1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Trump’ın Yeniden Dönüşü (6)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Trump’ın Yeniden Dönüşü (6)

A+A-

Bu son yazıda Trump’ın yeniden dönüşünün Türkiye üzerindeki etkilerini tartışacağız. Saray basını olarak nitelendirilen medya Amerikan seçimlerinde doğrudan taraf oldu. Tartışmasız biçimde Trump’tan yana tavır aldılar. Bunun en önemli nedeni Demokratların kaybetmelerini istemeleriydi. Biden ile araları hiç iyi olmadı. Çünkü Biden Beyaz Saray’da bir kez olsun Erdoğan’ı misafir etmedi, iç politikada tepe tepe kullanacağı iltifatlarda bulunmadı. Oysa saray basınına göre Erdoğan küresel bir liderdi ve dünya mazlumlarının sözcüsüydü. İkinci savaş sonrası oluşmuş statükoya karşı çıkan tek liderdi. Erdoğan yeni bir küresel düzeni savunuyordu. Bu yeni kurulacak düzen adaletsizlikleri bertaraf edecek ve dünyayı daha adil hale getirecekti. Ancak gördükleri fantazmaların bir hayal olmaktan çıkması için küresel liderlik misyonu yükledikleri aktörün, dünyanın en büyük gücünden hak ettiği ilgi ve değeri görmesi lazımdı. Biden bu fırsatı onlara vermediği için yaşlı, bunak olarak anılıyordu saray basınında.

Hâlbuki Trump tam istedikleri gibiydi. Bir telefon uzaktaydı dünya liderine. Birbirlerine rahatlıkla ulaşabiliyorlar ve bürokrasilerini atlayarak doğrudan temas kurabiliyorlardı. Bu dolaysızlık, yakınlık dünya lideri olmanın ispatıydı. Dünyanın süper gücünün devlet başkanı size bir telefon uzaklıktaydı. tweetlerinde ‘ekonominizi mahvederim, aptallık yapma’ demesi sineye çekilmesi gereken şeylerdendi. Hem bu kadarcık öfkenin, bir hitabet sanatı olduğunu Erdoğan’ın kendisi söylememiş miydi? Trump ile bu kadar yakınlığın katlanılması gerekli faturaları da olacaktı nitekim.

Bu nedenle hem saray basını hem Erdoğan Trump’ın kazanmasına çok sevindiler. Onunla kurdukları iletişimin işlerine yarayacağını hesap ediyorlardı. Uluslararası ilişkilere bir at pazarlığı gibi yaklaşan Trump ile işleri daha kolay yoluna koyacaklarını, isteklerini daha rahat kabul ettireceklerini umuyorlardı. Çünkü dünya liderinin liderlik kabiliyetine ve ikna gücüne sınırsız bir güven besliyorlardı. Her ikisi de ticaretten gelmiş ve politikayı bir al ve ver oyunu gibi gören aktörlerin kolay anlaşabileceklerine dair bir inanca sahiplerdi. İki liderin eskilerin tabiriyle huyunun ve suyunun birbirine yakın olmasının ilişkilerde avantaj sağlayacağına inanıyorlardı. Jeopolitik zorunluluklar, stratejik tercihler, ulusal çıkarlar tüm bu değerlendirmelerde gerilere atılıyordu.

Oysa Trump’ın bir önceki başkanlık deneyimi Erdoğan için hiç de iyi olmamıştı. Aralarında doğrudan bir telefon hattı vardı. Sık sık konuşup görüşüyorlardı. Ancak bu ilişki eşit bir ilişki değildi. Tarafların birbirlerinin ulusal çıkarlarına özen gösterdikleri bir seviyeye sahip değildi. Sorunlarla, itilaflarla ve bunların getirdiği karşılıklı güvensizliklerle dolu bir ilişkiydi aradaki. Tarafların ulusal çıkar öncelikleri bağdaşmıyordu. Türkiye askeri yaptırımlarla Trump döneminde karşılaştı. F-35 projesinden çıkartıldı. Türkiye’nin parasını ödediği uçaklar Türkiye’ye verilmedi. F-16’ların modernizasyonu projesinden Türkiye dışlandı. Bu uçakların kit üretimi Türkiye tarafından yapılıyordu ve savunma sanayine milyar dolarlık getirisi vardı. Türkiye silah ambargosunun en sertini yaşıyordu. Öncekini Kıbrıs çıkartması nedeniyle yaşamıştı.

