Şimdiki Faşizm İle Eskisi Arasındaki Farka Dair
Faşizm tehlikesi dünya tarihsel bir eğilim olarak her geçen gün biraz daha mevzi kazanıyor. En gelişmiş kapitalist ülkelere şöyle bir bakıldığında faşizmin ciddi bir tırmanışta olduğu fark edilecektir. Dünyanın en büyük emperyalist gücünün başında tam anlamıyla bir ‘serseri mayın’ faşisti olarak nitelendirilmesi gereken bir lider var. Dünya, 20 Ocak tarihinde ABD Başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana şaşkınlık içinde Trump’ı takip ediyor. Trump kural mural tanımayan bir filden farksız hareket ediyor. Trump’ın açıklamaları en çok geleneksel müttefiklerini şaşkınlığa sürüklüyor. ABD liderliğine güvenmiş olmanın, güvenlik ihtiyaçlarının bu ülke tarafından karşılanmasının ceremesini çekiyorlar şimdi. Trump siyasetin ve müttefikliğin alışılmış tüm nezaketini ayakları altına alıyor. Benzerine ancak klasik sömürgecilik çağında rastlayabileceğimiz bir keyfilikle davranıyor.
Trump tüm önceliğini Amerikan çıkarlarına veriyor. ABD liderliği altında ikinci savaş sonrası kurulan düzenin tüm normlarını bir kenara itiyor. Geleneksel müttefiklik ilişkisi yerine Amerikan çıkarlarına koşulsuz itaati dayatan tek yanlı bir ilişki biçimini hâkim kılmak istiyor. Geleneksel müttefiklik ilişkisinde kâğıt üzerinde bile kalsa eşitler arası bir ilişki vardı. Ülkeler birbirlerinin egemenlik haklarını tanır ve saygı gösterirdi. Trump ile başlayan çağ gücü yetenin gücü yettiğine her şeyi dayattığı ve kabul ettirdiği bir çağ olmaya namzet. Emperyalizmin ilk evresinin hâkim ideolojik biçimi olan sosyal darwinizm sanki yeniden hortluyor. Irkçılık ve üstünlükçülük gibi ideolojiler hep bu çağın ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Kaba güç felsefeleri sosyalizmin eşitlikçi dünya görüşü karşısında saldırıya geçmişti. Sosyal darwinizme göre, ancak güçlü olanların yaşama hakkı vardı. Doğal seleksiyon bir doğa yasasıydı. Doğa bile zayıfları eliyor ve güçlüleri var ediyordu. Doğanın kendinden değil doğaya ilişkin felsefi tasavvurlardan yola çıkan bu düşünceler ırkçılığın ortaya çıkacağı toprağı sulamıştı. Tıpkı doğada olduğu gibi milletler arasında da kıyasıya bir rekabet ve güç savaşı vardı ve en güçlü olan ayakta kalmaya hak kazanırdı. Diğerlerine düşen güçlü olana koşulsuz bir biçimde tabi olmaktı.
Trump’ta önce Amerika diyerek bu ideolojinin içinden konuşuyor. Önce Amerika ve her şey Amerika için. Diğerlerine düşen ise bu anlayışa koşulsuz bir biçimde itaat etmek. Amerika küresel düzenin selameti için bugüne kadar elini taşın altına koydu. Küresel düzenin jandarmalığını yaparken kendi önceliklerini bir kenara koydu, ihmal etti. Bütçesinin büyük bölümünü silahlanmaya ayırdı. Dünya üzerinde yüzlerce üs kurdu ve binlerce askerini buralara gönderdi. Küresel kapitalist düzenin rakiplerini caydırmak ve yarış dışına itmek için milyarlarca dolar para harcadı. Küresel güvenliklerini ABD’ye ihale eden başta AB olmak üzere onlarca ülke kaynaklarını halklarının refahı için kullanırken ABD onların jandarmalığını yaptı. ABD enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için savaşlar çıkardı. Ülkeler işgal etti. Kukla rejimler kurdu. Bunları sırf müttefikleri enerjiye ulaşmakta sıkıntı yaşamasın ve nakil hatlarının güvenliği sekteye uğramasın diye yaptı. Bunlar olurken onlar ellerini ceplerine atmadı, ABD’nin sağladığı küresel düzenin sefasını sürdüler. Buram buram ulusal bencillik akıyor her yerinden değil mi?
Trump bir ‘serseri mayın’ faşisti olarak müttefiklerinin önüne şimdi bu faturayı koyuyor. Biz Marksistler bu adama sadece teşekkür etmeliyiz emperyalizmin yüzündeki maskeyi sıyırıp attığı için. Diğerleri bu kadar açık sözlü olamamışlardı çünkü. Söyleyeceklerini bin bir kılıfa uydurarak söylemeye çalışıyorlardı. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri dillerinden düşürmüyorlardı. ABD’nin tüm amacı dünya üzerinde hürriyeti hâkim kılmak, piyasaların önündeki engelleri temizlemek, totaliter rejimleri ortadan kaldırmak diyorlardı. ABD kendi sömürgeci geçmişini unutturarak de-kolonizasyon süreçlerine liderlik yapıyor, hürriyetçi rejimlerin beşiği sayılarak totaliter rejimleri ortadan kaldırmak için kendinde her hakkı görüyordu. Yaptığı darbeler, yıktığı rejimler hürriyetçi demokrasi içindi. Sosyalizme karşı beslediği düşmanlık totalitarizmin en yaygın biçimi olmasındandı. Sosyalizm eşitliği yüceltiyordu, ancak bunu hürriyeti ortadan kaldırarak yapıyordu. Hürriyetin olmadığı bir yerde insanlar ancak kölelikte eşitlenir deniyordu.
Trump bunların hepsini elinin tersiyle itmiş görünüyor. Onun bu tür sahte sözlere, ideolojik yanılsamalara ihtiyacı yok. O müttefiklere dünyanın değiştiğini, oyunun kurallarının yeniden yazılmaya başladığını ve bu kurallara uymaktan başka seçenekleri olmadığını söylüyor. ABD sizlerin için çok şeyler yaptı ve şimdi yaptıklarını tahsil etmeye başlayacak. Tıpkı bir kovboy, kasabanın şerifi gibi değil mi? Trump artık geçici bir fenomen de değil. İlk gelişinde herkes onu sistemik bir arıza, kaza gibi görüyordu. Demokratların beceriksizliği böyle bir kazaya yol açmıştı. Artık öyle değil. Trump kapitalizmin yeni başlayan çağının yapısal, kalıcı bir semptomu. ABD devleti ile ona bir dönem karşı çıkan bilişim sermayesi de artık onun arkasında. Yapay zekânın sağladığı tüm güç ve kudret artık Trump gibi bir ‘serseri mayın’ faşistinin ellerinde olacak. ABD devleti içinde onun gelişini önlemeye çalışanlar artık onunla uzlaşmak zorunda kalacak. Atadığı kişilerden bunu anlamak mümkün. Bunların neredeyse tamamı ya evangelist ya Siyonist bir dünya görüşüne sahip. Kendilerini Tanrı’nın seçkin kulları olarak görüyorlar. Özel bir misyonla dünyaya geldiklerine inanıyorlar. Ve dünyanın en büyük emperyalist gücüne bu adamlar hükmedecekler.
Müttefikleri şimdi büyük bir şaşkınlık içerisindeler. AB ülkelerinde de faşizm tırmanışta. İtalya’da Mussolini’nin torunu iktidarda. Alman seçimlerinden faşist parti güçlenerek ve ikinci parti olarak çıktı. Kurulacak koalisyona girme ihtimali yüksek. Fransa gibi ulusal kibrin en yüksek olduğu bir ülkenin başında ise etkisiz bir cumhurbaşkanı var. Faşizm bu ülkede de Ulusal cephe aracılığıyla iktidara yakın. Ulusal cephe iktidarı ikinci turlarda ve cumhuriyetçi seçmenin refleksi devreye girerek önlenebiliyor. Kısaca faşizm dünya tarihsel bir yükseliş içinde. Dünya faşizm kâbusunu iki savaş arasının yıkıntıları içinde yaşamıştı. Maliyeti çok yüksek olmuştu. İnsanlık geriye doğru savrulmuştu. Faşizm kapitalizme rağmen gelmiyor. Bunu söyleyenler oldu, ancak bunlara inanmayın. Faşizmi kapitalizmin tarihsel eğilimleri ortaya çıkarıyor ve kapitalizm ortadan kaldırılmadığı müddetçe de değişik kılıklar altında karşımız çıkmaya devam edecek.