Siyasi Anti-Semitizmin Doğuşu
Yahudi Meselesi Üzerine isimli risalesinin sonlarına doğru genç Marx Yahudilik ile Hıristiyanlığı karşılaştıran soyutlamalar yapar. Marx’a göre Yahudilik ‘pratik ihtiyaçların dünya görüşü (Weltanschauung), doğası gereği sınırlı’ bir dindir. Yahudilik yeni bir dünya yaratmaktan uzaktı, edilgendi; çünkü özel çıkarla sınırlı pratik ihtiyaçların dışına çıkamıyordu. Pratik ihtiyaçların karşılanması ile kendisini sınırladığı için teori düzeyine yükselemiyor kendi tamamlanışını, ancak praksiste bulabiliyordu. Hıristiyanlık, Yahudiliğin içinden doğmuş ve onun teorik bir ifadesi olmuştu. Aslında bu teorinin yani ‘mavi göklerin’ dünyasının pratik ihtiyaçların kaba dünyasına üstünlüğüydü. Şimdi her iki dinde burjuva toplumunun tamamlanmasıyla birlikte kendi zirvelerine ulaşıyordu. Burjuva toplumu yani sivil toplum bencilliğin, özel çıkarların, yalıtılmışlığın demek ‘sınırlı pratik ihtiyaçların’ dünyasıydı. Burjuva toplumu ilk defa kendini Hıristiyan olarak nitelendiren toplumlarda ortaya çıkmıştı. Şimdi her ikisinin de ortadan kaldırılmasıyla birlikte toplum gerçek özgürlüğe adımını atacaktı. Marx kalan yaşamında bir daha Yahudi meselesi ile ilgilenmedi. Genel olarak kapitalist üretim tarzının bilimsel analizine yoğunlaştığı için ilgisini bu üretim tarzının işleyişine, krizlerine ve sınıfların oluşumuna hasretti.
Marx’ın risalesi ileride anti-semitizm ile suçlansa da onun derdi Yahudilerin özgürleşmesiydi. 19.yüzyılın ortalarına gelindiğinde Yahudi entelijansiyasını ilgilendiren asıl şey Yahudi özgürleşmesinin nasıl sağlanacağıydı. Tüm temel sorunların ancak eğitim ile aşılacağını düşünen Reformcular amaçlarına kısmi de olsa ulaşmışlardı. Aldıkları iyi eğitim sayesinde bir Yahudi entelektüel sınıfı doğmuştu. Asimilasyonu yani içinde yaşadıkları topluma karışmayı, grup çıkarlarına son vermeyi en çok bu kesim üstlenmişti. Buna rağmen siyasi ve entelektüel radikalizmleri nedeniyle de en çok bu kesim düzen güçlerinin hedefi haline gelecekti. Saray Yahudileri monarklar ve hanedan prensleri ile uyumlu bir birliktelik kurmuş, bu sayede özel ayrıcalıklar edinmiş ve otorite ile bütünleşmişdi. Saray Yahudileri ile entelijansiyanın dışında kalan kesimler ise toplumsal ayrımcılığın asıl nesneleri olacaklardı.
Arendt ‘Antisemitizm’ başlıklı çalışmasında siyasi antisemitizmin ‘Yahudilerin ayrı bir toplumsal yapı oluşturmalarından dolayı ortaya çıktığını’ söylerken maruz kaldıkları toplumsal ayrımcılığın ise ‘ Yahudilerin diğer toplumsal gruplarla eşit duruma gelmeleri’nden kaynaklandığını belirtecekti. Yahudileri ayrı bir toplumsal yapı olarak ortaya çıkartan süreç Fransa’da devrim ile diğer ülkelerde ise devrimin etkilerini kırmak için başlatılan reformlarla doğdu. Devrim kendi düşünceleriyle çelişecek bir şekilde ‘eşitliği, özgürlüğü, mülkiyeti ve güvenliği’ bildirgelerinin ilkeleri haline getirmişti. Herkes sırf insan olmaktan kaynaklı olarak bu haklara sahip olacaktı. Din, dil, milliyet, ırk ve cinsiyet farklılıkları hakların kullanımında bir engel olmaktan çıkartılmıştı. Feodalizmin imtiyazlara dayalı düzeni karşısında politik toplumun yurttaşı ile sivil toplumun insanı eşit ve eşdeğer sayılacaktı. Feodalizmin imtiyazlar rejiminde Yahudilerin pek çok iş ve mesleği yapması yasaklanmıştı. Eğitim hakkından mahrum bırakılmışlardı.
Napolyon orduları 1806 yılında Jena önlerinde Prusya ordularını bozguna uğrattıklarında Prusya gericiliğinin de artık eskisi gibi yoluna devam edemeyeceği anlaşılmıştı. Reform yapılmadan yola devam edilemeyeceği, bunun için eski ayrıcalıkların kaldırılması ve serbest ticaret düzeninin önündeki engellerin temizlenmesi gerektiği reformcuların başlıca hedefleri arasına girmişti. Reformcular Yahudilerin de bu haklardan yararlanmasını sorun etmiyordu. Soyluların reformlara tepki duymasına karşın en büyük destekçisi eğitimli bürokrasiydi. Hegel’in Hukuk Felsefesi’nde genel çıkarın taşıyıcısı olarak gördüğü bürokratlar reformların en büyük destekçisi oldular. Eğitim sayesinde sınıfsal bağlarından kopartılmışlar, yönetim değişikliklerinden etkilenmeyen ve tek tutkusu devlete hizmet olan bir katman haline gelmişlerdi. Soylular karşısında reformların asıl güvencesiydiler. 1812 tarihli kurtuluş beratı ile Yahudiler, ancak ayrıcalık edinerek sahip oldukları haklara bu defa sadece yurttaş olarak sahip olma hakkı edindiler. Beratın yayınlanmasında, Prusya devletinin, Yahudilerin yaşadıkları toprakların büyük bölümünü kaybetmesinin de etkisi vardı. Bu kesimlerin çoğunluğu yoksul doğu Yahudileriydi. Kalan Yahudilerin önemli bir bölümü berattan önce de edindikleri ayrıcalıklar ile kâğıt üzerinde olmasa da pratikte bu hakları kullanıyorlardı.
Reformlar karşısında ayrıcalıklarını kaybeden soylular tepkilerini anti-semitizm olarak gösterdi. Yahudilerin özel ayrıcalıklara sahip olduğu Prusya monarşisi bir Yahudi devleti haline gelmişti. İmtiyazlarını kaybeden soylular bunun nedeni olarak Yahudileri göreceklerdi. Hâlbuki birbirleriyle iyi kaynaşmışlar ve ev sahipliğini Yahudilerin yaptığı Berlin salonlarında toplantılarda sıklıkla bir araya gelmişlerdi. Bu salonlar Habermas’ın kamusal alanında anlattığı salonların prototipi olmuştu. Bu dönemde Berlin’de özel ayrıcalıklara sahip 300 Yahudi ailesinin olduğu ve bunların 2.Frederich’in gözdeleri haline geldiği söylenir. Aslında her iki çevrede yani hem soylular hem de Yahudiler bazı ortak özelliklere sahiptiler. Her ikisi de ulus-aşırı bağlara sahipti. Soyluluk asıl gücünü aileden demek sülaleden alıyordu. Soylular tüm Avrupa’nın ulus-aşırı bağlara sahip tek sınıfıydı. Yahudiler de grup olarak aynı özelliklere sahipti. Ortaçağlarda ve ulus-devlet kuruluşlarında ya dışlanmışlar ya da ayrıcalıklarla donatılarak entegrasyonlarına izin verilmemişti. İmtiyazlarını yitiren soylular şimdi yaşadıkları kaybın sorumlusu olarak Yahudileri suçluyorlardı.
1815 tarihinde imzalanan Versay Barışı ile Avrupa gericiliği Meternich’in öncülüğünde reform çağına son verecek ve soylular yeniden eski güçlerine kavuşacaktı. Anti-semitizm siyasal bir reaksiyon olmaktan giderek uzaklaşacak muhafazakâr düşüncenin ayrılmaz bir parçası haline gelecekti. Süreklilik içinde değişim ile geleneğin devamına inanan muhafazakârlık Avrupa gericiliğinin hâkim ideolojisi halini alacaktı. Bir düzen ideolojisi olarak muhafazakârlık Yahudiler arasında bir ayrım çekecekti. Üst sınıflar ile bütünleşmiş Yahudi banker ve iş adamlarının dokunulmazlıkları devam ederken yükselen Yahudi entelijansiyaya karşı açık bir ayrımcılık güdülecekti. Kamu görevlerinden dışlanıyor, üniversitelerde barınmalarına izin verilmiyordu. Yahudi entelijansiyasına siyasi radikalizm dışında bir seçenek bırakılmıyordu. Gazete yazarlığı, edebiyatçılık ve kitap yayınlamak bu kesimin asıl uğraş alanı haline gelecekti. Aslında asimilasyona en yatkın kesimde onlardı. Çünkü devletten özel ayrıcalıklar beklemedikleri gibi Yahudi gettosuna sıkışmak taraftarı da değillerdi.
Yahudilere yönelik siyasi anti-semitizm güç kaybettiğinde yerini toplumsal ayrımcılık alacaktı. Bunun en güzel örneğini Bismarck verecekti. Almanya’da anti-semitik propagandanın başını saray vaizi olan Stoecker çekerken Bismarck’ın gözdesi Yahudi bir banker olan Bleichroeder’di. Bu kişi Bismarck’ın en sadık uyruğu, en güvendiği kişiydi. Fransa ile yaptığı savaşı onun destekleriyle finanse etmişti. Fransa savaşı kaybedip 5 milyar mark tazminat ödemeyi kabul ettiğinde tahsil işini ona emanet edecekti. Çünkü Fransız devleti de tazminatı ödemek için Yahudi bankerlerin kapısını çalmıştı. Bismarck kültür bakanı v. Puttkammer’e yazdığı mektup da ‘paralı Yahudilere yapılan saldırılara itirazı olduğunu ve Prusyalı bir banker olan dostu Bleichroeder’in zengin Yahudilere değil, ama genelde (tepeden baktığı) Yahudilere yönelik saldırılardan şikâyetçi olmadığını’ söyleyecekti. Yahudi bankerlerinin de Yahudi toplumunun uğradığı saldırılara bir itirazı yoktu. Yahudi toplumu nezdindeki itibarlarının devam etmesi ayrımcılığın sürgit devam etmesine bağlıydı. Böylece mali açıdan çok etkili, muazzam parasal imkânlara sahip Yahudi bankerleri ile burjuva devletleri arasında mükemmel bir uyum kurulmuş oluyordu. Hanedan prensleri ve monarklar saray Yahudileri arasında sağlanan çıkar ortaklığının bir benzeri emperyalizm öncesi aşamada Yahudi bankerleri ile burjuva devlet adamları arasında kurulacaktı.
Siyonizm’in kurucusu Herzl bir Yahudi devleti kurmak için Yahudi bankerlerin kapılarını aşındırdığında yüzüne bile bakılmaz. Randevu koparabilmek için hahamları devreye sokar yine sonuç alamaz. Bir Yahudi devleti kurulması ve Filistin’e yerleşimci gönderilmesi projesine sıcak basmazlar. Arjantin’den toprak alınması ve yerleşimci gönderilmesi bile daha çekicidir gözlerinde. İlk kongreyi topladığında bir avuç katılımcı vardır. Her işi üstlenmek zorunda kalır. Bir Yahudi devletini hayal etmek bile imkânsızdır. Emperyalizm aşamasında siyasi anti-semitizm başta Fransa olmak üzere Avrupa semalarında yeniden hortlamaya başladığında Yahudi bankerleri işin farkına dahi varmamışlardır. Yahudi bankerlerinin bu vurdumduymazlığı karşısında genç Marx parayı ‘İsrail’in, önünde başka hiçbir Tanrı’nın duramayacağı kıskanç Tanrısı’ olarak nitelendirir. Yahudi entelijansiyasının en radikal sözcüsü olarak nefretini bu sınıfa yöneltir ve ‘Yahudi’nin toplumsal özgürleşmesi, toplumun Yahudilikten özgürleşmesidir’ der.