Terörist mi Direnişçi mi?
80 yaşında, belki de hayatında karıncayı bile incitmemiş Ahmet Türk artık bir 'terörist'. Bunu biz değil mahkemeler söylüyor. Kamuoyunda Kobani davası olarak bilinen davaya bakmakla yükümlü mahkeme, Ahmet Türk’ün yasadışı terör örgütüne üyeliğine karar vererek toplam 10 yıl hapis cezasına çarptırdı. Mahkemeye göre Ahmet Türk artık bir terörist. Hâlbuki toplumun önemli bir bölümü için mahkemenin terörist saydığı kişi bilge bir insan. Herkesin layık görülmediği bu onurlandırıcı sıfatı insanlar Ahmet Türk’ten esirgemiyor. Taraflı tarafsız bu sıfatı, Ahmet Türk’ün sadece yaşına hürmeten atfetmiyor. Bilgelik dediğimiz, ve tevazu, deneyim ile engin hoşgörüyü içinde barındıran bu sıfatı, Ahmet Türk’e tam da sıfatın içeriğine layık olduğunu düşündükleri için yakıştırıyorlar. Yoksa bilgelik dediğimiz şey yaştan ibaret bir şey olsaydı bir bilgeler toplumunda yaşıyor olurduk.
Ahmet Türk bu sıfatı hak ediyor, çünkü sıfatın içerdiği tüm değerlere sahip. Türk, yediden yetmiş yediye karşısındaki kim olursa olsun aynı tevazu ile davranıyor. Karşısındakinin sıfatı, gücü onun davranış ölçülerini zerre etkilemiyor. Tevazuyu hak etmesi için o kişinin bir beşer, bir fani olmasını yeterli sayıyor. Türk, bu özelliğini yalnız dostlarına değil belki en fazla düşman kategorisine alınabileceklere karşı gösteriyor. Düşman dedik ve belki irkilttik birilerini. Kürt halkının kimliğine, tanınma taleplerine inkârla, şiddetle yanıt verenleri de tevazuundan yana karşılıksız bırakmıyor. Kısaca herkese aynı standart davranış ile yaklaşıyor.
Ahmet Türk bildiğim kadarıyla 80'ine yaklaşmış bulunuyor. Ve bu 80 yıllık ömrün neredeyse tamamını halkının onurlu bir hayat sürdürebilmesi için yaşadı. Kürdistan’daki genel uygulamaya koşut olarak yaşı büyütülmek suretiyle milletvekili yapıldı. Daha gerekli yaşı doldurmadan parlamentoya milletvekili olarak geldi. 12 Eylül’ü Diyarbakır Cezaevi’nde geçirdi. Hani Meclis Başkanlığı’da yapmış Arınç'ın buradaki eziyeti yaşamış olanların dağa çıkması çok normal dediği cezaevi. Kobani davasından beraat eden Altan Tan’ın babasının tanık olduğu zulüm nedeniyle şuurunu kaybederek gardiyanları cehennem zebanilerine benzettiği yer. Yine cezaevinde kaldığı süre aldığı cezayı karşıladığı için tahliye edilen Gültan Kışanak’ın ilk gençliğinin tamamını geçirdiği yer. Kürdün ve şovenizm zehrini içmemiş herkesin belleğine böyle kaydedilen bir yerden bahsediyoruz.
Ahmet Türk bütün kritik dönemeçleri cezaevinde karşıladı. 90’larda Kürtler ilk defa partilerini kurduğunda, Türkiye’nin müesses nizamına onurlu bir barışı ve Kürtlüğün tanınması talebini dile getirdiklerinde de ona yine cezaevi yolu görünmüştü. Bu defa adres Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının gerçekleştiği Ulucanlar Cezaevi idi. Kürtlük, bu defa idam sehpasında iki halkın kardeşliğini haykıran Türk devrimcilerinin asıldıkları mekâna kapatılmıştı. Leyla Zana, müteveffa Orhan Doğan ve şimdi sürgündeki Hatip Dicle ömürlerinin 10 yılını burada geçirdi. Ahmet Türk bir süre kaldıktan sonra bırakıldı. Halkının mücadelesine kaldığı yerden devam etti. Bildiğimiz kadarıyla bir cemaat operasyonu olan KCK tutuklamaları dalgasında dışarıdaydı. Ama yaşı 80’e dayanmış bu insanı devlet bu yaşta da rahat bırakmadı. Ahmet Türk, Kürtlüğünden vazgeçmediği, halkına sadakatten ayrılmadığı için bunlar başına geliyordu. İşte o böyle bir tecrübenin içinden geliyor. Bilge olmak için gerekli olanın misliyle fazlası bir deneyime sahip. Yaşadığı zulme kahretmiyor, çünkü kahretmenin yılgınlık olduğunu biliyor. Zulüm insan kalmanın, Kürtlükten vazgeçmemenin doğal bir sonucu.
Ahmet Türk’ü sağdan soldan çok insan seviyor. Aklı başında herkes onun şiddeti desteklemeyeceğini, 'zorla' arasına kalın bir çizgi çektiğinden emin . Barış dışında hiçbir şeye hizmet etmeyeceğini, halkının onurunun düşürülmesine rıza göstermeyeceğini de biliyor. Ahmet Türk’ü zulme, yaşadığı onca eziyete karşılık böylesi engin bir hoşgörünün sahibi kılan şeyde bunlar. Bilgelik de işte bu uzun, kahırlı mücadelenin sonunda tevarüs edilebiliyor. Ahmet Türk ile terörist olmayı bir araya getirmek olsa olsa ya kötü bir şaka ya da bir oksimoron. Oksimoron yani birbiri ile asla bağdaşmaz, yan yana gelmeleri imkânsız şeyleri bir araya getirmek. Terörizm sözcüğünün serencamına belki sonra girebiliriz, ama ilk elde yıldırma, sindirme ve yılgınlığa sürükleme ile iradeleri teslim alma anlamlarına geldiğini söyleyelim. Yargıçlara inanacak olursak Ahmet Türk bunları yapmış. Onurlu bir barışa Türk halkını ikna etmek için yıldıracak, sindirecek araçlara başvurmuş. Şimdi neden oksimoron dediğimiz anlaşılmıştır herhalde. Bu işlerin Ahmet Türk gibi bilgelik sıfatının yakıştırıldığı birisi ile yan yana gelmesi düşünülebilir mi?
Mahkeme kararına inanacak olursak pek ala düşünülebilir. Çünkü biliyoruz ki terörist sıfatı çağımızda adeta her şeyi açan bir maymuncuğa dönüştü. Devletler çizdikleri çerçevenin dışında hareket eden her muhalif düşünceyi, artık terörizm ile eşdeğer sayıyor. Eskinin muhalifi, siyasisi, devrimcisi, düzen karşıtı tek bir kelime de özetleniyor artık. Bu saydığımız sözcüklerin her birinin herkes nazarında bir saygınlığı vardı geçmişte. Siyasi kabul edilenler adli sayılanlar tarafından cezaevlerinde saygı ile karşılanırdı. Düzen muhaliflerine o düzenin yandaşları dahi imrenme ile yaklaşırdı. Komünist denilen kişi tam bir idealist ve her şeyini topluma adamış biri kabul edilirdi. Muhaliflik ise resmi muhalefetin bir parçası sayılmayı değil düzenin temelleri ile uğraşmayı varsayardı. Çağın bilinci muhaliflere yakıştırılan ve her biri olumlu çağrışımlar yüklü bu sözcükleri halkın belleğinden kazımak için terörist sıfatını dolaşıma sundu ve göründüğü gibi bunda başarılı da oldu.
'Terörist' kökleri itibarıyla bugünkü anlamından çok uzak bir sözcüktü. Fransız devrimi ile birlikte doğmuştu ve Jakobenlerin siyasete armağanıydı. Jakobenlere göre devrim, insanlık tarihini bıçakla keser gibi adeta ortadan ikiye ayırıyordu. Yerlerde sürünen insanlık onuru, ancak devrimin uyguladığı terör ile ayakta kalabilirdi. Ve devrim düşmanlarına iradesini dayatırken yumuşak davranamazdı. Ancak, uyguladığı yöntem yüce bir ilkenin hizmetinde olduğu takdirde onay alabilirdi. Yöntemin kendi başına hiçbir değeri yoktu. O devrimin faziletini düşmanlarına dikte ettirmenin bir aracıydı sadece. Bu nedenlerle keyfilikten, kişisellikten uzak olmalıydı. Jakobenlerin devrim düşmanları için uyguladığı yöntem ile bugün İŞİD katliamcılığının uyguladığı şey bir ve aynı kabul ediliyor. Bir tarafta Buchner’in ‘Danton’un Ölümü’ oyununda Danton’un ‘ ey Robespierre, sen insanı çileden çıkaracak kadar namuslu birisin’ diye seslendiği bir devrimci diğer tarafta katliamcılığı bir estetik operasyona dönüştüren İŞİD barbarlığı. Çağın bilincine göre ikisi de terörist. Hatta Robespierre terörü icat eden bir cani. Büyük filozof Hegel bile başlangıçta hayranlık duyduğu Fransız Devrimi karşısında sonradan bocalayacaktı. Devrim geri çekilip bir restorasyon evresine girdiğinde O da devrimci heyecanlarını kaybedecek ve devrime ilişkin belleğinde Jakobenlerin terörü kalacaktı.
Bilge insan Ahmet Türk’ün suçu da bu galiba. Kürtlükten vazgeçmediğinde, toplum seni nasıl biliyor olursa olsun devlet nazarında sadece bir teröristsin. Çünkü Kürtlüğe layık bir başka sıfat imkan tanımıyor devlet. Kürt ne bilgeliğe layık ne de barış gibi kırılgan bir şeye, o olsa olsa dünyanın en lanetli şeyi ile bir arada anılmaya mahkum.