1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Soğanın Gazabından Kork!
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Soğanın Gazabından Kork!

A+A-

Her seçime belli semboller damga vurur. 14 Mayıs 1950 seçimlerine tek parti iktidarı karşısında ‘yeter söz milletin!’ feryadı damgasını vurmuştu. Erdal İnönü’lü SHP seçimlere limon simgesiyle girmiş ve artık sıkılmaktan bıktıysanız ANAP’ı değiştirin demişti. Erdoğan ise 90’lı yılların kaos ve karmaşasına üç Y’yi kaldırma taahhüdüyle son vereceği beyanında bulunmuş ve 2002 seçimlerine öyle girmişti. Heyecanı, tansiyonu yüksek her seçim halkın hafızasında bu tür sembollerle yer ediniyor. Çünkü insanoğlunun sembollerle düşünmeye yatkınlığı var. En güçlü sembol ise dilin kendisi. Gösteren ve gösterilen arasındaki uzlaşımdan başka birşey olmayan dil sembollerden başka nedir ki? 

‘Bay Kemal’ sembol üretmek için yeterli değildi. Çünkü bir şeye işaret etmiyor, doğrudan bir kişiyi çağrıştırıyordu. İçide zaten güçlü popülist duygularla doldurulmadığı için en fazla Erdoğan’ın elinden pejoratif olarak kullanılan bir seslenişin alınmasıyla neticelendi. Ama soğan ve siha pek öyle bir şeye benzemiyor. İkisinin de tarafların derdini anlatabilmesi için güçlü simgesellikleri var. Soğan fakirin fukaranın, yoksulun en temel gıda ürünlerinden birisi. Türküde de dendiği gibi ‘yiğit muhtaç olmuş kurusoğana’ denildiğinde artık çok fazla birşey söylemeye gerek kalmıyor. Yiğidin düştüğü zelilliği en iyi kurusoğan anlatıyor. ‘Soğan erkek’ denildiğinde de hesaba alınmıyan, önemsenmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir farkın olmadığı birini ima ediyoruz. Başka böyle bir yığın soğan sembolizmi üretecek söz bulabiliriz. Üç aşağı beş yukarı hepsinin çağrıştırdığı birbirine benzeyecektir. Kıymetten düşmüşlüğü, değersizliği ve zilletin en aşağı durumunu bize ima eder. 

Fakat uygulanan ekonomik politikalar sebzelerin bu en alelade olanını birden bulunmaz hint kumaşı derekesine getirdi. Yüzüne bakılmayan, yiğidin çiğnenen haysiyetini çağrıştıran bu sembolizm birden mutfaklardaki yangının simgesine dönüştü. Basitliği ile alay konusu edilen şeyi kriz fakirin fukaranın yanına yaklaşamayacağı bir şeye dönüştürdü. Kıymetsiz olan şey diyalektik bir döngüsellik neticesinde en kıymetliler kategorisine dahil oldu. Ekonomi politiğin yarattığı sembolik dönüşüm muhalefetin elinde mevcut iktidara karşı kullandığı en etkili argüman haline geldi. En sonunda Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu evinin mütevazı mutfağından elinde bir kurusoğan ile Erdoğan’a ve millete seslendi. 

Erdoğan bu hamleye şanına yakışır bir hamleyle karşılık verdi. Erdoğan krizin, ekonomi politiğin sembolizmiyle yüklenmiş soğana bu konulara girmeden kendi sembolizmi ile yanıt verdi. Yerli ve milliliğin bayrağını kimseye kaptırmak istemeyen Erdoğan rakibine ‘ yumruk darbesiyle soğanı ortasından bölüp hiç yedin mi ‘ dedi. Bu çıkış da diğer sembolizm biçimleri gibi Erdoğan’ın bu seçimi çekmek istediği zemine işaret ediyor. Erdoğan bu seçimi tek başına vaatlerle kazanamayacağını biliyor. Çünkü hem şapkasından çıkaracağı tavşanı kalmadı hem de iktidarda kaldığı süre o kadar uzun ki vaatlerine neden inanılsın ki? Bu nedenle Erdoğan açısından bu seçim vaatler üzerinden kazanılacak bir seçim değil.   

Muhalefetin gündelik sorunlar üzerinden yürüttüğü politikaları iktidar ideolojik duvarlar örerek karşılamaya çalışıyor. Muhalefetin dili inandırıcılığı bir yana sokağın hissiyatını yansıtırken iktidar devletin yerli ve milli ezberleri üzerinden yol almak istiyor. Bu dil eril, emperyal ve buyurgan. Sokağın samimiyetinden, feryadından ve hissiyatından uzak. Bu dil sokaktaki insanı emperyal bir özne olmaya davet ediyor. ‘Kurusoğana mahkum olmuş bir yiğit olabilirsin ancak dünyayı titreten sihaların var’ diyor. Üzerinden geçtiğin otobanların ücretini çok pahalı bulabilirsin, ama kendi araban Togg var artık diyor. Başkalarının elinde olduğu için imrendiğin uçak gemilerine sahipsin, kendi gazına da artık sahip olacaksın. Eziklik, sıkışmışlık ve hınç ile yetişmiş, yerlilik ve milliliğin tornasından geçmiş milyonları bu emperyal dilin etkilemeyeceği rehavetine kimse kapılmasın. Bu ideolojik bariyerler aracılığıyla Erdoğan kurusoğana mahkum ettiği kitleleri çitin içinde tutarak kaçırtmamanın hesaplarını yapıyor. 

Bütün faşist veya önfaşist siyasetler halkın gündelik sorunlarıyla uğraşmayı zul saymıştır. Emperyal özne olmayı vaat ettikleri  siyasetlerinin kayıtsız koşulsuz bir takipçisi olsun istemişlerdir. Milletin önüne büyük, ulvi hedefler konurken gündelik sorunlar dert edilmemelidir demişlerdir. Nazilerde Almanlara hiper enflasyonlu yıllarda aynı şeyleri vaat ediyordu. Mark erirken günlük sorunları değil Versay yenilgisini, Aryen ırkının üstünlüğünü, parlamenter sistemin Germen halkının şahlanışı karşısında ayak bağı olduğunu ve bir Führer’in tüm işleri yoluna koyacağını propaganda ediyorlardı. İhalar ve sihalar ile , uçak gemileri ve Togg ile cümle alem Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkuresi karşısında titreyecekti. 

Ancak unutulan birşey var. Emperyal özneye hayal kurdurabilmek için sahici, otantik bir dile ihtiyaç var. Zorlama, sahicilikten uzak bir dille o murada ulaşılamıyor. Almanların güçlü  sanayileri, çelikleşmiş bir disiplinleri ve muhafazakar devrim gibi idealleri vardı. Bizdeki semirmiş, maddiyatla pörsümüş, her tür yüksek idealini kaybetmiş, emperyal öznenin ancak silik hayali ile avunacak kadar keyfilik ve hoyratlığa batmış. Bu nedenle kurusoğanın gazabından korkmak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar