1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Weber’ci Marksizm 
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Weber’ci Marksizm 

A+A-

Bir ekol olarak Weber’ci Marksizm’den söz edilebilir mi? Gramsci, Lukacs veya Althusser’e izafe edilen içerikte bir Weber’ci Marksizm olmuş mudur? Weber’in hiç Marksist olmadığı ve sosyalizmin eninde sonunda bürokratik bir diktatörlükle neticeleneceği iddiası karşısında Weber’ci bir Marksizmden söz edilemese bile Weber’den etkilenmiş Marksistlerin sayısı hayli fazladır. Eleştirel kuram denilen Frankfurt Okulu’nun ilk kuşak mensupları Horkheimer, Adorno ve Marcuse Weber’den bir hayli etkilenmişlerdi. Aslında bu etki doğrudan Lukacs üzerinden gerçekleşmişti. Batı Marksizmi’nin kurucu metni sayılan ‘Tarih ve Sınıf Bilinci’ nin yazarı Lukacs Heidelberg Üniversitesi’nde hem Weber’in talebesi olmuştu hem de uzun bir süre evinde yapılan hafta sonu toplantılarının müdavimlerindendi. Bu toplantıların müdavimlerinden bir diğeri de Lukacs’ın davetiyle toplantılara katılan ve zaman zaman taşkın davranışları ile eleştiri konusu olan Ernst Bloch’du. 

Bloch ile Lucaks bir süre kader birliğide yapmışlardı. İkisi de güçlü tinsel geleneklerden geliyorlardı. Lucaks ilk gençlik yıllarında romantik anti-kapitalizmin etkisi altındaydı. Daha yaygın biçimde tanınmasını sağlayan ‘Roman Kuramı’nda bu etki çok açıkdı. Roman Kuramı öznenin nesnelleşmiş dünya ile yaşadığı uyumsuzluğa yakılmış bir ağıttı. Nesnelleşmiş dünya tümüyle yabancılaşmanın boyunduruğu altına girmişti. Özne ile nesne arasında yaşanılmış ayrılığın telafisi yoktu. Çalışmaya bütünüyle bir kayıp duygusu hakimdi. Özne yurdundan uzak düşmüş ve dönebileceği kapılarda yüzüne kapanmıştı. Birey iç dünyasını keşfederken nesnelleşmiş dünyada savrulmuş, yoğun bir sıla özlemi içine girmişti. 

Yitirilmiş bir cennete duyulan özlem Romantizmin en bilindik özelliğidir. Romantikler yoğun bir kayıp duygusu içinde melankoliye kapılmışlardı. Akılcılığın her yere hakim olması sonucunda Tanrılar dünyayı terk etmişti. Bu duygu Alman romantizminin en önemli temsilci Hölderlin’de çıldırmayla sonuçlanacaktı. Hölderlin’den her zaman çok etkilenmiş Lukasc’da gençliğinde bu türden krizler yaşamıştı. Romantik özlem Tarih ve Sınıf Bilinci’nde daha Marksist bir içeriğe kavuştu. Hegelci kavramlar eşliğinde Lukacs özne nesne ayrılığını aşmayı, felsefi olarak bir tamlık, özdeşlik kurmaya çalışıyordu. Tümüyle şeyleşmiş nesnel dünyayı, şeyleşmeyi öz bilince dönüştürmüş bir sınıf ve onun bilincinin cisimleşmiş hali partisi ortadan kaldırabilirdi. Şeyleşmiş dünya Marx’ın Kapital’de ‘ Meta Fetişizmi ‘ başlıklı bölümde anlattığı dünyaydı.

