Suriye’de Gerçekte Ne Oldu?
Bu yazıda bir iddia ileri süreceğiz. İddiamızı karşılaştığımız bir takım açıklamaların semptomatik bir okumasına dayandıracağız. ‘Semptomatik Okuma’ kavramının Althusserci bir kavram olduğunu geçerken belirtelim. Çünkü hiçbir okuma büsbütün masum olamaz. Karşımıza aldığımız bir metnin, anlamaya çalıştığımız bir olgunun ve kavramlaştırmak için uğraştığımız bir sürecin bilgisine, ancak ‘masum’ olmayan bir okuma sayesinde ulaşabiliriz. Hekimler bir hastalıkla ilgili teşhislerine sadece semptomlardan yani belirtilerden kalkarak ulaşabilirler. Belirtileri yanlış okuma bir hekimi hastalık konusunda öncelikle yanlış bir teşhise ve bunun akabinde ise hatalı bir tedavi sürecine iter. Ölümcül hastalıkların teşhisinde yapılacak bir hatanın ise telafisi mümkün değildir. Sosyal ve siyasal gelişmeler içinde aynı şey söz konusudur. Devrim olduğu iddia edilen bir gelişmeyi sadece sözcülerinin söylediklerine inanarak değerlendirecek olursak ölümcül bir hataya sürüklenmiş, aldatıcı bir söyleme kendimizi kaptırmış oluruz. Selefi-cihatçı bir yapıyı muhalif gibi her niyete yenilebilir masum bir sözcüğün içine yerleştirdiğimizde ileride ölümcül sonuçlarla karşılaşma ihtimalimiz çok yüksektir. O nedenle olgu ve gelişmelerin gerçek karakterini anlayabilmek için ‘semptomatik bir okumaya’ ihtiyacımız var. Başlangıç için birtakım aktarımlar yapalım.
‘İdlip’de, Heyet Tahrir el-Şam’ın kontrolü altında 4 milyon Suriyeli vatandaş yaşıyordu. Bunların belli bir kriz esnasında Türkiye’ye gelmesi mümkündü. Bu krizlerin çıkmaması, oradaki varlığın istikrarlı devam etmesi için bizler tabii ki belli bir koordinasyon içerisinde hep olduk ve o süreç içerisinde de Heyet’i tanıma imkânımız oldu.’ Bu sözler Türk istihbarat servisi MİT’i on üç yıl boyunca yönetmiş ve çok kritik ilişkiler ile temasların başında bulunmuş Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 15 Aralık tarihinde Suudi Arabistan kanalı ‘El Hades’e verdiği röportajdan. Fidan Türkiye’ye doğru bir göç dalgasını önleyebilmek için İdlip’i kontrol eden ve BM’nin terör listesine aldığı HTŞ ile zorunlu bir ilişki içinde olduklarını söylüyor. İstihbarat örgütlerinin doğası gereği bir an için bu açıklamanın masumiyetini kabul edelim. Ancak Fidan devamında ‘onlara özellikle modern yönetim algısı nasıl olur, modern yönetim sistemleri nasıl olur, onlar konusunda tavsiyelerimizi, nasihatlerimizi hep ilettik’ diyor. Bu açıklama ilişkinin mahiyetini bir anda değiştiriyor. BM’nin terör listesinde olan bir örgüte Türk istihbaratı kontrol ettiği bölgeyi daha iyi yönetmesi için nasihatlerde bulunuyor. Bir yerde onu etkisi altına almaya çalışıyor. Söyleşinin bir yerinde Fidan artık Suriye üzerinde yarattığı etkinin verdiği öz güven ile HTŞ’den nasıl yararlandıklarını samimi bir biçimde ikrar ediyor: ’İdlip bir sınır şehri olarak hemen yanı başımızda. Bu çerçevede terör ve terörle bağlantılı faaliyetleri yakından izledik. HTŞ, kanaatimce kendisini El Kaide, DEAŞ ve diğer bağlantılı radikal unsurlardan koparmak anlamında büyük adımlar attı’. Fidan BM’nin terör örgütü kabul etmesine rağmen HTŞ’nin El Kaide ve DEAŞ’dan farklı olduğunun altını çiziyor. Anlaşılan o ki Türkiye etkisi altına aldığı örgüte yalnızca modern yönetim sistemleri konusunda yol göstericilik yapmıyor, onun diğer terör örgütleri ile aynı kefeye konulmasından da rahatsız. En sonunda Fidan ağzındaki baklayı çıkartıyor, kendisine sorulan HTŞ’nin DEAŞ ve El Kaide gibi terörist gruplarla mücadele konusunda yararlı olup olmadığı konusundaki soruyu şu şekilde yanıtlıyor: ‘ evet, büyük ölçüde… Özellikle DEAŞ liderliğine karşı mücadelede istihbarat paylaşımında mükemmel bir işbirliğimiz oldu. Bize çok yardımda bulundular. Hassasiyetler nedeniyle bunu o zaman duyurmadık. Ancak yıllar zarfında DEAŞ ve El Kaide bağlantılı örgütlerle ilgili istihbarat sağlama anlamında bizimle iş birliği içinde oldular’.