At pazarlığında usta olan Trump’tı. İlişki eşitsiz ve tek yanlıydı. Trump muhatabının serveti ve ailevi ilişkileri dâhil tüm sırlarına vakıftı. Muhatabını kurnaz bir tüccar olarak taltif etmesini iyi biliyor, ancak direnç gördüğü yerde de elindeki dosyaların ucunu gösteriyordu. Çok güvenilen şahsi iletişimde ibre tümden Trump’tan yanaydı. Bir tweeti ile ekonominizi felakete sürükleyebiliyor ve sizi dünya kamuoyu önünde rezil edebiliyordu. Bir cümlesi ile tüm karizmanız yerlerde sürünüyordu. Mütekabiliyet ilkesini çalıştırmaya mecaliniz bile yoktu. İlişki kurumsal düzeyde yürütülseydi ve şahsi sırlarınız bir başka devletin elinde birer koza dönüşmeseydi karşılıklılık ilkesi gereği hem kişisel onurunuzu hem ülkenizin saygınlığını kurtarabilirdiniz, ancak her şey için çok geçti. At pazarlığının tarafı olmaya yazılmıştınız ve bunun sonuçlarına katlanacaktınız.

Aynı şey Türkiye’nin bir beka meselesi olarak gördüğü Kuzey Suriye içinde yaşanıldı. Türkiye’nin tehdit sıralamasında, Suriye Kürtlerinin Rojava dedikleri bölgede kurdukları yapılanma ilk sırada yer alıyordu. Ancak Rojava Kürtleri ABD ile kurdukları ittifak sayesinde kendilerine bir tür koruma sağlayabiliyorlardı. Bu koruma olmasa Kürt karşıtı bölge devletleri tarafından kısa bir sürede yok edilirlerdi. ABD uluslararası meşruiyet sağlayabilmek için Rojava Kürtlerini İŞİD’e karşı verdikleri mücadeleden dolayı desteklediğini söylüyordu. Hâlbuki İŞİD varlığı önemli ölçüde yok edilmişti. En azından güncel bir tehdit söz konusu değildi. ABD ile Türkiye arasında tarafların birbirlerinin ellerini tanıdıkları bir satranç oynanıyordu adeta. ABD bölgesel hesaplarında Kürtlerden vazgeçemiyor, Türkiye’de onları bir numaralı tehdit kabul ediyordu. Trump ilk başkanlık dönemine başlamadan önce de artık ABD askerini Ortadoğu’dan çekeceğini söylemişti. Savaşları bitirecek ve ABD insanını bir külfetten kurtaracaktı.

O zaman da şimdi de Erdoğan Trump’a Kürtlerle değil benimle iş tut teklif ediyor. Bölgede seninle çalışmaya hazırım, ancak Kürtlerle kurduğun her tür hesabı kestiğin takdirde teklifini götürüyor. Bir at pazarlığı ustası olarak söylenenler Trump’ın aklına yatmıyor değil. De Facto bir yapılanma ile çalışmaktansa meşru bir bölgesel aktörle iş tapmak elbette ki daha tercih edilir. Ama ABD’nin kurumsal hafızası aynı şeyi düşünmüyor. Trump asker çekeceğim demesine rağmen tüm güçlerini çekmemesinin nedeni de bu kurumsal hafıza saklı. ABD bölgesel planlarında Türkiye başta bölge ülkelerine güven duymuyor. Devlet dışı aktörlerle kurduğu geçici ittifakların çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğini hesaplıyor. Erdoğan’ın Trump’ın seçilmesini istemesindeki en büyük neden bu pazarlığı tekrar yapacağına ve bu kez ikna edeceğine dair beklentisi. Anlık kararlar veren, uluslararası siyaseti bir at pazarlığı gibi gören Trump her defasında Amerikan kurumsal refleksi ile karşılaştı ve attığı adımlardan çark etti. Erdoğan aynı şeyi deneme konusunda kararlı görünüyor. Ama aynı duvara toslama ihtimali de o kadar yüksek. Çünkü dünyanın en büyük gücü bir ‘serseri mayın’ faşisti tarafından yönetilse de, çıkarlarını onun günübirlik heyecanlarına kurban etmeyecek deneyime ve kontrol mekanizmalarına sahip. Bizim en büyük eksiğimiz ise böyle bir akıldan yoksunluğumuz olsa gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar