1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. SURİYE’DE ASLINDA NE OLDU?
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

SURİYE’DE ASLINDA NE OLDU?

A+A-

Suriye’de tam olarak ne olduğunu bilmeden gelecekte neler olacağını bilmek mümkün olmayacak. Bizler ortaya çıkan sonuçlara odaklanarak neler olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Bir taraftanda taraflar, aktörler ve devletler kendi anlatılarına bizleri inandırmak için yoğun bir propaganda faaliyetinde bulunuyor. Daha çok kimin kazanıp kimin kaybettiğine bakıyoruz. Kaybeden ve kazananları aynı torbanın içine atarak toptancı bir bakışa ulaşıyoruz. Bu tür toptancı veya kategorik bakışlar ise tam olarak olanı biteni anlamamamızın önündeki en büyük engel haline geliyor. Çünkü aynı tarafta olanların bile aralarında çok kısa bir zaman içerisinde yüksek düzeyde sorunlar çıkması ihtimali var.

Kazananların en başında HTŞ ve diğer selefi-cihatçı örgütler geliyor. Daha yakın bir zamana kadar İdlip’te çok küçük bir bölgeyi yönetirlerken ve her an Esat ve destekçisi kuvvetler tarafından kuzeye yani Türkiye’ye doğru süpürülmeleri çok güçlü bir ihtimal iken şimdi Suriye’nin tamamı üzerinde hak iddia ediyorlar. En güçlü senaryolar Suriye’nin artık tek bir merkezden yönetilemeyeceği yönündeydi. Suriye en az üçe veya dörde bölünecekti. Topraklarının tamamı üzerinde hiçbir güç yekpare bir egemenlik kuramayacaktı. Federalizmden aşağı modeller konuşulmuyordu. Hatta konfederal bir yapının kurulma olasılıklarından bile söz ediliyordu. Şimdi ise Şam’daki yönetimi eline geçiren HTŞ ve ona bağlı güçler ülke toprakları üzerindeki tüm silahlı güçlerin silahlarını bırakmasından ve bu kuvvetlerin kurulacak savunma bakanlığı içinde eritilmesinden aşağı bir şeyi kabul etmeyeceklerini söylüyor. 13 yıllık bir iç savaşın içinden geçmiş ve hemen herkesin güvenlik nedeniyle silahlandığı bir ülkede bunun öyle rahatça hayata geçirilebileceğini düşünmek kolay olmayacak. Herkes endişeli bir şekilde neler olacağını bekliyor.

Colani’nin adını değiştirmesine, sakalını düzeltmesine ve uluslararası toplumu artık değiştiğine ikna etmek için kravat bile takmasına ve Suriye’deki tüm toplulukların bildikleri gibi yaşamaya devam edecekleri yönündeki açıklamalarına çok fazla itibar edilmiyor. Suriye’nin laik yapısı ayakta kalacak mı, Esat’ın ülkeyi terk etmesiyle kendilerini büyük bir tehdit altında görmeye başlayan Nusayriler’in güvenlik endişeleri giderilebilecek mi, Hıristiyan Dürzilerin akıbetleri ne olacak ve daha önemlisi Fırat’ın doğusunda iç savaşın başından beri kendi kendilerini yönetmeyi öğrenmiş Kürtlerin Rojava olarak isimlendirdikleri bölgenin geleceği ne olacak? Bu toplulukların neredeyse tamamı iç savaş nedeniyle kendi öz savunmalarını geliştirmişler ve silahlanmışlardı. Bu silahlı topluluklardan şimdi yalnızca birisi Suriye’nin tamamı üzerinde hak iddia ediyor. Geçmiş sicili düşünüldüğünde söylediklerinin hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Hâkim oldukları bölgelerde selefi bir şeriat anlayışını dayatmışlardı. Kimsenin inancına saygı duymuyorlardı. Herkesi kendilerine biat etmeye zorluyorlardı. Kafa kol kesiyor, kadınları esir pazarlarında satıyor ve özellikle Sünni olmayanları dinden çıkmış görüyorlardı.

Selefiliği en katı biçimde hayata geçiriyorlardı. Herkes onlar gibi giyinmek ve yaşamak zorundaydı. Bu anlayış Suriye nüfusu içinde bile çok az insana seslenebilirdi. Suriye sömürgeci güçler tarafından sınırları cetvelle çizilmiş sentetik bir ülke olmuş olsa bile Ön Asya’da yer alması nedeniyle uygarlıkların kavşak noktasındaydı. Akdeniz kıyı şeridinde Fenikeliler güçlü bir denize dayalı uygarlık kurmuşlar, parayı icat etmişler ve tüm Akdeniz kıyılarında ticaret yapan bir topluluk olarak dikkat çekmişlerdi. Suriye toprakları Roma ile Persler arasında sıklıkla el değiştirmişti. Fırat’ın doğusu Roma için bir sınır teşkil ediyordu. İslamın ilk fetihlerinin yapıldığı topraklardan biriydi. Emeviler bu toprakların zenginliği nedeniyle hanedanlıklarını burada kuracaklar ve tam 80 yıl hüküm süreceklerdi. Her kabileye bir şehrin anahtarını teslim edecekler ve Şam’ı hanedanlıklarının merkezi yapacaklardı. Emeviler dönemi İslamın katılaştığı, mezhepçi ayrılıkların kanla bastırıldığı ve iktidar için dinin yoğun bir biçimde kullanıldığı bir dönemdi. İslam ilk defa bu dönemde Arabistan yarımadasının dışında bir coğrafyada kurumsallaşıyor ve bir hanedanlığın hizmetine giriyor ve katı mezhepçi bir mahiyet alıyordu. Emevi İslamı iktidarın çürüdüğü, bu çürümüşlüğün dinsel argümanlarla sıvanmaya çalışıldığı, meşveret denilen ve İslamın demokrasi ile yanyana yaşayabileceğine delil oluşturan uygulamaların tümüyle bir yana bırakıldığı, iktidarın sadece bir kabilenin kontrolüne geçtiği ve onunda şehirleri diğer kabilelere dağıtarak bir kabile federasyonunu yönettiği keyfi, soya dayalı bir egemenlik anlamına geliyordu.

Emevi dönemi Müslümanların büyük çoğunluğunun bile içlerine sinerek kabul etmediği bir dönemdi. Asr-ı Saadetin altın zamanları ile Abbasilerin Bağdat’ı İslam uygarlığının başkenti haline getirdikleri dönem arasındaki uzun bir parantezdi. Keyfiliği, İslamın evrensel mesajları yerine kabileciliği, hoşgörü yerine koyu bir mezhepçiliği ve iktidarın tek bir ailenin sultası altına girmesini simgeliyordu. İslam bu karanlık dönemden sonra Bağdat’ta kendinden önceki tüm insanlık birikiminin toplandığı yeni bir uygarlığın inşasına girişecekti. Antik yunan'ın tüm birikimi doğulu Hristiyanlar aracılığıyla ayakta tutulduktan sonra Bağdat’ta işlenecek ve buradan Endülüs üzerinden batıya aktarılacaktı. Yapılan sadece bir aktarma işlemi de değildi. İslam, uygarlığa en özgün katkılarını bu dönemde yapacaktı. Bağdat’ın Moğollar tarafından taş üstünde taş bırakılmayacak biçimde yıkılışı ile birlikte İslam yeniden bir daha toparlanamayacağı bir durgunluk içine girecekti. Büyük ölçüde Osmanlının himayesi altına giren İslam bir daha asla bu durgunluktan çıkamayacaktı.

Marx tarihte hiçbir şey iki defa yaşanmaz demiş ve devamında ilkinde trajedi olarak yaşanılan ikincisinde farsa dönüşür diye devam etmişti. Selefi-cihatçıların bir sonraki yazıda tartışmayı düşündüğümüz bir oldubitti ile Şam’ı düşürmesi tarih bilgisi olanların aklına hiç kuşkusuz bunları getirecektir. HTŞ ve ismini bile değiştiren selefi-cihatçılar Ümeyoğullarını ve onların gaddarlıklarını akıllara getirecektir. Colani de şimdi tıpkı Emevilerin her kabileye birer şehrin anahtarını vermesinde olduğu gibi ittifak yaptığı selefi savaş ağalarına bir şehrin valiliğini veriyor. Selefilere ulufe dağıtarak, yağmadan pay vererek yeni süreçte desteklerini almayı hesaplıyor. Ama Suriye’nin laik yaşam tarzına alışmış, İslamın yalnızca selefilikten ibaret olmadığına inanmış Müslim veya Gayrimüslim, Arap, Kürt Çerkez ve diğer milliyetlerden halkları kendilerine giydirilmek istenen bu yeni sürüm Emevi gömleğini yırtıp atacaktır.. Selefilerden birer demokrat çıkartılmasına, kadınları esir pazarlarında satanların insan haklarından bahsetmelerine inanmayacaktır. Dinsel gericilikle siyasal gericiliğin birer kan kardeşi olduğunu çabuk anlayacaklardır. Emperyalistlerin vesayetinde iktidarı teslim alanların devrim sözcüğünü kirletmelerine izin vermeyecek ve bunlardan birer muhalif olarak bahsedilmesine karınlarının tok olduğunu er veya geç yüzlerine haykıracaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar