Yahya Sinvar İçin
Guevera öldürüldüğünde dünyaya bir fotoğraf iletildi. İçlerinde resmi üniformalı adamlarında olduğu bir grup Guevera’nın soğumaya başlamış cesedinin başına toplanmış merak içinde ona bakıyorlardı. Latino halkların bir aziz’e benzettiği bu devrimci Küba devriminden sonra edindiği tüm makamları bir yana bırakıp devrimi başka ülkelere yaymak ve ‘bir, iki, üç daha fazla Vietnam’ yaratmak için yeniden yollara düşmüştü. Guevera Küba’yı terk ettiğinde Merkez Bankası Guvernörü ve Maliye Bakanı’ydı. Resimleri Küba parasını süslüyordu. Kapitalizme en karşı olanlardan biri olarak Küba parasına resimlerinin basılması oldukça ironikti. Guevera kapitalizmin önüne serdiği tüm ayartıları elinin tersiyle bir kenara bırakmış, bünyesi gerilla yaşamının koşullarını kaldırmakta zorlanmasına rağmen bir enternasyonalist olarak Batista diktatörlüğünü yıkmak için Kübalı devrimcilere katılmıştı.
CIA’nın takibinde olan Guevera’yı köylülerin ihbar ettiği söylenir. Bir Pazar günü Rio Grande ırmağının kuzeyinde Higueres köyünde Bolivya ordusunun iki bölüğüyle gerillalar arasında çıkan çatışmada öldürülmüştü Guevera. Cesedin fotoğrafı Vallegrande kasabasında bir ahırda çekilmişti. Guevera’nın ölüsü bir sedyeye, sedye de beton bir çeşme yalağının üstüne yerleştirilmişti. Amaç onun çıplak bedenini teşhir ederek bu büyük devrimcinin sonundan herkesin bir ders almasını sağlamaktı. Ders hiç kuşkusuz emperyalizme ve onun oligarşik işbirlikçilerine meydan okuyanların sonuna dair bir dersti. Bir devrimcinin çıplak bedeni düşmanlarının eline geçmişti. Ama ölüye bakanların suratlarında hiç de muzaffer olduklarına dair bir işaret yoktu. Ya ölünün o olduğuna inanamıyorlardı ya da bir efsane, aziz ile karşı karşıya olmanın tedirginliği içinde şaşkınlığa düşmüşlerdi.
Fotoğrafı ajanslara gönderenlerin amacı ile fotoğraftan haberdar olanların duyguları birbirine çok zıttı. Fotoğrafı sürenler tüm devrimcilere bir gözdağı verdiklerini, her birinin sonunun Guevera gibi olacağını bildiriyorlardı. Uğruna ölmeyi göze aldıklarınız tarafından ihbar edilerek öldürülebilir ve cesedinizin etrafında düşmanlarınız toplanabilirdi. Ama Vallegrande kasabasında bir ahır içinden tüm dünyaya servis edilen fotoğraf onların beklediğinin tam tersi bir etki doğuracaktı. Guevera’nın ölümü onu halkların gözünde bir aziz derekesine yükseltecekti. Ölümü emperyalizme karşı olan mücadeleyi geriletmek bir yana daha yükseltecekti. Guevera üçüncü dünyanın yoksul halklarından kapitalizmin beşiğinde konforlu bir hayat yaşayan milyonlarca genci emperyalizme karşı mücadelenin içine çekecekti. Onun ezilen halkları özgürlüklerine kavuşturmak için verdiği mücadele daha da yükselecek ve zincirin zayıf halkaları emperyalizmden tek tek kopacaktı.
Düşmanlarının gözleri açılmış bir biçimde cesedine bakmaları dostlarında yılgınlık değil kararlılık doğuracaktı. O askeri becerilerinin, sosyalizme getirdiği insani yorumların ötesinde başka bir şeyi temsil ediyordu. O bir tercihi, kararlılığı simgeliyordu. Orta sınıf bir ailenin tıp okuyan çocuğu olarak önünde kariyer yapmanın bütün imkânları var iken o belki de sonu hayatına mal olacak bir yola girmişti. Bir Latin Amerika turu sırasında yoksul kıtanın ezilen halklarını tanımış ve tercihini daha o dakika yapmıştı. Çoğunluğun ezildiği, horlandığı ve en küçük insan hakkına bile sahip olmadığı bir yerde kendi rahatına bakamaz, kariyerini her şeyin önüne koyamazdı. Mademki hayat çoğunluk için katlanılamaz bir düzeydeydi onlara sırtını çevirerek konforlu bir hayatı tercih edemezdi. Çoğunluğun hayatına kayıtsız kalacağı bir yaşam Guevera’ya katlanılamaz görünüyordu. John Berger onun ölümünün ardından şunları kaleme almıştı;’ Guevera’nın önceden gördüğü ölümü, dünyanın bu katlanılmaz koşullarını kabul ederse, kendi yaşamının ne kadar katlanılmaz olacağının ölçüsünü sunuyordu. Önceden gördüğü ölümü, dünyayı değiştirme zorunluluğunun da ölçüsünü sunuyordu ona. Önceden gördüğü bu ölümün ona sağladığı yetkiyledir ki Guevera bir insana yaraşan bir onurla yaşayabildi.’
Galipler, muzafferler isyan eden ezilenlerin ölülerini sergilemekten özel zevk alırlar. Ezilenlere nispet olsun diye ölülerini teşhir ederler. Hâlbuki ölüye saygı medeniyet göstergesidir. Dünyadan elini çekmiş ölünün bedenine zulmetmek, teşhir etmek zavallılığın bir işaretidir. Ölüyle uğraşılmaz, teşhir geride kalanlar için yapılır. Her birinin başkaldırdıklarında yaşayacakları sonun ne olacağı gösterilir geride kalanlara. Benjamin’in dediği gibi ezilenler ilhamlarını zaferden değil yenilgiden alır. Yenilenlerin, ölenlerin hiç belleklerden çıkmayacak imgesidir yeniden isyana sebep olan. Yenilgi bir kader olarak algılansaydı, yazgıya dönüştürülseydi ezilenlerin başkaldırı geleneği diye bir şeyden de söz edilemezdi.
Yahya Sinvar da şimdi bu geleneğin bir parçası haline geldi. Mossad’ın geride kalanlara ibret olsun diye dünyaya servis ettiği ölüm anı belleklerimize yerleşti. Bu imge teslim olmayı, diz çökmeyi asla aklından geçirmeyen bir miras bıraktı geride kalanlara. Siyonizmin kusursuz savaş araçlarına elindeki çubukla dahi direnmeyi seçti Sinvar. Ülkesini, topraklarını düşmana terk etmeyi düşünmedi. 22 yılını İsrail zindanlarında geçirmiş olmasına karşılık, çektiği ezanın karşılığı olarak topraklarını terk etmeyi, daha rahat edebileceği bir hayatı seçmedi. Dünya çapında rüzgârlar ezilenlerden yana esmese de, muktedirler kendilerini her şeye güçleri yetecek görseler de, Sincar’ın İsrail hava bombardımanı altında bir beton yığınına dönmüş ülkesini terk etmemesi, rehine pazarlığını kendisi gibi yıllarca İsrail zindanlarında yatmış arkadaşları için bir kurtuluş imkânı olarak zorlaması ve ölümünün halkının yaşadığı topraklarda gerçekleşmesi belleklerdeki yerini çoktan aldı. Bu direniş ruhu var oldukça Filistin halkı topraklarını savunmaya devam edecek.