Trajedi
Trajedi kudreti sınırsız varlıklar karşısında fanilerin çaresizliğini, boyun eğmek zorunda kaldıkları kaderi konu edinir. Bu varlıklar ya pagan dönemin Tanrıları ya semavi dinlerin Tanrısı ya da modern zamanlarda insanın kendi yarattığı, ama şimdi karşısına doğaüstü bir kuvvetmiş gibi çıkan güçlerdir. Trajik kişi kendisiyle kıyaslanamayacak güçlere sahip varlıklar karşısında kaderini değiştirmek için çabalar ve başkaldırır. Yazgısını değiştirme çabası çoğunluk sonuçsuz kalır. Bu durumda kaderine mahkûm olur. Trajik kişilik işte bu parçalanmanın ürünüdür. Bir tarafta kaderini eline almış sınırsız güce sahip varlıklar diğer tarafta yazgının elinden kurtulup, sıyrılmak isteyen trajik kişilik. Trajediyi çekici kılan şey bu mücadelenin kendisidir. Trajik karakter yazgısına uysalca boyun eğmez. Verili kabulleri, çizilen sınırları değiştirmek için uğraşır. Trajedinin konusu işte bu çabanın, mücadelenin, çelişkinin bizzat kendisidir. Trajedinin söz konusu olması için demek ki öncelikle yazgısı elinden alınmış trajik bir karakter, duruma tanıklık eden bir topluluk ve yazgıyı çizen muktedirlere ihtiyaç vardır. Bu kader ya dünyevi güçlere hükmeden bir merci yâda kutsallık atfedilen birileri tarafından yazılmıştır.
İnsanın tarihi yazgısını kaptırdığını düşündüğü aşkın güçlere karşı koymayla geçmiştir. Ama o aşkın güçleri de yine insanoğlunun kendisi yaratmıştır. Doğanın bilinmezlikleri karşısında insan, doğanın her bir özelliğine tanrısallık bahşetti. Doğa kendisinden kuvvetliydi ve ona sözünü dinletemiyordu. Yasalarını çözemediği bu güce insani özellikler yakıştırarak onu anlamaya çalıştı. Doğadaki nedensellikler zincirini çözebilmesi için binlerce yıla ihtiyacı vardı daha. Doğanın sırrına az çok vakıf olduğunda, kendisine benzettiği Tanrılar dünyayı terk etti. Tanrı artık göğün krallığında, insanlardan çok uzaktaydı. Kâinatı yaratan ve yaratılmış olanları uzaktan izleyen bir Tanrı vardı. Tanrı kadere, yazgıya ve insan yaşamına hükmediyordu. Yaradılış kitabında denildiği gibi o istediği için her şey olmuştu. İnsan denilen varlığa ruhu o üflemişti. Ama insanın güçleri çok sınırlıydı, yetersizdi. Tanrının ilgi ve desteği olmadan ayakta kalabilmesi mümkün değildi.
Trajedi bu yazgının koşulsuzca kabullenilmemesidir. Trajik varlık karşısına dikilen her türlü Yasayı hemen kabullenmez. Yasayı büyük harflerle yazdık, çünkü bu yasa Tanrısal bir buyruk olabileceği gibi insanların bizzat kendilerinin icat ettiği simgesel bir yasada olabilir. Trajedi hem Tanrısal yasanın hem de toplumu bir arada tutan simgesel yasanın sınırlarını tartışmaya açar. Başlangıçta insan yazgısına itaat ederdi. Başına gelen her şeyi sorgusuz kabullenirdi. Kendi güçlerini dahi kendisine mal etmezdi. O güçler kendisinden daha üstün ilahi bir varlığın kendisine mal ettiği güçlerdi. Kaprisli Tanrıların elinde kaderi bir uçtan diğerine savrulurdu. Trajedi ile birlikte insanın özneleşmesi yolunda ciddi bir adım atılmıştır. Son tahlilde yine yazgı galip gelir, ama simgesel yasa her defasında sorgulanır, varlığı tartışmaya açılır. Kısaca trajedi insanın özneleşme çabasını yansıtır.
İlk trajediler Eski Yunan’da üretildi. Bu dönem Eski Yunan’ın altın çağına karşılık geliyordu. Eski Yunan altın çağı M.Ö 5.yüzyılda yaşandı. Yunanlar diğer milletlere göre hem zengindiler hem de demokrasiyi icat etmişlerdi. İlk trajediler geçmiş mitleri, efsaneleri ve tarihi olayları konu ediniyordu. Geçmişin mitleri trajedinin ana kaynağıydı. Trajedi mitleri ya olduğu gibi kabul ediyor yâda dönüşüme uğratıyordu. Homeros destanları bu konuda zengin bir kaynaktı. İlk tragedya yazarları kahramanlarını destanların zengin karakterlerinden aldı. Bu kahramanları kendi dönemlerine uyarladılar. Bir kısmını tanınmayacak kadar değiştirdiler. Bir kısmına yeni özellikler eklediler. Atina’da yapılan Apollon şenliklerinde her yıl tiyatro oyunları oynanıyor, trajediler sahneye konuluyordu. Yunan tragedyasının üç büyük ismi Aiskhylos, Sofokles ve Euripides’ti. Tragedya dediğimiz edebi türün temelini bu isimler attı.
Tragedya üzerine fikir yürütenlerin bir kısmı ki başta Georg Steiner olmak üzere türün bu dönemin kapanmasıyla sona erdiğini iddia eder. Çünkü tragedya, ancak Tanrılarla insanlar arasında bahis konusu olabilir. Sekülerleşmeyle birlikte Tanrı insanın benliğine kadar geri çekildiğinden artık trajediyi var eden zemin de ortadan kalkmıştır. Trajedi aşkın kuvvetlerle insan arasındaki mücadelenin söz konusu olduğu bir bağlamın ürünüdür.
Raymond Williams ve Terry Eagleton gibi Marksist düşünürler ise aksini iddia ederler. Kapitalizmin yarattığı güçler insanlara tıpkı tanrılar gibi hükmeder. Emek gücünün ayakta tuttuğu sistem, sömürüyü gizlemeyi başararak, insanların karşısına tıpkı Tanrısal güçler gibi çıkar. Kapitalizmin yasaları Tanrısal yasalar gibi gözükür. Sınırlı, geçici ve tarihsel olan yasalara ebedilik ve değişmezlik atfedilir. Emeğin yarattığı güçler, sömürü ve yabancılaşma sayesinde insanın karşısına Tanrısal güç gibi dikilir. Bizzat kapitalizmin yarattığı felaketler insanoğluna bir yazgı, kader gibi gözükür. Bunu önleminin biricik yolu kapitalizmin yarattığı güçleri insanın buyruğu altına almasından geçer. Bu ise insanın kör güçlerin esiri olmaktan kurtulmasıyla olanaklıdır. Demokratik planlama, herkesin söz ve karar sahibi olduğu demokratik süreçler bunun başlangıç adımlarıdır. İnsan kendi yazgısını ancak bu sayede eline alabilir. Kapitalizmin değişmez ve ebedi olmadığının ve eğilimlerinin geçici olduğunun farkına varılması ilk adımdır.
Kapitalizmin yükseliş aşamasında yarattığı felaketler tıpkı bir toplumsal salgına benziyordu. Veba bu toplumsal salgının ilk örneği olarak bilinir. İnsanoğlunun başına gelmiş en büyük felaketlerden birisiydi. 14.yüzyılda Avrupa nüfusunun %60’ını yok etmişti. Etkiler 18.yüzyılın sonlarına kadar kesilmeksizin devam etti. 19.yüzyılın başlarından itibaren emekçilerin yaşadığı felaketlerde adeta bir toplumsal salgını andırıyordu. Sefalet içinde üst üste kentlere yığılan işgücü, hiçbir altyapının bulunmadığı, kadın ve çocuk emeğinin acımasızca sömürüldüğü bir dünyaya gözlerini açıyordu. Kitlelerin gözünde yaşanılanlar tam bir felaketti. Tanrı ıslah olmayan insanları cezalandırmak için bu güçleri serbest bırakmıştı.
Bu durum mesiyanik yani kurtuluşçu beklentileri de kışkırtıyordu. Sömürünün konusu, artı değerin yaratıcısı işgücü klasik trajedide olduğu gibi aşkın güçlerin tutsağı olmuştu. Ya hakkında yazılmış kaderi uysalca kabullenecek yâda sömürüyü var eden simgesel düzeni alt üst edecekti. Artık modern trajedinin kahramanları kalabalıklardı. Şimdi ise canlı yaşamın olmazsa olmazı doğanın tepkimeleri hesap edildiğinde daha büyük bir felaketin içinde yüzüyoruz. Ekolojik felaket bir kısım çevreler tarafından mistifiye de edilerek kaçınılmaz bir yazgı gibi sunuluyor. İnsanlığın kaderi hiç olmadığı kadar kör kuvvetlerin insafına bırakılmış gözüküyor. O nedenle trajediyi var eden koşullar da yaşamaya devam ediyor.