Zemin kötü

Yaşar Erkmen

Ben eğitim enstitüsü mezunuyum. Yani köy enstitülerinin bir alt versiyonu olan eğitim enstitüsü. Yanlış anlamadınız, ‘bir alt versiyonu’ dedim.   

Her yenilik bir öncekinden daha ileri, daha gelişmiş olur, olmalıdır da. Yoksa var olanı değiştirmenin anlamı olmaz ama ne yazık ki bizde öyle olmuyor.

Köy enstitüleri kapatılırken yerine daha ileri düzeyde eğitim veren, çağa uygun eğitim kurumları açılması gerekirdi ama öyle olmadı. Köy enstitülerini mumla aratan yeni okullar açıldı. Köy enstitülerinden, ihtiyacı karşılayan bilgilerle tam donanımlı olarak mezun olan öğretmenler yerine, göç yolda dizilir hesabı yapıldı. İlk yılların acemiliğini köy okullarında atan öğretmen, tecrübe kazanınca şehrin yolunu tuttu. Köy okullarındaki eğitimin bir ayağı hep aksak kaldı.

Cumhuriyet’in getirdiği yenilikleri engellemek için özellikle eğitimde başlayan çabaların ayak sesleri daha net duyuluyor artık. Sinsi plan, küçük adımlarla yavaş yavaş uygulanıyor. Tüm bu uygulamaları gördüğümüz hâlde, yeterli tepki oluşturulamıyor.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi seçmeliyken zorunlu olması, bu yetmiyormuş gibi dinle ilgili seçmeli birçok yeni ders konulması (Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dinî Bilgiler…), kılık kıyafet yönetmeliğinin askıya alınması, okullara mescit yapılması ve şimdi de ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) gibi afili sözlerle asıl amaçlarını gizledikleri proje kapsamında işi, her okula bir imam atanması noktasına kadar getirme cüretini gösterdiler.

Bu projeyle rehber öğretmenlerin verdikleri eğitim yeterli görülmüyor olacak ki din görevlilerinin, öğrencilere “Değerler Eğitimi” vermesinin önü açılıyor.  

Eğitim-İş, İzmir’deki 842 okula imam, vaiz, müezzin, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi gönderileceğini iddia etti. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda bu tip uygulamalar laik eğitim sistemini yok etmeye yöneliktir. Toplumu ayrıştıran ve iç barışı zedeleyecek olan bu proje, yetkililer tarafından enine boyuna görüşülüp tartışılmalıdır.

Toplum her alanda olduğu gibi eğitim alanında da ikiye bölünüyor ve bir taraf ötekileştiriliyor.

Okullara imam atanmasına kadar varan cesaret, atılan her adıma yeterli tepki gösterilmemesinden alınıyor.

Bu konuda öğretmenlerin örgütlü gücü olan sendikalar ne yapıyor? İktidarın arka bahçesi olan yetkili sendika sessiz kalmakla destek verdiğini örtülü de olsa belirtmiş oluyor. Diğer sendikaların ise bu konuda seslerini duyuracak tepkiyi göstermemelerini de anlamak mümkün değil. Sendikalar sadece üyelerinin özlük haklarını savunmak için mi vardır?

Öte yanda, her branştan binlerce eğitim fakültesi mezunu öğretmen adayları atama beklemektedir. ÇEDES kapsamında okullara ilahiyat fakültesi mezunlarını atayarak öğretmen olmak için okuyan gençlerin umutları hepten yok ediliyor.

Okul, cami, kışla, adliye siyasetin girmemesi gereken yerlerdir. Oralara da siyaseti sokarsak toplumda birlik, beraberlik ve güven duygusu yok olur. Her açıdan bir çürümüşlük ve çöküntü başlar. Toplumu bir daha toparlayıp ayağa kaldırmak mümkün olmaz.

“Bir kereden bir şey olmaz.” anlayışıyla buralara kadar geldik.

Hani, Cemal Süreya’nın,

“Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük“ şiirinde olduğu gibi.

Öpme faslı bitince işin nereye varacağını bilmem söylemeye gerek var mı?

Ne olacağı belli.

Bundan sonra önünüzü ya da arkanızı kollayın!

Yakında Cumhuriyet’in ruhuna Fatiha okunursa artık iş işten geçmiş olacak ve bu işin davası da olmayacak!..

Ayıp olmasın diye açık açık söylemeyeyim de futbol diliyle sezdirmiş olayım:

Zemin kötü…