Üçüncü yılında belediyeler: Toplumcu mu sosyal mi?
31 Mart seçimleri üzerinden üç yıl geçti. Bu üç yıl muhalefetin elinde bulunan belediyelerin performanslarını değerlendirmek için yeterli bir süreye karşılık geliyor. Üç yılın sonunda muhalefetin elinde bulunan belediyeler seleflerinden bir fark oluşturabildi mi? Bu dönem toplum nezdinde iktidara alternatif olmak isteyen muhalefet açısından bir farkındalığa dönüştürülebildi mi? Vatandaş bunlar belediyelerde rüştünü ispatladı ve artık ülkeyi yönetme ehliyetini de kendilerine verebiliriz sonucuna ulaştı mı? Yoksa kısmi bir memnuniyet olmakla birlikte daha yapılması gerekli çok işler mi var. Eksik kalan işlerin faturasını vatandaş yerel yönetimlere mi kesecek yoksa iktidarın engellemeleri olmasaydı daha iyi hizmet alırdım duygusuyla son tahlilde sorumluluğu siyasi iktidara mı çıkartacak? Bunlar ucu açık sorular ve kesin cevaplarını alabilmemiz açısından biraz daha zamana ihtiyaç var.
31 Mart seçimleri bir yerel seçim olmanın ötesinde Erdoğan rejimi açısından bir plebisite dönüşmüştü. Yurttaşların büyük bölümü yerel seçimlere bu nedenlerle tarihi anlamlar yükledi. Yerel seçim sonuçları siyaseten doğru hamleler yapıldığı taktirde Erdoğan'ın yenileceğini gösterdi. Aslında Erdoğan ilk yenilgisini 1 Haziran 2015 seçimlerinde almıştı ve hükümet kurabilecek milletvekili sayısına ulaşamamıştı. Muhalefetin bu konudaki hazırlıksızlığı, cari devlet aklının dışına çıkamaması eline geçen bu fırsatı değerlendirmesini engelledi. Muhalefet 2019 yerel seçimlerine bu yanlışlarından da dersler çıkartarak hazırlandı. Belediye başkan adaylarının belirlenmesindeki ince işçilik, ittifakların kurulmasındaki titizlik ve özellikle sandık güvenliği konusunda gösterilen hassasiyet AKP'yi tarihi bir yenilgiyle karşı karşıya bıraktı. Özellikle İstanbul seçimlerinin kaybı AKP'de büyük bir tramvaya yol açtı. Yenilginin kabullenilmemesi ve seçimin tekrarlanması bu defa daha ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Centilmenliği kabullenmeyen AKP'ye seçmen ikinci seçimde daha büyük bir ders verdi.
Bir süre kararsızlık yaşayan Erdoğan tüm stratejisini muhalefet belediyelerinin başarısızlığı üzerine inşa etmeye karar verdi. Siyasi iktidar elindeki tüm yetkileri kullanarak muhalefete ait belediyeleri köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Erdoğan büyük yatırımlar için kendi onayı şartını getirdi, kamu bankaları borçlanma isteklerini reddetti, belediye meclislerindeki cumhur ittifakı üyeleri adeta her işe takoz koymaya başladılar. Belediyeler bu konudaki algıyı iyi yöneterek bu engellemeleri vatandaşın duyup işitmesine imkan sağladı. Meclis oturumlarının canlı yayınlanması cumhur ittifakının maksadının ' üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğunu ' vatandaş nazarında ispatladı. Yolsuzlukların, israfın teşhiri o zamana kadar oluşmuş ' adamlar çalıyorlar, ama işte yapıyorlar ' intibaını kökünden sarstı.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken tüm dünya ile birlikte Türkiye'de pandemi ile beraber yaşamak zorunda kalacağı bir döneme girdi. Pandemi tüm çalışma düzenini, alışkanlıkları, ezberleri bozan bir yeni düzen yarattı. Devletlerin bu konulara hazırlıksız olduğu çok kısa sürede anlaşıldı. Türkiye bu konuda en ileri örneği oluşturuyordu. Neoliberalizmin çok daha kuralsız uygulandığı bu topraklarda insanlar en ihtiyaç duydukları anda siyasi iktidarın sosyal devleti mezara gömdüğüne tanıklık ettiler. Devlet basit bir maske dağıtımını bile beceremiyordu. Başta esnaf ve çalışanlar olmak üzere toplumun çoğunluğu kendi hallerine bırakılmıştı. Zorunlu ihtiyaçların karşılanması konusunda siyasi iktidar kılını kıpırdatmıyordu. Önceliğini sermayenin bekasına ve tedarik zincirlerinde stratejik bir yer tutmaya vermişti.
İşte bu çaresizlik içerisinde vatandaşların ilgisi belediyelere yöneldi. Temel ihtiyaçların karşılanması konusunda siyasi iktidarın yarattığı büyük açığı belediyeler doldurmaya başladı. Maske dağıtımından, gıda tedariklerinin sağlanmasına, ihtiyacı olanlara sıcak yemekten, askıda faturaya kadar sayısız kalemde insanların ihtiyaçları karşılanmaya başlandı. Belediyelerin öncülüğünde büyük bir dayanışma ağı harekete geçmeye başladı. Marmara depreminde devleti bulamadığı yerde insanlara nasıl sivil inisiyatifler el uzattı ise şimdi de belediyelerin öncülüğünde büyük bir seferberlik başlatılmıştı. Pandeminin en kritik zamanları bu farkın daha bir görünürlük kazanmasını sağladı. Yerel yönetimler vatandaşların ihtiyaçlarının karşılanmasında, eksikliği çekilen dayanışma duygusunun oluşmasında genel iktidarın fersah fersah önüne geçmişti.
Erdoğan kurt bir siyasetçi olarak bu geilşmelerin kendi altını oyacağını kuşkusuz en iyi bilenlerdendi. Çünkü kendisi de benzer gelişmeler sonucunda siyasetin merkezine oturmuştu. Muhalefetin eksikliğini çektiği siyasetçi ihtiyacı da yüzlerin belediye başkanlarına dönmesini sağladı. İki büyük kentin belediye başkanları müstakbel Cumhurbaşkanı adayları olarak yoğun biçimde konuşulmaya başlandı. Erdoğan ve medyası artık mesaisinin büyük bölümünü belediye başkanlarının ayağını tökezletmeye, işlerini zorlaştırmaya, haklarında oluşan müspet imgeyi dağıtmaya harcamaya başladılar. Bu muharebe hala devam ediyor ve nasıl sonuçlanacağını hep beraber göreceğiz.
Tüm yazılarda olduğu gibi yazıyı sonuçlandıramadığımızın farkındayız. Başlığın hakkını verebilmek için bu yazdıklarımız sadece bir methal yani giriş olsun.