Umberto Eco “ 21.yüzyıl insanının en büyük yanılgısı faşizmin Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır “ demiş. Ergin Yıldızoğlu “ yeni faşizm “ isimli son kitabına bu epiğraf ile başlıyor. Yıldızoğlu kendisini Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe yazılarından tanıdığımız, dünyayı dakik bir dikkatle takip eden velut bir yazar. Şimdi de içinden geçmekte olduğumuz dünya tarihsel sürecin “ yeni faşizm “ olarak kavramlaştırıldığında anlaşılabilir olacağına dikkat çekiyor.
Yıldızoğlu’nun kitabı aslında bir kitapçık, eski söyleyişle bir risale veya broşürde diyebiliriz. Faşizm kavramı üzerinden içinden geçtiğimiz süreci düşünmenin bir çekiciliği yok. Akademi de, sol entelijansiya da bulunup da bu kavram üzerinden olay ve olguları anlamlandırmanın bunu yapan kişiye getirdiği bir ayrıcalık yok. Onun yerine otoriterlik veya popülizm gibi kavramlarla düşünmek buraya mensubiyet açısından daha ayartıcı. Bu aslında 2008 yılında dünya kapitalizminin tarihi krizi ile resmen iflas etmiş olan neoliberal düşüncenin “ dil hapishanesi “nden kurtulamamanın da bir göstergesi. Bir de faşizm kavramının akademi tarafından konformistleştirilen Marksizmin en politik kavramlarından, alet ve edavatlarından birisi olması var.
Marksizmi bir politika teorisi olmaktan yoksun kılmak isteyen anlayışlar açısından, faşizm vb kavramlar doğrudan politik sonuçlar ürettiğinden, dünyayı açıklamak, anlamak ve değiştirmek isteyenler açısından bu tür kavramlarla düşünmenin riskli sonuçları var. Emperyalizm, faşizm ve devrim gibi kavramların açıklayıcılığı sanki sosyalizm bir siyasi akım olarak güçsüzleştiğinde bu kavramlar da açıklayıcılığını kaybediyor gibi yanlış sonuçlar çıkarılmasına yol açıyor.
Bir de solun bu kavramları seçici tarzda kullanmamasından kaynaklı sorunlar var. Baskının, zorun, devlet şiddetinin her türüne faşizm demenin rahatlığı, kolaylığı veya bayağılığı. Bu kullanımlarda kavram sıradanlaşıyor, açıklayıcılığını kaybediyor. Çok özel ve özgül zamanlarda kullanılması gereken, doğrudan politik sonuçlar üreten , mücadele yöntemleri ve araçları üzerinde hassasiyetle düşünülmesini vaaz eden bir kavram alarmist niteliğini de kaybediyor.
Kısaca iki türlü sonuç ortaya çıkıyor.”: Bir tanesi Neoliberalizmin iflas ettiği bir dünya krizlerin, karmaşanın, kaosun daha fazla içine sürüklenirken, emperyalist güç merkezleri arasındaki rekabet kendisini bölgesel savaşlar üzerinden ve vekalet savaşları biçiminde sürdürürken, gelişmiş kapitalist merkez ülkeler içe kapanıp küreselleşmeye olan umut kaybolurken, ırkçılık/göçmen karşıtlığı/‘ dışardan ‘ gelen herşeye karşı nefret ve önyargılar yükselirken, kriz nedeniyle geleneksel işçi sınıfının önemli bölükleri faşistleşen eskinin muhafazakar partilerinin veya yeninin neofaşist partilerinin toplumsal tabanını oluştururken hülasa toplumsal ve siyasal yaşamda niteliksel bir dönüşüm gerçekleşirken liberal umutlarını tüketmek istemeyenler bunu sadece bir sapma, yoldan çıkma olarak değerlendirip otoriterlik ve popülizm kavramları üzerinden düşünüp bizleri yeni durum karşısında zihnen ve politik olarak silahsızlandırıp, durumun alarmist özelikleri karşısında rehavete sürüklüyor.
Diğer sonuç ise yine zihnen bir konfor içerisinde yeni, zamane, özgül olanı anlama çabasından uzak, başka olanı kendi içerisinden anlama gayreti yerine klasik olana tercüme etmeye çalışarak, devlet şiddetinin her türüne faşist yaftası yapıştırıp alarmizmi sıradanlaştırıp kavramsal dikkat ve hassasiyetleri mefluçlaştırıyor. Yeni olanın karşısına eskinin mücadele yöntem ve araçlarını dikiyor.
Yıldızoğu’nun kitabı faşist ideolojinin doğuş, yaygınlaşma ve krizlerden nasıl yararlandığı konusundaki özgün katkıları ile bu konudaki geleneksel çalışmalardan ayrılıyor. Entelektüellerin yani bilgiyi üretenlerin ve yayanların sadece ideolojinin yaygınlaştırılmasında değil faşizmin bir hareket ve siyaset haline gelişindeki rollerine de dikkat çekiyor. Bazı yerlerde bu kategoriyi bir sınıf düzeyine yükselttiği oluyor. Boratav hoca kitabı tanıttığı bir yazısında bu değerlendirmelere itiraz ederek Yıldızoğlu’nun aksine faşist hareketlerin kitleselleşme momentlerinde ideolojik süreçlerdense klasik bir yaklaşım göstererek krize ve ekonomi/politik analizlere ağırlık vermişti.
Hala liberal düşünüş ve duyuşun egemen olduğu bir entellektüel iklimde, mücadele yol ve yöntemlerinin parlementer araçlara sıkıştırıldığı bir vasatta, Yıldızoğlu’nun kitabı yeni olanı anlama merakı, alarmist niteliği ile faşizmin dünya tarihsel olgu haline gelmeye başladığı bir konjonktürde bizleri faşizme karşı onu alt edebilecek yeni yol, yordam ve araçlar üzerinde düşünmeye davet ediyor.