Bu istihbari işbirliğinin sonuçlarının ne olduğunu biliyoruz. Önce onları hatırlatalım. Bu istihbari iş birliği neticesinde DEAŞ lideri Ebubekir El Bağdadi 27 Ekim 2019 tarihinde, onun halefi olan Ebu İbrahim El Haşimi El Kureyşi ise 3 Şubat 2022’de ABD’nin nokta operasyonları ile öldürülmüştü. Yine DEAŞ’ın sonraki liderlerinden Ebu Hüseyin el-Kureyşi 2023 yılında İdlip’te artık bu operasyonlar sonucunda yapılan o ruhsuz açıklamalarda olduğu gibi ‘etkisiz hale’ getirildi. Erdoğan bu operasyondan sonra Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığını göstermek için bu işin MİT tarafından yapıldığını açıklamıştı. Demek ki HTŞ İdlip’teki egemenliğini diğer terör örgütleri olan DEAŞ ve El Kaide ile paylaşmamak için onların liderleri ile ilgili istihbaratları MİT ile paylaşmış ve bunların neticesinde ABD operasyonları yapılmış. Bu söylediğimiz bu konu ile ilgili en ‘masum’ argümantasyon olmalı. Belki de HTŞ çok daha önceden değişik istihbarat servislerinin etkisi altına girmiştir. Bulunduğu bölge Türkiye’ye yakın olduğu için Türk istihbaratı ile ilişkileri çok girift bir mahiyet almış. MİT onlara modern yönetim teknikleri öğretmeye başlamış. Onlarda bölgedeki kontrollerini pekiştirmek için MİT üzerinden CIA’ya istihbarat aktarmış. ABD kontrolü altındaki BM üzerinden HTŞ’yi terörist örgüt olarak ilan ederken başka terörist örgütlerin liderlerinin etkisiz hale getirilmesi için onlardan istihbarat almış. Devletler kendi toplumlarına ve uluslararası topluma başka şeyler gösterirken el altından bambaşka işler çevirmişler.
HTŞ lideri Colani şimdiki adıyla Ahmet el-Şara hem DEAŞ ile hem de de El Kaide ile çalışmış birisi. Faaliyetlerine Irak’ın işgali ile başlamış Davutoğlu’nun deyişiyle ‘öfkeli gençlerden’ biri. ‘Stratejik Derinlik’in düşünürü Ortadoğu’nun cihatçı-selefilerini bu sözcükleri kullanarak masumlaştırmıştı. Kafa ve kol kesen, kadınları esir pazarlarında satan, şiddeti modern teknolojinin imkânlarını sonuna kadar kullanarak bir dehşet yaratma yani sözcüğün en gerçek anlamıyla terör aracına dönüştürüp ritüelleştirenler öfkesine yenik düşmüş gençlerdi sadece. Ahmet El-Şara’nın yolu da El Gureyp cezaevinden geçmiş. Toplam 5 yıl Amerikalıların her türlü insanlık dışı işkenceyi yaptıkları bu cezaevinde kalmış. Amerikalılar istihbarat teknikleri ile ıcığını cıcığını öğrenmişlerdir. Suriye iç savaşı başladığında önce El Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra’yı kurmuş. Bilindiği gibi El Kaide her hangi bir ulus-devlet toprağına bağlı olmayan bir İslam enternasyonalini savunuyordu. Colani iç savaş ile beraber bu İslamcı enternasyonali terk etmiş. DAİŞ güçlenince ve Suriye ile Irak topraklarının bir bölümünü kontrol etmeye başlayınca bu zat örgütünü DAİŞ’in hizmetine sunmuş. Bizdeki yandaş kalemlerin Obama’nın Suriye’ye el atmak için bizzat kurdurduğunu iddia ettikleri örgüt. DEAŞ başta YPG olmak üzere Suriye sahasındaki bir takım örgütler aracılığıyla etkisiz hale getirildiğinde Colani İdlip’i kendine üs yapmış. Neresinden bakarsak bakalım istihbarat örgütleri ile içli dışlı olmuş, sürekli kılık değiştirmiş, içinden çıktığı örgütlerin tasfiyesi için istihbarat servislerine bilgi sızdırmış kullanıma çok elverişli bir tipoloji çıkıyor karşımıza. Suriye’nin yeni lideri olarak bu adam pazarlanıyor. Ondan haki gömlekleri, takım elbiseli kravatlı hali ile bir devrimci yaratmaya çalışıyorlar. Ayakta kalmak için kendini herkese kullandırmış, birlikte olduklarını gammazlamaktan çekinmemiş bir portre karşımızdaki. Dünün öfkeli genci, bugünün Şam fatihi ne kadar da masum değil mi? Devam edeceğiz.