Meta analizi Marx’ın kapitalizm tahlilinin temelini oluşturur. Kapitalist üretimin egemen olduğu toplumların zenginliği ‘muazzam bir metalar yığını’ olarak görünür diye başlar Kapital. Meta’nın kullanım değeri değiş tokuş konusu olmaya başladığı anda yerini mübadele değerine terk eder. Karşımıza çıkan her meta artık gerçek bir ihtiyacı karşılamak için değil soyut emek aracılığıyla değiş tokuş edilmek için piyasaya çıkar. Soyut emeğin piyasada eşdeğerler aracılığıyla el değiştirmesi evrensel bir simgeye yani para denilen şeyi zorunlu kılar. Soyut emeğin maddileşmiş hali metalar para aracılığıyla el değiştirir. Karşımıza çıkan dünya insan ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaşmış metaların egemenliğine girmiştir. İnsanın yeniden-üretiminin kaynağı emek gücü de bir meta olduğundan diğer metalardan bir farkı yoktur. Bu nedenle insanlar arasındaki ilişki yerini metalar arasındaki ilişkiye terk etmiştir. 

Lukacs şeyleşmenin hakimiyetini Marx’ın bu analizine dayandırır. Yalnız Marx bu sürecin aynı zamanda büyülü, tılsımlı bir süreç olduğunu söyler. Fetiş bir karakter edinmiş metalar ona ulaşmak isteyen tüketicileri büyüler. Yabancılaşmanın boyunduruğu altındaki emek gücüne ürettiği nesne yabancılaşmıştır. Artık ona ve emeğine ait değildir. Hem üretim sürecinin bilgisinden yoksun kılınmıştır hem de sonsuz bir tekrar içinde üretim bandının bir dişlisine dönüşmüştür. Ürettiği metaya yabancılaşırken ihtiyacı olan metalardan yoksun kılınmıştır. Yabancılaşmanın, meta fetişizminin hakim olduğu kapitalist üretim tarzı tinselliği devre dışı bırakmıştır. Üretim sürecinde emek gücü makinaların boyunduruğu altında iken mübadele evreninde her şey genel eşdeğer paranın tahakkümü altındadır. Bu dünya tinsiz ve ruhsuzdur. Her şey eşyanın ve paranın egemenliği altındadır. Antik çağda Tanrıları sunaklarda kurban adayarak yatıştıran insanlık kar için yaşayan kapitalist canavarı metaların boyunduruğuna girmiş emek gücünü durmaksızın kurban vererek hoşnut etmektedir. 

Protestan asetizminin nihai sonucu Meslekleşmeydi. Meslekleşme ruhsuz bir uzmanlar ordusu yaratmıştı. Toplumsal iş bölümünün zorunlu sonucu tek yanlılıktı. Uzmanlar bütünün bilgisine ilgi duymuyor, uzmanlığın tek yanlılığı içinde ruhsuzlaşıyordu. Sivil toplum ve devlet aygıtı ussalığın ve zorunlu sonucu uzmanlaşmanın hakimiyetine girmişti. Bürokrasi yansız, liyakat sahibi uzman kadrolar demekti. Nesnellik, işlevsellik bürokrasinin ayırıcı özellikleriydi. En nihayetinde her iki alana hakim olan ilke soyut bir ussalıktı. Lukacs, Weber’in ussallık analizi ile Marx’ın fetişizm teorisini biraraya getirmek suretiyle yeni bir analize ulaşmıştı. Weber’de hesapçılık, niceliksellik denilen kategoriler Marx’da soyut emek ve değişim değerine dönüşmüştü. Adorno ve Horkheimer’in dediği gibi matematik Aydınlanmanın en gözde bilimi olacaktı. Weber’de niceliğin Marx’da değişimin egemenliği herşeyin herşeyle özdeşliği demekti. Herşeyin özgünlüğünü, başkalığını, farklılığını yitirmesi demekti. Nihayetinde her şeyin birbirine eşitlendiği bir düzen totalitarizme yani faşizme çıkıyordu. Çünkü faşizmde en küçük farklılığa bile tahammül edilemezdi. Weber bu nedenlerle demokrasinin geleceği konusunda ümitsizdi. Talebesi Lukacs ise bu totaliter karanlığı komünist ütopyaya sığınarak aşmaya çalıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar