Türkiye uzun dönemdir yüksek enflasyon altında yaşıyor. Azalacağı düşünülen enflasyon hiç hız kesmediği gibi yönünü aşağıya doğru da çevirmiyor. Uygulanan sıkı para politikaları enflasyonu düşürmeye kâfi gelmiyor. Mehmet Şimşek’in kabineye girmesiyle enflasyon karşısında daha kararlı politikaların izleneceği beklentileri de boş çıkmış görünüyor. Şimdi kamu da ilan edilen tasarruf tedbirleri ile mali disiplinin sağlanması, kamunun da artık elini taşın altına koyduğu izlenimi verilmek isteniliyor. Yüksek enflasyonun yükünü toplumun çoğunluğunu oluşturan sabit gelirlilere yıkarak atlatmayı tercih eden siyasi iktidar, halktan gelen yoğun tepkiler ve bunun sandığa yansıması sonucunda uğradığı seçim yenilgisi nedeniyle, israf ve şatafata karşı gereken ciddiyeti göstereceği algısını topluma yerleştirmeye çalışıyor. İktidar ile muhalefet arasındaki siyasi gündemi görünen o ki bir süreliğine alınan tedbirlerin beklenen etkiyi yaratıp yaratmayacağı, Türkiye’nin bürokratik gelenekleri düşünüldüğünde istenilen sonucun alınıp alınamayacağı, şişinme ile itibarı birbirine karıştıran AKP iktidarının alışkanlıkları düşünüldüğünde uzun iktidar yıllarında tepeden tırnağa yeniden oluşturulmuş kamu bürokrasisinin buna uyum sağlayıp sağlamadığı tartışmaları oluşturacak.
Maalesef enflasyon tartışmalarında da sanki bu sorun herkesin ortak meselesiymiş ve tüm toplum bundan müştereken sorumluymuş gibi bir tartışma yürütülüyor. Sorunun bu şekilde ortaya konuluş biçimi sadece gerçekleri gizlemeye hizmet ediyor. Çünkü yüksek enflasyon herkesin yaşamını aynı biçimde etkilemiyor. Sermayenin bir bölüğü ile bazı meslek erbapları, ki bunlar da aslında sermaye sınıfının organik bir parçasını oluşturuyorlar, yüksek enflasyondan hiç şikâyetçi değiller. Yüksek enflasyon bunların servetlerini çoğaltmaya yarıyor. Metaların fiyatlarını istedikleri ölçüde ayarlayabildikleri gibi hizmetin karşılığını da sınırsızca arttırabilme hakkına sahipler. Eğer biriktirilmiş sermayeye sahipseniz tam da her şeyi çok ucuza, kelepir denilen düşük fiyatlara kapatma imkânlarına bu dönemde ulaşabilirsiniz. Zamane iktisatçılarının dediği gibi iyi bir piyasa oyuncusu iseniz, elinizdeki birikimi değişik yatırım araçlarına bağlayarak veya burnunuz iyi koku alıyorsa karşınıza çıkan fırsatlara odaklanarak inanılmaz servetlere kavuşabilirsiniz.
Yüksek enflasyon hükümetlerin piyasa üzerindeki kontrollerini kaybettikleri, ekonominin dinamiklerine yön veremedikleri, piyasa oyuncularının kısa ve orta vadeli kestirimlerden uzaklaştıkları dönemlerde ortaya çıkan anormal bir durum gibi anlaşılır. Ancak risklerin olduğu yerde fırsatlarda fazladır. Kapitalizm zaten doğası gereği anarşik bir bünyeye sahiptir. Risk ve fırsatlar bu üretim tarzının yapısına içkindir. Sermaye sınıfını niteleyen ve kapitalistlerinde bireysel düzeyde kendilerini tanımlamada hoşlandıkları ‘girişimci’ sözcüğü tam da bu anlama gelir. Kapitalist yani girişimci herkesin alamadığı riski alan kişi olarak bilinir. Üretim unsurları sayılan emeğin, toprağın ve makinaların sabit olduğu yerde sermayedar kıpır kıpırdır. Ama o en nihayetinde zarını sermayede cisimleşmiş emek için atar. Sermaye ise emek-gücünden artı-değer olarak çekilip alınmış şeyden ibarettir.
