Soğuk Savaş Başlarken
George Kennan ikinci dünya savaşı sona erdiğinde Moskova'daki ABD Büyükelçiliği’nin siyaset planlama dairesinin başında bulunuyordu. Dünyaya faşizmi mağlup etmiş olmanın iyimserliği hakimdi. Hitler'in Stalingrad'dan püskürtülmesinden sonra Batı ile Sovyetler faşizme karşı nihayet ortak bir cephe kurabilmişlerdi. Sistemlerin birbirlerine olan güvensizliği devam etmekle birlikte şimdi ortak düşmana karşı mücadele zamanıydı. Faşizmin mağlup edilmesi sonrasında dünyaya uzun bir barış döneminin hakim olacağı bekleniyordu.
Savaşın hemen sonrasında bir dostuna yazdığı mektupta Kennan bu iyimserliği paylaşmıyordu. Jeopolitiğin kurucusu olan Alman stratejistleri ile aynı görüşü paylaşarak en sonunda kara gücü sahipleri deniz gücünün dünyayı kontrol etmek için büyük bir rekabete girmek zorunda kalacağını söylüyordu. ABD artık Avrupa'yı kendi başına bırakamazdı, denetimi arttırmak zorundaydı. Sovyetler ise mutlaka Batı'ya doğru ilerlemek ve güvenliklerini sağlamak için Avrupa'ya hakim olmak zorundaydı. Savaşın galibi bu iki gücün Avrupa üzerindeki hakimiyet kavgası dünya üzerindeki rekabetin yeniden hortlaması demekti.
Bu mektuptan kısa bir süre sonra Kennan düşüncelerini yaklaşık 19 sayfalık uzun bir telgrafla Washington'a gönderdi. Kennan hiçbir diplomata verilmeyen bir ayrıcalık tanınarak Büyükelçi'nin haberi olmadan Dışişleri Bakanlığı'na özel kriptolar gönderme yetkisi verildi. Kennan 1946 yılında Washington'a Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı'na atandı. CIA henüz kurulmamıştı ve üstlendiği görevi savaş boyunca OSS yerine getirmişti. Dolayısıyla Amerikan Devleti'nin politikalarının belirlenmesinde Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon etkiliydi. Kennan özel mektupta ve uzun telgraftaki düşüncelerini X kodu ile zamanın etkili dergisi Foreign Affairs'de yayımladı. Bu yazı soğuk savaşı başlatan yazı olarak değerlendirilir. X kod adlı kişinin kimliğini ise dünya yıllar sonra öğrenecekti.
Yalta, Postham ve Tahran görüşmeleri ile dünya nüfuz bölgelerine ayrıldı. Avrupa'nın bir bölümüne Sovyetler hakim olurken diğer kısımlarında ABD nüfuzu oluştu. Yunanistan bu görüşmeler sırasında Batı egemenliğine bırakıldı. Yunan partizanları Hitler'e karşı verdikleri mücadeleyi kazanmışlar ve Nazileri ülkelerinden kovmuşlardı. Ama Amerikalılar Nazilerle işbirliği yapan kralı ve diktatör Metektas'ın adamlarını iktidara getirmek istiyordu. Başta komünistler olmak üzere Yunan halkı buna karşı çıktı ve 1949'a kadar silahlarını teslim etmediler. En sonunda İngilizler Yunanistan'a asker çıkarıp silahlı direnişi zorla bastırdı. Direniş sırasında Stalin kılını kıpırdatmadı. Yapılan anlaşmalar gereği Yunanistan Batı'lı güçlere bırakılırken Bulgaristan ve Romanya Stalin'in kontrolündeki Komünist Partilere verildi. Avrupa tam anlamıyla pay edilmişti. Churchill meşhur Demirperde lafını bu esnada kullandı. Bu metaforik söze göre iki sistem arasına resmen kalın bir Demirperde çekilmişti. Demirperde'nin doğusuna ‘ totaliter’ bir düzen hakimken Batı'sında ‘ özgürlüklerin, kişi hürriyetinin ‘ olduğu vazediliyordu.
