Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Siyasette Yalan

A+A-

Arendt ‘ Siyasette Yalan ‘ makalesini Vietnam Savaşı ile ilgili gizli belgeler basına sızdırılıp kamuoyunda büyük bir ilgi görmeye başladıktan sonra kaleme alır. Bir siyaset felsefecisi olmasına rağmen makale felsefi sonuçlara ulaşmak için kaleme alınmamıştır. Kamusal bir entelektüel olan Arendt büyük yankılar uyandıran bu ifşa üzerine yalanın, kendini kandırmanın modern zamanlarda edindiği yer, soğuk savaş sürecinde üstlendiği rol üzerine zihin açıcı sonuçlara ulaşır. Vietnam Savaşı yaklaşık otuz yıl sürmüştü. Ulusal Kurtuluş Ordusu önce Fransız sömürgeciliğine karşı savaşmış 1960’ların başlarında bu gücün bir bozgun ile ülkeyi terk etmesinden sonra ABD emperyalizmine karşı mücadeleyi sürdürmüş ve 1975 yılındaki nihai anlaşma ile bağımsızlığını kazanmıştı. Bu yenilgi ABD’yi dünya çapında küçük düşürmüştü. İkinci savaştan küresel kapitalist düzenin egemen gücü olarak çıkan ABD’nin ileri savaş teknolojilerine rağmen köylü ordusu karşısında almış olduğu yenilgi dünyanın ezilenlerine büyük moral vermişti. Ayrıca ülkede güçlü bir savaş karşıtı hareketin doğmasına neden olmuş ve siyasi radikalizm tırmanışa geçmişti. 

Belgelerin sızması bu havanın bir sonucuydu. Savaşın neden ve sonuçları üzerine rapor hazırlamak üzerine bir heyet oluşturulmuş, heyet kamuoyundan habersiz biçimde çalışmış ve kırk yedi klasörlük bir rapor hazırlamıştı. Aralarından biri ettiği yemine rağmen belgeleri basına sızdırmayı başarmıştı. Raporun tamamını inceleyen Arendt yayınlanan belgelerin bir sürpriz yaratmadığını söyler. Belgeler dikkatli biri için yenilik yaratmaktan, şaşırtıcı olmaktan uzaktır. Gelişmeleri yakından izleyen biri Vietnam’ın ABD açısından tam bir bataklık olacağını zaten öngörebilirdi. Peki dünyanın en büyük emperyal gücünün bunu görememesinin gerekçesi neydi? İşte Arendt tam da bu sorunun peşine düşer ve siyaset ile yalan arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırır.  

Arendt göre yalanın ve kendini kandırmanın kökeni ABD’nin kendisiyle ilgili oluşturduğu imajdan kaynaklıdır. Diğer tüm detaylar bu asli imgenin yan sonuçlarıdır. İkinci savaştan galip çıkan ABD kendini küresel kapitalist düzenin lideri ilan etmişti. Soğuk savaşı başlatan bu güç anti-komünizm sayesinde irili ufaklı ülkeleri kendi şemsiyesi altına almıştı. Sovyetler’i ise karşısındaki blokun lider gücü olarak görmeye başlamıştı. Bu kurgu Arendt’e göre ABD’nin liderliğini sağlama almak için üretilmişti. Halbuki karşısında böylesine monoblok bir dünya yoktu. Belgelere göre kızıl Çin devrimden hemen sonra Mao ve Çu Enlay aracılığıyla ABD’ye yakın bir işbirliği teklif etmişti. Yine Vietkong lideri Ho Şhi Min tanınmaları karşılığında devrimi güneye ve kıtaya yaymayacakları konusunda taahhütte bulunmuştu. Kendi imajı ile meşgul ABD gelen önerilere kulaklarını kapattı. 

Müesses nizam içinden Pentagon gizli yazışmalarda ABD liderliğini hep uyarmış topladıkları istihbarata göre devrimin Laos ve Kamboçya’ya sıçrama imkanı bulunmadığını, Filipinler’le kurulana benzer bir ilişkinin faydalı olacağını tavsiye etmişti. Pentagon’a bağlı olarak oluşturulan ve bölgeden istihbarat toplayan bir tim güvenlik riski bulunmadığı yönünde raporlar sunmuştu. Bu öneriler daha bölge Fransız işgali altında iken yapılmıştı. Bu raporların hiç biri ABD dış politikasında etkili olduğu bilinen Senato dış ilişkiler komitesine gönderilmedi. Truman’dan sonra gelen tüm başkanlar bu konuda Senato’yu aldatmıştı. Bilgiler paylaşılmamış, hasıraltı edilmiş ve Senato süreçten dışlanmıştı. 

Arendt’e göre Vietnam politikasının iki ayağı vardı. İlki halkla ilişkiler ayağıydı. Halkla ilişkiler savaştan sonra ayrı bir sektör olarak gelişmeye başlamış ve ABD insanını adeta yeniden yaratma işini üstlenmişti. Reklamcılıkla yanyana çalışan bu sektör halk nezdinde oluşturulan ABD imajını yeniden üretmeye hizmet ediyordu. Buna göre ABD dünyanın en büyük gücüydü ve bu gücünü Tanrı’nın kendine yüklediği özel misyona göre yürütmekle yükümlüydü. Dünya barışı, kötülerin cezalandırılması bu misyonun bir parçasıydı. ABD insanı ülkesinin bu misyonla donatıldığına inanmalı ve kendini bunun bir parçası saymalıydı. 

Arendt’e göre ikinci ayak bu imajın yöneticiler tarafından içselleştirilmesi ve tüm politikaların buna göre kurgulanmasıydı. ABD’nin kendi hakkındaki imajına önce onlar inanmalıydı. Hiçbir olgu, veri, gelişme oluşturulan bu imaja gölge düşürmemeliydi. Aslolan bu imaja sadakatti. Ancak her Başkan bu sadakati kendi politik ikbaline öncelik vererek üretecekti. O halde sıralama şöyleydi; imaj ilk önce Başkanın ve etrafındaki yönetici seçkinlerin politik çıkarına hizmet etmeli bu sağlandıktan sonra etkili bir halkla ilişkiler faaliyetiyle ulusa mal edilmeli ve en sonunda müttefiklerde buna göre hizalanmalıydı. Belgeler ABD politikasının çöküşte olduğunu söylemesine rağmen yönetim sırf bu imaja zarar gelmesin diye bunlara kulaklarını kapatmıştı. Bu nedenle her geçen gün daha fazla batağa saplanıldı. 

Rapor Vietnam’ın önemsiz bir ülke, direnişin yerel kaynaklı olduğunu söylüyordu. Ne Çin ne de Sovyetler halkla ilişkiler yalanında olduğu gibi Vietkong gerillalarına yardım etmiyordu. Savaş küresel ideolojik mücadelenin mızrak başı olmaktan uzaktı. Ama ABD açısından süreç hiç de böyle işlemiyordu. O kendi hakkında oluşturduğu algıyı canlı tutmak için gerçeği çarpıtıyor ve bunu yaparken önce kendini aldatıyordu. Yalana ilk önce kendi inanıyordu. Savaşa son vermek önceleri çok daha kolayken sırf imaj kaygısıyla batağa daha da saplanıldı ve sonuç bozguna vardı. Arendt makalenin sonuna doğru siyasette yalanın tehlikelerine dikkat çeker ve tıpkı bir virüs gibi ölümcül olabileceğine dair uyarıda bulunur: “ gizliliğin ve kandırmanın her zaman önemli bir rol oynadığı siyaset alanında, kendini-kandırma en önemli tehlikedir; çünkü kendini-kandıran kandırıcı, sadece onu izleyenlerde değil, gerçek dünyayla da tüm irtibatını kaybeder, fakat gerçek dünya nihayetinde onu yakalayacaktır, zira zihnen ondan kaçınsa da bedenen kaçınamaz. “

Önceki ve Sonraki Yazılar