1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Suriye’de Gerçekte Ne Oldu? (2)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Suriye’de Gerçekte Ne Oldu? (2)

A+A-

1-Suriye’de dost görünenlerin dahi birbirine güveni yoktu. ABD’nin Türkiye ile ilişkisi Fırat’ın doğusunda başka batısında başkaydı. Doğusunda Esat’ın cihatçı-selefi unsurları imha etmesini istemiyordu. ABD 2016 yılından sonra Esat’ın varlığını kabullenmiş, fakat Suriye’nin tamamında kontrolü ele geçirmesini engelleyici müdahalelerde bulunuyordu. Zayıflatılmış, güçsüz düşürülmüş ve mümkünse İran etkisinden kurtarılmış bir Esat ABD için ideal olanıydı. ABD Suriye’nin üçe bölünmesini, doğusunda geniş yetkilere sahip bir Kürt otonomisini, Batısında bir Sünni Arap oluşumunu, Esat’ın ise Lazkiye ve Tartus kıyı şeridi ile Şam ve çevresine çekilmesini planlıyordu. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi ülke üçe bölünecek, hiçbir parça ülkenin tamamı üzerinde güç sahibi olamayacak ve etnik ve mezhebi gerginlikler diri tutularak ülke kaostan çıkamayacaktı. Bu planlama sadece ABD’nin değil İsrail'in de hesabına geliyordu.

2-Türkiye Fırat’ın doğusunda, Astana süreci ile Rusya ile olan ilişkilerini belli bir kıvamda tutuyordu. Astana zirvesinden çıkan kararlara göre Suriye’yi batı-doğu yönünden yatay olarak bölen M4 karayolunun kuzey ve güneyinde 6 km’den ibaret silahtan arındırılmış bir bölge tesis edilecek ve Türkiye’de kuracağı askeri üsler ile bu bölgenin kontrolünden sorumlu olacaktı. Ayrıca İdlip bölgesine yığılmış selefi-cihatçıların gözetimi de Türkiye’ye bırakılmıştı. Bu bölgede yaklaşık 3 milyona yakın insan yaşıyordu. Suriye’nin tamamındaki selefi-cihatçılar bu bölgeye sığınmıştı. Türkiye hem kontrolsüz bir göçü engelleyecek hem de buradaki selefi-cihatçıların kontrolsüz bir hareketini önleyecekti. Rusya bölgenin silahlandırılması ve selefi-cihatçıların akıbeti konusunda Esat ile Türkiye arasında arabuluculuk yapıyordu. Esat Türkiye ile masaya oturmak için Suriye’deki Türk askeri varlığının son bulmasını şart koşuyor, Türkiye ise etkisi altındaki selefi-cihatçıları Suriye muhalefeti olarak örgütleyerek Esat tarafından muhatap kabul edilmelerini dayatıyordu.

3-Ancak sürecin gelişimine baktığımızda Türkiye’nin Astana görüşmelerine uymadığını, kâğıt üzerinde uyar gibi gözükerek zaman kazandığını ve el altından da HTŞ ile birlikte hareket eden güçleri Halep’e yönelik yeni bir saldırıya hazırladığını anlıyoruz. Halep’in yeniden ele geçirilmesi Esat’ın şartsız olarak Türkiye ile masaya oturmasını sağlayacaktı. Masada kazanmak için sahada güçlü olmak gerekiyordu. 2016 yılından bu yana devam eden pata durumu Esat’ı meşrulaştırmış ve Esat Arap Birliği toplantılarına yeniden çağrılmaya başlamıştı. Arap Birliği’nin iki güçlü ülkesi Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri Suriye’deki Türkiye-Katar işbirliğinden ve etkinliğinden rahatsızdılar. Esat’ı meşru zeminlere çekerek hem kontrol altına alabileceklerini hem de hasımlarının etkisinden uzaklaştıracaklarını düşünüyorlar ve nihai olarak da Esat’ın İsrail ile olan ilişkilerini düzeltmeyi hedefliyorlardı.

