Trajedi (4)
Bu yazı dizisinde trajediyi salt edebi bir tür olarak ele almadığımız yeterince anlaşılmıştır. Modernite için trajedi kendini anlamanın bir biçimiydi. Simon Goldhill ' trajedi hakkında genelleme yapmak trajediyi edebi tür alanından çıkarmış, onu benliğin siyasi, psikolojik ve dini bir öznellik olarak kavranmasının bir aracı olarak yeniden kurmuştur. Trajedi modernitenin kendini tanımlamasının bir güzergahıdır ' der. Artık trajediye bir tiyatro eseri veya edebi tür olarak bakılamaz. Trajedi insanın kendi üzerine düşünmesinin, anlamasının aracı haline gelmiştir. Antik dönemin kuşkusuz en büyük filozofu kabul edeceğimiz Aristoteles trajediyi bir sanat türü olarak kabul eder, dünya görüşü olarak değil. Siyasi, etik tartışmalar için başka alanlar vardır. Bu konular alanın kavramlarıyla değerlendirilmelidir. Türler birbirine karıştırılmamalıdır.
Modernitenin trajediye bakışındaki belirleyici halka yazgı ile özgürlük arasındadır. Marx özgürlüğü zorunlulukla birlikte ele almıştı. Özgürlük, ancak zorunluluğun kavranmasıyla mümkün olabilirdi. Özgürlük boşlukta devinmeyeceğine göre onu kısıtlayan koşulların ortadan kaldırılması gereklidir. Marx'a göre özgürlüğe ilişkin tahayyüllerin büyük çoğunluğu bu nedenlerle soyuttur, afakidir. Özgürlüğün gerçekçi bir kavranışı, ancak onu kuşatan, sınırlayan, engelleyen faktörlerin anlaşılmasıyla mümkündür. Diyalektik düşüncenin üstünlüğü dışarıdan paradoks gibi görünen bu hususu yakalamasında yatar. Kartezyen aklın ikili karşıtlıklarının dışına diyalektik sayesinde çıkmayı başaran Marx'a göre özgürlükle zorunluk arasındaki ilişki sabit, donuk ve mutlak değildir. Tarihteki pek çok özgürlük hülyası bu gerçeğin farkına varamadığından başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Trajedinin nirengi noktasında kader ile özgürlük arasındaki bu ilişki bulunur. Trajedi bu ikili arasındaki ilişkiyi ya uzlaşma ile ya da çatışmayı olduğu gibi bırakarak çözer. Edebi tür olarak trajedide çatışma uzlaşma ile sonuçlandığında izleyicide katartik bir etki bırakır. Çatışmalı bir toplumsallık içinden çıkıp tiyatroya gelen seyirci izlediği oyun uzlaşma ile kapandığında sağalır, rahatlar ve çatışmalı hayatına yanılsamalı biçimde geri döner. Çatıma askıda bırakıldığında, uzlaşma ile sonlanmadığında izleyici oyundan aldığı enerjiyi yaşama taşır. Tragedya yazarları bu konudaki tutumlarına göre kategorize edilirler. Ama tiyatronun temelinde Brecht'e gelinceye kadar belirleyici unsur seyirciye katarsis yaşatmaktı. Brech'in yaptığı devrim seyirciyi araya sürekli yabancılaşma efektleri yerleştirmek suretiyle yaşayacağı bu özdeşleşme duygusunun dışına çıkarmaktı. Seyirci sahnede izlediğinin bir oyun olduğunu asla unutmamalıydı. Neyse...
Büyük eleştirmen I.A.Richards'a göre ' trajedi edebiyattaki en güzide şeydir ', ' merhamet ve dehşet arasındaki dengenin sağlanmasıyla karşıt güçler arasında bir uzlaşma sağlanır. ' Schiller'den Hegel'e uzanan hat boyunca trajedinin açılan yaraları iyileştireceğine, düşmanlıkları sona erdireceğine, ölüme götüren güçleri yatıştıracağına inanılırdı. Hukuk doktoru genç Marx'a göre Aiskhylos'un Prometheusu'nun ' tek kelimeyle bütün Tanrılardan iğreniyorum' sözü ' felsefenin itirafıydı '. Miguel de Beistegui'ye göre ise ' felsefe trajedinin dile gelme mekanıdır. ' Hem genç Marx hem de çağdaş bir felsefeci trajedi ile felsefe arasındaki ilişkiyi benzer biçimde kavramıştı. İlk tragedyalarda dile gelen şey aslında felsefenin kendisiydi.
