Unuttuğumuz Yıllar ve Yaşam
Ben 60 lı ,70 li ,80 li yılları Ankara da yaşadım. 80 li yıllarımdan sonrasını da Adana da... Mesleğim nedeniylede özellikle ülkemin kırsal bölgelerinde bulundum. Hem mesleğim hem de kişisel isteklerim sonucu birazda yurt dışını tanıma olanağı buldum.
UNUTMAK MÜMKÜN MÜ?
Hatırlar mısınız '' Paris'te Gece Yarısı '' filmini seyrettiyseniz konu her yönüyle eski Paris'i yaşatmak. Filimde her kesime bu konuda gerekeni yapmak için mesaj veriliyor. Hatta Paris'te yaşamanın yolları aranıyor. Benim de Ankara ve Ankara'da ki yıllarım, yaşadıklarım, gördüklerim ve okuduklarımdan anılar aklıma geldi. Arife gecesi, yeni giysilerimle sabahı iple çekerek uyumalarım, arkadaşlarımı üç gün görmezsem arayıp sormalarım, evden çıkarken kilitlemeyi unuttuğumuz evimizin kapısı, evde anamım pişirdiği yiyecekleri yalnız yoksulluktan değil sırf paylaşarak mutlu olmak için komşulara dağıttığım zamanları, babamın yokken dükkanı kilitlemeden kapıya koyduğu sandalyesini, bayramda şeker veya para almak için dolaştığımız evleri, bayram namazı sonrası eve gelip bayramlaşmalar, bayram harçlıkları ve bayram yemeklerinde bir araya gelmeleri unutmak mümkün mü?
İstanbul'un beyefendisi, İzmir'in kızları ve efeleri, Sokaklarda topaç, çember, misket, seksek gibi oyunlarımız, daha nice niceleri...
İhsan kahraman da tüm yönüyle eski Ankara'yı yazmış. İsterseniz hep beraber yazıya bir göz atalım mı?
PEKİN KIRGIZ'IN ANKARASI...
Tenor, Pekin Kırgız'ın söylediği birbirinden güzel Napoliten aryalar gökdelen "Çatı"' dan dalga dalga yayılıyordu Kızılay'a, serin, lacivert bir Ankara akşamında. Onu dinleyenler çok şanslıydı, aşağıda Kızılay'da yürüyenler, gezmeye çıkanlar da bir o kadar şanslıydı. Caddenin hemen karşısında, Restoran Cevat' ta oturmuş, bu dingin ve huzurlu ortamda dostlarıyla bir şeyler yiyip içerken, doyulmaz sohbete dalan insanlar da şanslıydı o akşam, Pekin Kırgız'ı dinlerken. Ah, pardon, bağışlayın lütfen, bazılarınızın " siz neden bahsediyorsunuz? " dediğini duyar gibi oluyorum. Öyle ya, yukarıda anlattıklarım ve aşağıda anlatacaklarım 1960'ların, 1970'lerin Ankara'sında yaşanan ve o günleri yaşayanların belleklerinde saklı; bu güzel anılar geçmiş zamanın hüzünlü sayfalarını oluşturuyor artık.
KIZILAY'DA YAŞAMIN SESLERİ
Uzun yıllar geçti Ankara'dan ayrılalı. Orada yaşadığım, acı tatlı anılar zaman zaman bir sis perdesinin ardından süzülüp gelir, buğulu gözlerimin önüne, ve derin bir iç çekerim her seferinde. Müzikle başladım Ankara anılarıma, müzikle devam ediyorum. Kızılay parkını hatırlar mısınız? Hani, eski Kızılay binasının önünde, bahçesinde Kızılay maden suyu ve sodalarının satıldığı bir büfe, bir kaç ahşap banktan oluşan o yeşil fakiri parkı hatırlar mısınız? İşte Lise yıllarımda, lapa lapa kar yağarken, o bahçede sevgili mahalle arkadaşlarımla geçirdiğimiz bir yılbaşı var. Elimizde sıcak köfte ekmekler, dizlerimize kadar karlara gömülü, yaktığımız bir ateş etrafında doyulmaz sohbetimize hemen arkamızda, o devrin Ankara'daki en büyük oteli, Balin Oteli'nin roof'undan Yaşar Güvenir orkestrasının melodileri bize eşlik ediyordu. O yılbaşı akşamını hiç, ama hiç unutamadım. Peki, Büyük Sinemayı hatırlayanınız var mı? O Büyük Sinema ki, ne filmlere, konserlere ev sahipliği yapmıştı. Unutamadığım filmlerden, Mastroianni ve Sophia' nın oynadğı; Sunflower, Carrol Baker'ın; The Miracle, Paul Scofield'in; The men for all seasons, adlı yapıtları ve daha nicelerini o gıcırtılı koltuklara gömülüp izlemiştim. Dahası, Ankara'da o dönem başka büyük salon olmadığı için; Johnny Holiday, Sylvie Vartan, Enrico Macias ve daha bir çok ünlü şarkıcı konserlerini orada vermişti. En ilginç olanı da, Alpay'ın da, ilk kez , Büyük Sinemada sahneye çıkmasıydı.
BİZİM ANKARA'MIZ...
Kızılay'ın ortasında, locaları ve balkonu ile, ahşap koltuklu o görkemli sinemanın yerinde bugün kocaman bir çarşı ve pasaj var artık! Biraz aşağıda, Sıhhiye'de Ordu Evi'nin bahçesinde yaz akşamları nişanlar, düğünler olurdu. Bir çok kültürel programları izlediğim, aynı zamanda Türkiye'nin ilk ve tek haber kaynağı, yerleri doldurulamayan ses ve saz sanatçılarının yetiştiği tarihi Radyo evi binası. Büyük Tiyatro, Hamlet'ten, My Fair Lady'ye, La Traviata'dan, Aida'ya, Giselle kadar bir çok oyun, opera ve baleyi izlediğim o ünlü sanat mabedi. Hemen arkasında sağda, Küçük Tiyatro ve onunla iç içe, bir zamanlar tozunu yuttuğum Oda Tiyatrosu. Bizden önce sahne alan ve Harold Pinter'in "Bir Doğum Günü Partisini" oynarken Ankara kuliste tanıştığım bana büyük emeği olan sevgili ve rahmetli Savaş Başar'la tanışmam. ( Siyah Beyaz TV'lerdeki komiser Colombo'yu ilk o seslendirmişti ve çok özel bir insan iyi bir sanatçıydı.) Ankara'yı anlatıyorum size, ama "Bu Benim Ankara'm", "Bizim Ankara'mız" diyenler de olabilir okudukça pek tabi. Bir tarih sırası düşünmeden, aklıma geldiği gibi öylesine yazıyorum işte, bir oradan bir buradan, anlayınız lütfen.
Devamı Var...
Prof.Dr.Atabay Düzenli
Doğa ve Yaşam Bilimci
E_Posta: [email protected]