Şimdi hakikate gözlerimizi çevirelim. İki sistem arasında soğuk savaş başlayınca Batı hızla kendini koruma altına almaya karar verdi. Batı'nın nüfuzu altındaki bölgelerin pek çoğunda 30'lı yıllardan başlayarak ya diktatörlükler yada faşist rejimler kurulmuştu. Bu rejimler Hitler ve Mussolini karşısında hiç direnmediler. İspanya iç savaşında olduğu gibi Hitler ve Mussolini Cumhuriyetçilere karşı Franko'ya yardım etti. Fransa'da Vichy şehrinde kurulduğu için bu adla bilinen General Pettain liderliğindeki rejim Nazilerle işbirliği halindeydi. Şimdi savaş bitip düşman komünizm olarak belirlenince yeni kurulan iktidarlarda faşistler tekrar kritik görevlere getirilmeye başlandı. CIA Batı'nın kontrolü altındaki ülkelerde istihbarat örgütlerini yeniden bu kadrolarla doldurmaya başladı. İtalya'da Mussolini ile işbirliği yapan Prensi partizanların elinden kurtararak işbirlikçisi yaptı. En meşhuru ise Alman Gizli Servisi Gestapo'nun başındaki General Gehlen'di. Gehlen görevi sırasında on binlerce komünisti, sosyal demokratı ve liberali ya katletmiş yada fişlemişti. Tonlarca tutan şahsi arşivini İsviçre Alplerine kaçırmayı ve saklamayı başarmıştı. Amerikalılar Gehlen ile yaptıkları pazarlıklar sonucunda arşivi alma konusunda anlaştı. Bir süre ABD'ye götürülerek gözlerden uzak tutulan Gehlen aradan zaman geçtikten sonra Almanya'ya getirildi ve yeni kurulan gizli servis BND'nin başına geçti. Gehlen bu görevini 1968'e kadar sürdürdü. Ordusu silâhsızlandırılan, Anayasası Amerikalılar tarafından yazılan yeni Alman devletinin istihbaratı bir Nazi savaş suçlusuna bırakılmıştı. Lyon kasabı olarak bilinen Klaus Barbie'nin başına da aynı şeyler geldi. Fransa'nın Lyon şehrinde binlerce Yahudiyi ve direnişçiyi katletmişti. Bizzat Amerikalıların marifetiyle Avrupa'dan uzaklaştırırmış ve yıllarca Arjantin'de yeni bir kimlikle yaşamıştı.
Soğuk Savaş antikomünizmi Avrupa ve Dünyayı tam bir cehenneme çeviren faşistlerle komünizme karşı birlikte çalışmayı tercih etmişti. Kapitalizmi aşmak isteyen bir düzenle insanlığa sunduğu tek şey sadece yıkım ve barbarlık olan bir düzen arasında Batı tercihini ikincisinden yana yaptı. Batı, komünist partilerin parlamenter yol ve yöntemlerle bile olsa iktidarı almasını engellemek için NATO bünyesinde ‘ süper NATO ‘ denilen gizli bir örgütlenme kurdu. NATO'nun karargahı 1966 yılına kadar Fransa 'da iken gizli örgütün merkezi de orada bulunuyordu. De Gaulle Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çıkarınca merkez Brüksel'e taşındı. Bu gizli örgüt NATO Müttefik Kuvvetler Karargah Komutanlığı bünyesinde kurulmuştu. Başında daima bir Amerikalı General bulunuyordu. Karargah bünyesindeki bir birim içinde üye tüm ülkelerin gizli servis temsilcileri yer alıyordu. Amaç bir Sovyet işgali karşısında gayrı nizami harbi örgütlemekti. Ama tam tersinin yapıldığı iyi biliniyor. Bu örgütlenme kuruluş gayesinin dışına çıkarak her ülkede solun, komünistlerin meşru yollarla dahi olsa iktidara gelmesini engellemeyi başlıca amaç haline getirdi. İtalya'daki iki askeri darbe girişiminin, binlerce ölüm ve provokasyonun altına imza attı. Fransa'da özellikle Cezayir olayları sırasında siyasi iktidardan otonom hareket ederek binlerce ölüme sebebiyet verdi. De Gaulle Cezayir Anlaşmasını imzaladığında bu anlaşmayı tanımayarak askeri darbeye dahi kalkıştı. Türkiye'de olan bitenler ise malum.
Bu yapılar doğrudan CIA'nın kontrolü altındaydı. Yapıları kuranlar, maaşlarını ödeyenler ve araç desteği sunup eğitenler CIA mensuplarıydı. Her yerde sadakatleri kendi ülkelerine değil antikomünist enternasyonalin merkezine oldu. Bu merkez ise ABD'ydi. Sovyet düzeni çöküp ilişkiler açığa çıktığında bazı ülkelerde parlamentolar özel komisyonlar kurarak bu karanlık tarihi aydınlatmaya çalıştı. Ancak perdenin aralandığını, karanlığın tamamıyla aydınlatıldığını söyleyemeyiz. Türkiye'deki çabaların ise ne kadar cılız kaldığı ortada. Devletin gerçek güç merkezi olarak bilinen bu yapı her zaman yeni düşmanlar icat ederek varlığını kalıcılaştırdı. Devleti yöneten, kritik tüm kararları veren güçtü. Bu yapının tutsağı olanlar gerçek iktidarı tenlerinde yaşayarak öğrendiler. Soğuk Savaşın ürettiği, kapitalist devletin mantığına ve organizasyonuna içkinleşen bu yapıların faal olduklarına dair hiçbir kuşkumuz bulunmuyor. İşte bu nedenle Mahir Çayan’ın ‘ emperyalizm içsel olgudur ‘ analizi bugün de güncelliğinden bir şey kaybetmiş değil.