Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Utanç

A+A-

İslam semavi dinlerden biri olarak çağrısını herkese, tebliğini tüm insanlığa ulaştırmaya çalışır. Çağrısının kapsamında sadece bir ırk, din, millet veya kültür yoktur. Farklı ten rengine, kabilelere, dinlere, uyruklara mensup olan tüm insanlara seslenir. Onları aralarındaki diğer ayrımları silikleştirerek tek bir yaratıcının, Allah’ın karşısında eşit kılar. Köle sahipleri ve köleler, kadınlar ve erkekler, siyah derililer ile esmerler/beyazlar/sarışınlar sırf Allah’ın yarattıkları olarak eşref/i mahlûkat sıfatı taşıdıkları için eşdeğerdirler. Bu muazzam bir ilerlemedir ve Arap yarımadasına getirdiği yenilikler tarihsel devrim sayılmalıdır. Geçmişi süpürüp atmış ve yeni bir dönemi başlatmıştır. 

Bu atılım dokuzuncu yüzyıl ile on ikinci yüzyıllar arasında zirveye ulaşmıştır. Batı karanlık ortaçağları yaşarken İslam tam bir Rönesans içindedir ve Beytü/l hikme denilen kurumlar vasıtasıyla eski Yunan başta olmak üzere insanlığın tüm bilgisi Bağdat’ta, Şam’da, Kurtuba’da, Kahire’de bir araya getirilmektedir. Sadece bilgi depolanmamakta kültür, medeniyet, mimari ve estetik de oluşturulmakta kısacası bir yaşama kültürü, adap ve edep de üretilmektedir. 

Türk İslamcısı acaba şu anlattıklarımızın ne kadar farkındadır? Kendisini bu geleneğin, tarihin bir parçası hissetmekte midir? Davranışlarını oluştururken, başkasıyla ilişkisini kurarken tarihin ürettiği bu zarafeti, nezaketi ve özgüveni dikkate almakta mıdır? Yoksa onu ilgilendiren sadece iktidarda kalmak adına kendisinden yetenekli, birikimli ve donanımlı olanlara karşı bitmez bir hınçla öfke kusmak mıdır? Muhataplarının karşısına bilgiyle, irfanla, zarafetle değil de her defasında yalanla, iftirayla ve demagojiyle çıkmasının nedeni işte bu yetersiz özgüveni, ahlaki donanımdan yoksunluğu ve gözünün gelinen aşamada iktidardan başka hiçbir şeyi görmemesi olmasın? İktidarı kaybettiğinde bir daha ona ulaşabilecek dermandan, mecalden, kapasiteden yoksun olduğunun derin çaresizliği olmasın ona sımsıkı sarılmasındaki neden?

Kavala bir tutsak bunu biliyoruz. Kavala’ ya onların ulaşamayacağı her özelliği taşıdığı için iflah olmaz bir düşmanlık besliyorlar. O bir burjuva, ama kendilerine yalaka olan cinsten bir burjuva değil. Burjuvazinin kültürünü, bohemliğini, rahatlığını özümsemiş, İngiltere’nin en seçkin üniversitelerinde okumuş, Batı 68’ini kültürel sonuçlarıyla sindirmiş bir adamdan bahsediyoruz. Thomas Mann’ın ‘ Budenburg ‘ larda, Orhan Pamuk’un ‘ Cevdet Bey ve Oğullarında ‘ anlattığı türden bir burjuva var karşımızda. Bununla yetinmemiş sosyalizme bulaşmış, İletişim Yayınlarını kurmuş, sermayesinin önemli bir bölümünü bu tür sivil toplum çalışmalarına harcamış. Elindeki sermayeyi çoğaltmak adına iktidarlara şirin gözükmeyi tercih etmeyerek memleketin Kürt sorunu başta pek çok netameli, insanın başını sıkıntıya sokacak meselesine kafa yormuş, tutum almış ve tavır almış biri.

Neden ellerinde tuttuklarını biliyoruz, amaçları Kavala’yı Batı’yla pazarlıklarında bir şantaj aracı olarak kullanmak. Çekindikleri, vaziyet almaya çalıştıkları Biden ve ekibi karşısında, AB ile ilişkilerde bu kozmopolit ruhlu sosyalist adamı rehine olarak gizli pazarlık konusu yapacaklar. Bunu yaparken toplumun ezik, öfkeli, kin dolu yerli ve milli güruhunun önüne Kavala’yı bir nefret nesnesi olarak atıyorlar ve ne Soros’un adamı olmasını ne de kızıl milyarder olmasını bırakıyorlar. Bu da yetmiyor Kavala’nın eşi, Tarık Buğra’nın kızı, Boğaziçi’nin en seçkin hocalarından Prof. Ayşe Buğra’yı burada ağzımıza alamayacağımız sözlerle Bay Erdoğan ‘ aşağılıyor ‘ , hedef gösteriyor. 

Ayşe Buğra bu memleketin yetiştirdiği en önemli iktisat tarihçilerinden, uluslararası tanınırlığı, bilinirliği yüksek; bir entelektüel ve akademisyen olarak kendisini bilim çevrelerine kabul ettirmiş. ‘ İktisatçılar ve İnsanlar ‘ , ‘ Devlet ve İşadamları , ‘ Vatandaşlık Geliri ‘ başta olmak üzere bir dizi çığır açıcı çalışmayı gerçekleştirmiş, sosyal demokrat dünya görüşünü benimsemiş, Polanyici ekolün temsilcisi olarak ekonominin insan için olduğu gerçeğinin altını sürekli yazmış çizmiş ve vurgulamış. Her şeyden önce İktisat ideolojisinin esiri olmamış bir iktisatçı; insanı, altta kalanları, emek gücü sahibi sıradan insanları çalışmalarının konusu yapmış, sorunsallaştırmış; piyasanın dizginlenmesini ve dayanışmacı bir çerçeveye çekilmesinin mücadelesini vermiş; işadamlarının devletle ilişkilerini araştırdığı kitabında Türk burjuvazisinin soy kütüğünü çıkarırken nesnellikten uzaklaşmayan bir akademisyen titizliği göstermiş; yoksulluk ve yoksunluk sorunu karşısında sabit vatandaşlık gelirini çözüm olarak önermiş ve yaptığı yayınlar, düzenlediği etkinlikler ile konunun Türkiye gündemine yerleşmesini sağlamış dürüst, namuslu kıymetli bir bilim insanı. 

İşte eril dilinizle ‘ aşağılamaya’ çalışıp, rehin tuttuklarınız birikimleriyle, duruşlarıyla bu toplumun aslında övünç duyması gereken kişiler. Devri iktidarınız ise tarihe pek çok sıfatla birlikte Tarık Buğra’nın kızına dahi çamur atma pervasızlığını göstermiş, uluslararası saygınlığı olan değerli bir kadına kasaba ağzıyla hakaret etmiş olmanın utancıyla geçecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar