Yitik Sevda
Onun adını ilk defa duymuştum. Adı da soyadı da bana ilginç gelmişti: Mazlum Vesek.
4. Orhan Kemal Edebiyat Festivali kapsamında Çukurova Belediyesi tarafından organize edilen etkinliklere ben de katılmış, Tersakansanat Dergisi Standındaki öğretmen arkadaşların yanında, kitabımın tanıtımı için yerimi almıştım. Standı bırakıp da Orhan Kemal Kültür Salonundaki etkinlikleri izlemeye gidemiyordum.
Saat 18.30’daki son etkinliği izlemeliydim. “Orhan Kemal Senaristliği ve Kayıp Senaryolar” konulu söyleşiyi Selda Kaya yönetiyordu. Konuşmacılar, Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü, araştırmacı yazar Tahir Şilkan ve Mazlum Vesek’ti. Saat on sekiz otuza yaklaşırken kitaplarımı toplayıp kutusuna yerleştirdim ve salona geçtim. Orhan Kemal gibi önemli bir yazarımız adına düzenlenen etkinliklerde, salonun tıklım tıklım olması gerekirdi ama salon yarı yarıya bile dolu değildi. Ön sıralara yakın bir koltuğa oturdum.
Söyleşide Orhan Kemal’in özellikle Adana günleri, Millî Mensucat Fabrikasında çalıştığı ve romanlarındaki mekânlar ve kişiler üzerine ilginç bilgilerden ve anekdotlardan söz ediliyordu. Işık Öğütçü ile Tahir Şilkan’ın anlattıklarından Orhan Kemal hakkında yeni bilgiler edindik. Mazlum Vesek, konuşmacıların en genciydi ama Orhan Kemal hakkında en uzman kişiydi sanki. Orhan Kemal’in tüm kitaplarını yemiş, yutmuş gibiydi. Bıraksanız hiç susmayacak, sonsuza kadar konuşacak, büyük ustayı anlatmaya devam edecekti. Bu sevgi, bu ilgi, bu bilgi nereden kaynaklanıyordu? Daha kırkı bile bulmamış yaşıyla, ayaklı arşiv gibiydi.
Çok sürmedi merakım. Beş ay sonra okuduğum Mazlum Vesek’in “Semra-Küçük Esmer, Uzak-” adlı romanı, merakımı giderdi. Kendisi roman dediği için ben de roman diyorum ama bana göre romandan çok anı, ya da biraz zorlama bir yorumla otobiyografik roman diyebiliriz. Türü çok da önemli değil ama kitabın içeriği beni mest etti.
“Eğlenceli Yoksulluğumuz Çukurova” adlı kitabımdaki kısa öykülerimde ve biyografik öykülerimde Ceyhan Lisesine, Yaltır Kardeşler Ortaokuluna, Ceyhan’ın caddelerine, köylerine, insanlarına yer vermiş, çocukluk ve gençlik yıllarımdaki gözlemlerimi anlatmıştım. Mazlum Vesek ise Ceyhan öyle anlatılmaz, böyle anlatılır dercesine 1990’ların Ceyhan’ını ve insanlarını öyle bir anlatmış ki hayran kalıyorsunuz. Geri planda fon olarak bunları anlatırken ana temada ise büyük bir aşkın yürek burkan öyküsüne tanık ediyor bizi.
Ben seksenlerde ayrılmıştım Ceyhan’dan. Doksanların Ceyhan’ı ve siyasi çehresi çok farklıydı. Mazlum Vesek, elimizden tutup Tuzlugöl’ü, Ofis Caddesini, Liseyi, kütüphaneyi adım adım gezdiriyor. Daha ortaokul yıllarında sözünü esirgemeyen, akıllı, mantıklı, sorumlu bir kişi olarak tanıyoruz onu. Bütün bunları yüreği kor ateşler içinde yanan bir âşığın usta kalemiyle ve akıcı üslubuyla anlatıyor. Ailedeki derin yoksulluğun içinde böylesine duyarlı ve okuma tutkunu bir çocuğun ortaya çıkması ayrıca kutlanması gereken bir başarı. Babaları hapishanede olan bu kalabalık aileyi çekip çeviren, geçimini sağlayan ve eğitimlerine önem veren koca yürekli anneye daha çok yer verilmesini isterdim.
Mazlum Baba, Semra’sına tüm çabalarına karşın ulaşamıyor ama Semra’nın hazin hikâyesine yönelik yeni bir kitabın haberini de veriyor sanki. Araştırmacı ve mücadeleci Mazlum, Semra’nın izini bulup ona kavuşacağı beklentisi içine sokuyor okuyucusunu.
“Semra”yı okuduktan sonra kendime içten içe kızmaya başladım. Duygularını böylesine sıcak, samimi ve akıcı bir dille ortaya koyan, Ceyhan’ı bu kadar güzel anlatan bir kişiyle yakından tanışma ve sohbet etme imkânını kaçırdığım için kendime kızdım ve üzüldüm. Adana sevdalısı Mazlum Vesek’le konuşacağımız ne çok ortak konularımız olurdu!
Mütevazı bir kişilik içinde standımızın biraz ötesinden başını hafifçe öne eğip, selam vererek geçerdi. Standımıza ha bugün uğrar, ha yarın uğrar diye umutla bekledim Mazlum Vesek’i. Üçüncü günün sonunda umut tükendi. Yanımıza çağırmak da şık olmazdı.
Standımızı ziyaret etseydi, en azından kitaplarımı görecek, isimleri dikkatini çekecekti. Kitaplarımı şöyle bir karıştırırken sorular soracak, bir sohbetin kapısı aralanacaktı. Bu arada aceleyle imzaladığım kitaplarımı kendisine verirken anı olarak bir fotoğrafımız olsun diyecektim. Ne yazık ki bu düşündüklerim olmadı. Bir dahaki etkinliklerde, onun benim yanıma gelmesini beklemeyeceğim, o gelmese de ben gideceğim, sevdasına sadık Mazlum Baba’nın yanına.
Bir kitabı okumaya başlarken yanı başımda bir kırmızı kalem bulundurmak, yılların alışkanlığıdır bende. Yazım ve noktalama hatalarının altını çizerim. “Semra”yı okurken kırmızı kalemi kullanma ihtiyacı hiç duymadım diyebilirim. Yazım ve noktalama hatası yok denecek kadar azdı. Bir iki gözden kaçmış küçük hatalar için ise kaleme uzanma zahmetine de ben girmedim. Editörlüğünü kim yaptıysa özel olarak tebrik etmek isterim. Mazlum Vesek, “Kendi editörlüğümü de kendim yapıyorum.” diyorsa benim gibi, onu ayrıca kutlamak gerekir. İlkokulda başlayan aşırı okuma tutkusu; gazetecilik, araştırma ve yazma ile birleşince dile ve kurallarına egemen olmayı da ona kazandırmış olabilir.
Yüreğini okuyucuya böylesine açarak sıcak ve akıcı bir üslupla yazdığı “Semra-Küçük Esmer, Uzak-” adlı kitabından dolayı Mazlum Vesek’i kutluyor, yeni çalışmalarında başarılar diliyorum.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.