4-Bu tablo Gazze olayları, direniş ekseninin zayıflaması ve İran etkisinin geri çekilmesi ile önemli, ölçüde değişti. Ama yine de kâğıt üzerindeki plana göre Esat’ın büsbütün tasfiyesi ile Şam’ın HTŞ ile selefi-cihatçılara teslimi düşünülmüyordu. Her ne kadar HTŞ ile CIA arasında belki de MİT üzerinden sürdürülen bir temas söz konusu olsa da selefi-cihatçıların Ladin örneğinde olduğu gibi bumerang etkisi ile kendini besleyenlere silahlarını doğrulttuğu bir vakaydı. Dolayısıyla selefi-cihatçılar desteklenebilirdi, ama kontrolden çıkmamaları kaydıyla. Hele Suriye’nin tamamının böyle bir güce teslimi düşünülemezdi. Selefi- cihatçılar ile ABD arasındaki ilişki karşılıklı kullanmaya dayalıydı. ABD BAAS benzeri milliyetçi rejimleri destabilize etmek için onlara destek vermiş onlarda karşılığında güçlenmek için bu tür bir iş birliğini reddetmemiş, ama gücü ellerine geçirdiklerinde ise bağımsız davranmaya yeltenmişlerdi. En uygunu kontrol edilebilir ölçeklerde tutulmaları ve çok büyük siyasi birimlerin yönetiminin bu güçlere bırakılmamasıydı.

5-O nedenle iddiamız HTŞ’nin bir anda Şam kapılarına dayanmasının önceki plana uygun olmadığı yönündedir. Hem İsrail hem de ABD açısından HTŞ önderliğindeki selefi-cihatçıların Şam fethinin sürpriz olduğudur. İlk planın ABD-İsrail-Türkiye ve İngiltere tarafından hazırlandığına ilişkin hiçbir kuşkumuz yok. Güçsüz bir Esat bu güçlerin tamamının ayrı ayrı hesabına geliyordu. HTŞ saldırısı için şartlar oluşmuştu. İsrail’in direniş eksenini dağıtıcı saldırıları sonuçlarını vermiş ve Esat’ın kolunu kanadını yolmuştu. Zayıflatılmış bir Esat ayakta kalmak için İran etkisinden uzaklaşacak ve muhalif olarak pazarlanan selefi-cihatçıların bir kısmı ile masaya oturmayı kabullenecekti. Buraya kadar her hangi bir sorun yoktu. Sorun Humus önlerine gelindiğinde ve BAAS’ın tümüyle çöktüğü anlaşıldığında ortaya çıktı. Esat’ı ayakta tutan gücün tümüyle çöktüğü ortaya çıktı. Ya ilk plana sadık kalınarak Esat’ın bir teklifle gelmesi beklenecekti ya da ilk planın aktörlerinden bir kısmı oluşan uygun zeminin kendi tikel çıkarları için zorlayacaktı. Biz bu zorlamanın İngiltere ile Türkiye’den geldiğini ve HTŞ üzerindeki Türkiye etkisi ile ilk planda olmayan Şam’a kadar yüründüğünü iddia ediyoruz.

6-Denecektir ki İngiltere nereden çıktı? Bu parantezi onu açmak için açtık. Brexit sonrası İngiltere’yi özel olarak değerlendirmek gerektiğine inanıyoruz. Modern tarihin ilk modern emperyalist ülkesi İngiltere’dir. Dünya jeopolitiği konusunda inanılmaz bir deneyime sahiptir. Ortadoğu denilen coğrafyayı herkesten daha iyi bilir. Soğuk savaş döneminde ABD’nin bir peyki durumuna düştü ise de Brexit sonrasında İngiltere bu emperyal birikimi ile yeniden dünya siyasetine iddialı bir biçimde dönmenin hesaplarını yapıyor. İngiltere AB içinde iken ABD’nin Truva atı görünümündeydi. Bunda ABD’nin gücünün zirvesinde olmasının da etkileri vardı. Ama Brexit ile ABD hegemonyasındaki gerileme kesişti ve İngiltere’yi daha etkili bir vizyon geliştirmeye yöneltti. Bu ülke dünya siyasetinde artık çok daha agresif bir yönelime girmiş bulunuyor. Ukrayna savaşı bunun en etkili örneğidir. İngiltere başından beri Ukrayna’nın ve Zelinski’nin arkasında durdu. Barış çabaları yoğunlaştığında Ukrayna’nın masaya oturmaması için silah sevkiyatlarını arttırdı ve Kiev’i hiç boş bırakmadı. İngiltere Ortadoğu’daki gelişmelerin doğrudan içinde yer alarak 100 küsür yıl önce haritalarını bizzat kendisinin çizdiği coğrafyaya yeniden dönüyor.

7- Biz Türkiye ile İngiltere’nin bir oldubitti ile ilk planı değiştirdiklerini ve çökmüş Esat rejiminin yarattığı boşluğu ustaca değerlendirerek HTŞ ile beraber hareket ettiği güçleri Şam’a doğru yönlendirdiğini iddia ediyoruz. Bu konuları kuşkusuz uzmanları bizden çok daha iyi biliyordur, ama bilenlerin dahi söylemekten imtina ettiğine kuşkumuz hiç yok. Bunlardan biri Mümtaz’er Türköne. Türköne’yi burada uzun uzun anlatacak değiliz. Ancak kendisi ülkücü gelenekten gelen bir akademisyen ve devlet aklını okuma konusunda iddialı çıkışlar yapan biri. Türköne 17 Aralık tarihinde Medyascope’ta yayınlanan yazısının bir yerinde şunları söylüyordu ‘ HTŞ, Humus’a vardığında Şam’a ilerlemek konusunda bir tereddüt yaşadı. Sonrasında apar topar Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in, Türkiye’ye plana uyma konusunda yaptığı telkinlerden, elimizdeki tablonun üzerinde mutabık kalınan projeyi aştığı sonucuna varabilirsiniz.’ Bir neo-osmanlıcı olarak Türköne’nin bu olanlardan bir şikâyeti yok. Üstelik devlet aklının böyle çalışmasından fazlasıyla memnun. Ama bizim böyle düşünmemiz desteğini sadece Türköne’nin yazdıklarından almıyor.

8-Trump HTŞ Şam’a girdikten sonra Erdoğan hakkında ilk anda övgü gibi anlaşılacak, ama dikkatli bir biçimde okunduğunda yoğun ironik göndermeler barındıran laflar etmişti. WikiLeaks yazışmalarından biliyoruz ki Amerikalılar Erdoğan’ın egosunun şişkinliğini çok erken teşhis etmiş. Washington’a Ankara’dan giden kriptolarda Amerikalılar Erdoğan’a bir şeyi kabul ettirmek istiyorsanız önce onu övün ve egosunu okşayın diye telkinde bulunuyor. Trump’ta Erdoğan’ı övdü ve onu neredeyse Şam fatihi ilan etti. Ordusunun gücünden, çok iyi savaştığından ve artık Suriye üzerindeki en etkili kişinin Erdoğan olduğunu söyledi. Ama bir yerde ‘ Türkiye çok fazla can kaybına yol açmadan dostça olmayan bir çökme gerçekleştirdi’ dedi. Muhatabını kıvama getirmek istediği övgüleri bir yana bıraktığımızda kritik söz bu cümlenin içinde saklı. Trump Türkiye’nin Suriye’de yaptığının dostça olmayan bir çökme olduğunu ifade ediyor. Buradaki dosttan kasıt Esat değil her halde. Esat Erdoğan’ın önce dostuydu, ama biliyoruz ki Suriye iç savaşından sonra en büyük düşmanı oldu. Erdoğan’ın dostça çöktüğü müttefiklerinden başkası olamaz. Yani son operasyonu birlikte hazırladığı dostları. Onların kim olduğunu yazının girişinde detayları ile anlattık. Trump’ın itirafından aslında Suriye’de olanın bitenin ne olduğunu anlamak mümkün. Bunu anlamadan sonraki gelişmeleri anlayabilmek ise mümkün değil. İsrail’in hareketlerini, ABD’nin yeni planlarını, Öcalan görüşmesinin bir süre askıya alınmasını vs…

Önceki ve Sonraki Yazılar