur.
İnsan, inandığı şeyler için her zaman koşmalıdır ki bu insan olmanın gereğidir belki de!..
Herkesin inancına ve doğrularına tüm kalbimle saygı duyarak, kafesinde mutlu olanların dahi kafeslerinden çıkıp uçmaları dileklerimle…
Simurg Efsanesi
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği, gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden doğmasıymış.
Kuşlar; Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umutlarını kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi!
İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileriymiş bunlar.
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Aşk denizinden geçmişler önce. Ayrılık vadisinden uçmuşlar. Hırs ovasını aşıp kıskançlık gölüne sapmışlar. Kuşların kimi Aşk denizine dalmış, kimi Ayrılık vadisinde kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp.
Papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış).
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış.
Baykuş, yıkıntılarını özlemiş.
Balıkçıl kuşu, bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi "Şaşkınlık" ve sonuncusu yedinci vadi “Yok oluş” ta bütün kuşlar umutlarını yitirmişler.
Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Sonunda sırrı sözcükler çözmüş, Farsça’da "si" otuz, “murg” ise kuş demektir.
Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki, “Simurg” – “otuz kuş” demekmiş. Onların hepsi, her biri de Simurgmuş.
Otuz kuş anlamışlar ki aradıkları sultan kendileriymiş ve gerçek yolculuk, kendilerine yapılan yolculukmuş.
Kuşlar, Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürmüşler.
Kendi küllerinden yeniden doğabilmek için kendilerini yakmadıkça, her biri birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklıklarında, tüneklerinde ve kafeslerinde yaşamaktan kurtulamayacakları sonucuna varmışlar.
Şimdi, kendi gökyüzünde uçmak zamanıymış onlar için artık!..