Söke'de
Bu iktidarın yaptığı en iyi şey nedir, diye sorsalar, “yolsuzluğu” çağrıştırsa da yol diyeceğim. Ekonomi, işsizlik, adalet, eğitim, konularında olmasa da, “Beşli Çete” kavramını dilimize kazandırma ve yol, köprü, baraj gibi inşaat işlerinde oldukça “başarılı” görülüyor. On beş gündür yollardayım. Her şey ateş pahası ama yollarımız kaymak gibi. Bal dök, yala. Hani, her şey bozuk ama Ayasofya açıldı ya, der gibi. Şimdi de restorasyon yapılacak denilerek kapatılacak söylentileri dolaşıyor. Ona da bir kulp bulunur ve oradan da bir başarı öyküsü çıkarılır. Üç yıl önce açarken alkışlanan iktidar, Ayasofya’yı kapatırken de alkışlanırsa hiç şaşırmam. Akdeniz’den Ege’ye her yer ya otoban ya da bölünmüş yol. Bir de her otobanın giriş-çıkışına Deli Dumrul gibi dikilen gişeler olmasaymış, iyiymiş.
Menemen’den sonra Söke’deki dostlarımızı görmek için sabırsızlanıyorduk. Öğretmenliğe ilk adımımı attığım Söke’ye kavuşmanın heyecanıyla radarı fark edemeyince trafik polisleri toprakbastı parası alır gibi cezayı kestiler. Elli hız sınırı olan Söke girişinde, elli beşle gidenlere gülümseyen trafik polisleri, elli altıyla gittiğim için kaşlarını çatıp parmak salladı. Ne ziyaret edeceğim kişinin emekli polis olması ne de yıllar sonra ilk görev yerimi ziyaret etme serzenişlerim kâr etmedi.“Radara girdin, yapılacak bir şey yok.” diyen polis, bir de teselli eder gibi,
“Cezayı on beş gün içinde ödersen yüzde yirmi beş indirim kazanırsın.” diyerek ceza makbuzunu uzattı. Polis memuru, beni mi düşünüyordu, yoksa toprakbastı vergisini garantiye mi almak istiyordu, kestiremedim. Bu can sıkıntısında aracın kapısına başparmağımı sıkıştırmam da işin cabası oldu.
Moraran tırnağımın acısını dostların sıcak sohbeti unutturmuştu. Yıllar önce Adana’da temeli atılan ve unutulmayan dostların bir kahvesini içip yolumuzu gözleyen diğer dostlara da uğramaktı niyetimiz ama bu Egelilere misafirlikte elini verdin mi kolunu kurtaramıyorsun. Emekli polis memuru Musa Bey ve esprili eşi Esen Hanım, aynı binada oturan iki oğlu, gelinleri ve torunlarıyla geçmişi, günümüzü ve geleceği konuştuk. En çok da Aydın’ı anlatan ikinci kitabım, Karşı Balkon’da yer alan anı-öykülerle ilgili konuştuk.
Dün öğleden sonra da Bağarası-Bayırdamı’ndaki bahçelerine gittik. Yıllar önce deneyip de beceremediğimiz, tenekede tavuk maceramızı bir kez daha anımsayıp gülüştük. Maharetli dostlarımız, kazığa geçirilmiş ve tenekenin içinde nar gibi kızarmış tavuğu bir saat içinde masanın ortasına koymuşlardı.
Köyün serin havasında, odun ateşinde, semaverde demini almış sıcak çaylarımızı keyifle yudumluyorduk. Dağın tepesinden ışıklar içindeki Söke Ovasına sessizce bakıyordum. Zihnim beni geçmişe doğru hüzünlü bir yolculuğa çıkarmış, kırk yıl önceki Sarıkemer günlerim gözümde canlanmıştı.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.