Hegel diyalektiğinde çatışma Tinin tarihteki hareketinin en asli amilidir. Çatışma olmadan Tinin hareketi mümkün değildir. Tinin hareketinin temelinde çatışma vardır. Bu çatışma önce doğada sonra da tarihte devinir. Önce özneldir sonrasındaysa nesnelleşir. Kendi öz farkındalığına bu sayede varır. Hegel'in yöntemi ile trajedi arasındaki yakınlık kolayca fark edilir. Uyuşmazlık ve çatışma nihayetinde bir üst uğrakta senteze ulaşacaktır. Çatışarak, varlıklarını önce inkar ederek, tümüyle yok sayılmadan bir üst uğrakta birlik sağlanacaktır. Hegel'e göre epik nesnel olaylarla, lirik şahsi olanla, tiyatro ise bilinç ile tarihsel gerçeklik arasındaki çatışmayla uğraşır. Yunanlılar tarihin çok erken bir aşamasında bunun farkına varmışlardır, şimdi tekrar buna ihtiyaç vardır. Hegel bir yerde ' tarihte Tin'in büyüklüğü en başta kopma ve ölümde , kurban ve mücadelede kendini gösterir ' der. Fenomenolojisinin en özgün yanını efendi ile köle arsındaki ilişkinin oluşturduğu Hegel için yaşam elbetteki ölümüne bir mücadeleden ibaretti. Ölümü göze alan üstte kalıyordu, göze almayan ise köleleşiyordu. Tragedyanın doğuşunda da böylesi bir gerilim yok mudur? Kahramanlar çatışarak, mücadele ederek yazgılarına diklenirler. Mücadele edenleri tarih kayıt altına alır.
Hegel'in üç büyük hasmından ilki olan - diğerleri Kierkegard ile Nietzsche'dir - Schopenhaure'e göre tarih aklın ilerleyişinden ziyade sefil bir güldürüye benzer. Bu konuda hoca ile talebesi arasında köklü bir karşıtlık vardır. Bu kızgın filozofa göre tarihe yön veren istenç diğer adıyla arzudur. İstenç nedeniyle cümle mahlukat ' birbirini yer bitirir (...) varoluşlarını tüketir, nihayetinde kendilerini ölümün kollarına bıraktıkları ana kadar korkunç ıstıraplar çekerler.' ' İstemenin tümü eksikten, yetersizlikten ve de böylece ıstıraptan doğar ‘. İstenç bizim esenliğimizi, mutluluğumuzu istemez. Yaşamın tek düzeliğine büyük hınç besleyen filozof için öznelliğimizin dışına çıkabileceğimiz tek şey estetiktir. Ölümü hayatımızın dışına iterek değil içine almak suretiyle ölümsüzlüğe kavuşabiliriz. Trajedi kefareti içeriyorsa bunun sebebi der ' kahramanın kendi değil doğmuş olmanın günahıdır. ' Bunun üstesinden ise ancak istençi yok sayarak gelebiliriz. Filozof trajediye yüklenen bizim de bir kısmını üstlendiğimiz anlamlara savaş açar. Trajik sanat İstencin öz farkındalığına ulaşıp kendi beyhudeliği ile yüzleşmesinden ibarettir. Trajedi Alman düşüncesinde Schillerden başlayarak Hegel'e kadar üstlendiği anlamları kaybederek filozofun elinde kör bir nihilizme hizmet eder.
Onun bıraktığı yerde bayrağı Nietzsche devralır ve ustası Wagner ile birlikte can hıraş biçimde trajedinin yeniden doğmasını ister. Sıradan, düz, Heidegger'in ' das man ' dediği kitle insanının karşısında antik çağın mitik kahramanlarını yüceltir. Nietzsche'nin ' übermenchi ' ancak kitle insanı sayesinde var olabilir. Eagleton'un dediği gibi ' kitlelerin sefil durumu estet elitin serpilip gelişebilmesi için sine qua non'dur '. Trajediye ayrıcalığını veren şey kahramanın çektiği azap değil izleyicinin bunun karşısındaki kayıtsızlığıdır. Nietzsche'ye göre trajedi ' en tatlı zalimliktir '. Bu çalışmada kitabından çok yararlandığımız Terry Eagleton trajedi üzerine bir başka kitabına bu nedenle ' tatlı şiddet ' adını vermiştir. Değerleri yeniden değerlendirmeyi öneren, Hıristiyanlığa savaş açan, Batı aklını yapı sökümüne uğratarak radikal bir epistemolojinin temellerini atan Nietzsche dehasını tümüyle gerici bir siyasetin hizmetine sunmuştu. Trajedideki kör düğümü yani özgürlük ile zorunluluk arasındaki ilişkiyi nihai çözüme kavuşturacak kuvvetlerin kapitalizm sayesinde tarih sahnesine çağrıldığı bir anda o kahramanlık çağına doğru geriye zıplıyordu. Üstelik bu güçlerle alay ederek, küçümseyerek, onlardan kendini üstün görerek yapıyordu bunu.