Yüksek enflasyon yoksulu, sabit gelirliyi daha yoksullaştırır. Fiyatlar geometrik biçimde yükselirken emeğin geliri buna paralel yükselmez. Emeğin geliri tabir yerinde ise gıdım gıdım artar. Geçen her an emeğin elinde olanı eritir. Emek her geçen gün daha kötü koşullara sürüklenir. Sermayenin bazı kesimleri milli paranın değersizleşmesiyle karlarını katlarken emeğin boğazına giren lokma her gün küçülür. Bıçak sırtında bir yaşama mahkûm ve bunun üzerinde bir hayatı tahayyül etmeleri imkânsız olanlar yüksek enflasyon altında ellerinin altında olanı da yitirirler. Dolayısıyla yüksek enflasyon gizlenen, perdelenen ve mistifiye edilen sınıf mücadelesini daha görünür kılar. Toplumu bütünleşik bir yapı gibi sunan burjuva düşüncesinin çaresizleşir. Gerçekleri gizleme yeteneğini kaybeder ve yerini başka düşünce biçimlerine terk eder.
Burjuvazi bu dönemde milliyetçiliği, hepimizin aynı geminin yolcuları olduğumuz edebiyatını daha fazla işler. Halkı sanki bilinmeyen güçlerin harekete geçirdiği kötülük karşısında fedakarlığa, itidale davet eder. Egemen sınıfların elinde emekçileri aynı gemide olunduğuna ikna edebilmek için milliyetçilik ile din ve bunların melez biçimleri hâkim sınıfın ideolojik aygıtları vasıtasıyla sahaya sürülür. Hiper enflasyonun yani zıvanadan çıkmış pahalılığın sorumlusu herkesmiş gibi bir hava estirilir. Her gün daha katlanılmaz hale gelen pahalılığın sorumlusu sermaye sınıfı olduğu gibi bunun devam etmesinden de en büyük kazancı yine onlar sağlar. Aslında sermayenin önemli bölüklerinin durumdan bir şikâyetleri de yoktur. Dayanıksız sermaye iflas eder, güçlü olanlar onların malına mülküne el koyar. Mili paranın değersizleşmesi nedeniyle özellikle ihracat yapanlar büyük vurgun vururlar. Toplumun çok tükettiği nesneler üzerinde tekel oluşturmuş sermayeler fiyat hareketlerini istedikleri gibi yönlendirir. Likidite de ki azalma nedeni ile cari açık yükselip devlet bir krize yakalandığında yüksek miktarda dövize sahip olanlar kar üstüne kar eder. En son Merkez Bankası 828 milyar TL görev zararı açıklamıştı. Bu zararın KKM ödemelerinden kaynaklı olduğu malum. Bankalar Birliği'nin verilerine göre bankalarda yaklaşık 300 bin kişinin 1 milyon dolar üzerinde mevduatı bulunuyor. Bunların içinde milyon dolarları olan da bir avuçtur. İşte bu görev zararı kollarını kaldırmadan para kazanan bu bir avuç tufeyliye gidiyor.
Demek aynı gemide olduğumuz ve gemi battığında hepimizin boğulacağı bir yalan ve safsatadan ibaret. Gerçeklerin dünyasında, hakikatin karşısında sermaye her şey toplumun çoğunluğunu oluşturan emek ise hiçbir şeydir. Aynı gemide olsak dahi onlar mutlaka suyun üzerinde kalacak imkânlara sahip. Aynı gemide yoksullar en altta, makine dairelerinin gürültüsü arasında birbirlerinin sesini bile işitemez iken onlar ferah kamaralarında dolçe vita bir hayat sürdürür. Gemi batmaya başladığında onlar yoksulları daha dibe itmek ve kurtulmak isterken kendilerini kıyıya ulaştıracak filikaları çoktan hazırlamışlardır. Yüksek enflasyon altında her gün daha dibe sürüklenen emek, gemi metaforunun sermayenin kendisini aldatmak için kullandığı bir hile, büyük bir sahtekârlık olduğunu anlamadığı sürece krizin tüm yükünü omuzlarında taşımaya da devam edecek. Emeğin gerçek kurtuluşu ancak bu hikâyelere artık karnının tok olduğunun bilincine ulaştığında başlayacak. Ama bunu da engellemek için ve emeğin gözlerini kör etmek için sermaye, müttefiki kamu, sahte tasarruf tedbirleri ilan ederek, sanki kendisi de emeğin gösterdiği fedakârlığı gösteriyormuş gibi yapacak ve gözbağcılığına devam edecek.