Türkiye’nin ‘çiçeği’ soldu
Hafta içinde kaybettiğimiz Arif Keskiner (daha çok bilinen adıyla Çiçek Arif) Türkiye’nin en renkli insanlarındandı…
Ünlü yönetmen gözleriyle adeta bir kamera gibi barı en loş köşelerine kadar taradı ve mihmandarına sordu:
“Şu karşı masadakiler kim?”
“Sinemacılar… Sakallı olan kameramandır. Gözlüklü olan ise önde gelen bir yönetmen. Diğer iki arkadaşları da ünlü aktörler.”
“Ya barın sağında, ayakta duranlar?”
“Onlar mı?.. Biri yazar, biri de senarist. Karşı çaprazlarındaki iki hanım da tanınmış gazeteciler.”
“Galiba bu bardaki herkes ünlü birer aydın ya da sanatçı!”
“Hemen hemen öyledir sinyor.”
İtalyan sinemasının büyük yönetmenlerinden Bernardo Bertolucci, şimdilerde adı Sinema Festivali olan İKSV Sinema Günleri’nin onur konuğuydu ve bir akşam gösterimlerden sonra Taksim’deki Çiçek Bar’da ağırlanmıştı. Gerçek adı Sinemaseverler Derneği olan barın atmosferine, bunca sanatçının bir arada bulunmasına hayran olmuş, “Keşke İtalya’da bizim de böyle bir lokalimiz olsaydı” demişti.
Sıraselviler Caddesi’ne çıkan bir ara sokaktaki bar, 1989’da yaşanan bu sahnedeki gibi yıllar boyu Türkiye’nin kültür hayatının kalbiydi adeta. Özellikle sinema dünyası burada döner, senaryo taslakları sarı zarflarla yönetmenlere burada bırakılır, projeler oluşur, ekipler kurulur, yoğun geçen günlerde geç saatlerde yorgunluk atılırdı. Olur olmaz her yerde yiyip içemeyen ünlü aktör ve aktrisler burada kendilerini rahat hisseder, dostlarıyla şakalaşır, rahatça söyleşirdi. Söylemeye gerek bile yok, elbette burada rüzgâr soldan eserdi.
Adı dernek olduğundan bu camialara uzak olanlar “Üye olmayan giremez” bahanesiyle kapıdan çevrilir, sanat dünyasının mahremiyeti de korunurdu. Duvarlarını ünlü ressamlar Alaettin Aksoy ve Birol Kutadgu’nun dev resimlerinin süslediği sıcak ve konforlu ortamda “insan sarrafı” barmen ve garsonlar onca dev egoyu başarıyla idare eder, patronlar Arif ve Azmi ağabeyler de ince ayarları ustaca yönetirlerdi.
Kırk yılda bir densizlik yapan olduğunda “Telefona çağırılıyorsunuz” diye girişe alınır, “Hesabınız yok. Güle güle…” denirdi. İşsiz bir aktör bir süreliğine veresiye yiyip içebilir, ilk işini alınca da hesabı kapatırdı. Aylardır uğramayan, sevilen bir müdavim yeniden gözüktüğünde, ilk akşamının hesabı alınmazdı. Geç saatlerde ayrılanların pardösülerini giyerken ayaküstü içtikleri yarım dublelik ikram da, “yolluk” adıyla bir gelenek olmuştu.
Türkiye’nin daha önce yaşamadığı -sonrasında da bir daha görmediği- böyle bir ortamın yaratıcısı ve maestrosu, ünlü film yapımcısı Arif Keskiner’di. Geçen salı akşamı vefat eden, namıdiğer “Çiçek Arif”…
Komünist Arif’ten Çiçek Arif’e
Arif Keskiner bir nalbantın oğlu olarak 1938’de Adana’nın Osmaniye ilçesinde doğmuştu. Lise yıllarında İstanbul’a gelmiş, maceracı karakterinin de etkisiyle bir dolu işe girip çıkmıştı. İşportacılık, muhabirlik, yayınevi müdürlüğü, kitapçılık, senaristlik, yapımcılık gibi bir dolu şapkası olmuştu. Bir ara İsveç’e gitmiş, orada da bulaşıkçılıktan aşçı yamaklığına, gazetecilikten fotoroman yapımcılığına bir sürü iş yapmıştı.
Renkli kişiliğiyle pek çok olayın da kahramanı olmuştu. Evli bir arkadaşının sevgilisinden doğacak çocuğu babasız gözükmesin diye onun yerine evlenmesi, bu traji-komik olaylardan biriydi. Arkadaşı Yılmaz Güney’in yasaklı Umut filmini ödül alacağı Cannes Film Festivali için yurtdışına kaçırması da bir başka maceralı olaydı. 1970’lerde ise film yapımcılığına ağırlık vermiş, Selvi Boylum Al Yazmalım, Kapıcılar Kralı, Otobüs, Maden gibi unutulmayan filmlere imza atmıştı. Senaryosunu yazdığı ya da yönettiği filmler de yok değildi.
Solcu olduğu için gençlik yıllarında adı Komünist Arif’e çıkan Keskiner’in lâkabı, orta yaşlarında ise Çiçek Arif’e dönüşmüştü. Keyifli anlarında hatırını soranlara “Çiçek gibi” dediğinden, 1985’te yazıhanesinin yerinde kurduğu bar bile Çiçek Bar olarak anılıyordu. Sözlerini Meral Okay’ın yazdığı, Sezen Aksu’nun ünlü Yine mi Çiçek şarkısı da, “Yine mi güzeliz, yine mi Çiçek” dizeleriyle deyimi bütün ülkeye yaymıştı.
Arif Keskiner 2000’lerde bu kez yazarlığa yöneldi. Şarkıdan yola çıkarak 2002’de çıkardığı ilk anı kitabına Çiçek Gibi adını koydu. Müthiş ilgi gören kitabın ardından bir yıl sonra ikincisi, Yine mi Çiçek geldi. Bir yandan da hayat devam ediyor, yeni anılar birikiyordu. 2006’da bu kez Elbette Çiçek çıktı. Kitaplardaki anlatım çok samimi ve sıcaktı, yüzlerce ünlü, renkli anılarda adeta resmigeçit yapıyordu. Arada Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında ve Binbir Renk Binbir Çiçek: Yaşar Kemal’li Anılar da kitaplara eklendi. Renkli Çiçek Bar hikayelerini anlattığı son kitabının adı da çiçekliydi: Akşam Çiçekleri.
Oksijen'den Mehmet Yalçın'ın yazısının devamını okumak için tıklayın
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.