Yaz Giderken

Hacı Hüseyin Kılınç

''Eylül toparlandı gitti işte- Ekim filan da gider bu gidişle -Tarihe gömülen koca koca atlar- Tarihe gömülür o kadar ''. Yazın bitişi insanın aklına Uyar'ın bu dizelerini getiriyor. İkinci Yeni'nin sevdiği bir imgedir atlar. Cemal Süreya'da bir dizesinde  'uzun bacaklı evrensel atlardan ' bahsetmişti.  Uyar kendini zamanın dışına çıkarmış bir yerden zamanın akıp gitmesine hayıflanmaktadır. Gidecektir telafisi, geri dönüşü yoktur. Akıp giden zamanın içinden sanki bir şeyleri kurtarmak ister gibidir. Ama tüm çabası beyhudedir, boşunadır. Tarih neleri, kimleri içine alıp öğütmemiştir. Ancak bu tarih içine gömdüklerine pek de öyle merhametli davranmamaktadır. Ne hatırlanmaya ne de unutulmamaya izin vermektedir. Tıpkı ayların, mevsimlerin birbirini izlemesi gibi tarihte kronolojik olarak akıp gitmektedir.

Akıp gitmeye mani olmak, zamanı bir yerde infilak ettirmek ancak bir 'olayla' mümkündür. Olay akıp gideni kesintiye uğratır. Zamanın ritmini bozar. Geleceğini öngörebilmek, kestirebilmek kolay değildir. Olaya maruz kaldıktan sonra onun bir 'olay' olduğunu fark edip, iddia edebiliriz. Olaysız bir tarih Uyar'ın şiirinde olduğu gibi ayların gidişine, ' koca koca atların ' tarihe gömülüşüne benzer. Gidişleri, gömülüşleri karşısında tarih kayıtsızdır. Geçip gidenin bu sıkıcılığı zamanı infilak ettirme isteği doğurur. İşte bu yüzden 19.yüzyıl isyanlarında ezilenler saat kulelerini hedef alır, takvimleri değiştirir. Çünkü o ana kadar ki tarih, o ana kadar ki zaman tahakkümün simgesi olmuştur. Şimdi tarihten ve zamandan özgürleşmek arzulanmaktadır. Marx komünizm öncesi tarihe insanlığın tarih öncesi diyordu. Gerçek tarih komünizmle birlikte başlayacaktı. 

Olayı beklerken, zamanın infilakına kendimizi hazırlayabiliriz. Her günkü rutinin dışına çıkarak, akıp gitmekte olana ayak direyerek kendi kişisel 'olayımızı' hazırlamamız mümkün. Bunun için her gün yaptığımız işlerden kafamızı kaldırmamız, eksiğini, boşluğunu hissettiğimiz alanlara yüzümüze çevirmemiz gerekir. Akdeniz ülkelerinde yaz rehavetin, başı boş saatlerin mevsimidir. Günler uzadığı gibi gölgelerde uzamaya başlar. Gündüzün sıcak saatlerinde sokaklar boşalır, etraf tenhalaşır ve insanlar gölgelere sığınır. Geceler yüksek yerlere kaçmayanlar için bir azaba, sıkıntıya dönüşür. Rehavetin, dinginliğin simgesi yaz kendi zıddını dayatır. Hele yazı Adana gibi bir kentte geçirmek yarı cehennemi bir deneyimdir. Çok şükür ki bu yazı bir eziyete değil bir sevince, bir kabusa değil bir uyanışa dönüştürebildim. Boşluğunu, eksiğini hissettiğim körlüklerimi aydınlatmaya gayret ettim ve bunda kısmen de olsa muvaffak olabildim. 

Yaz sadece rehavetin simgesi değildir. Yaz aynı zamanda siyasetin de tatile girdiği bir mevsimdir. Görünen siyasetin bize dönük yüzü parlamento merkezli yapıldığı için yazla birlikte siyasette tatile girmiş sayılır. Ancak bu işin sadece görünen kısmıdır. Çünkü parlamentolar siyasetin gerçek merkezi olmaktan uzaklaşalı çok vakitler geçti. Elbette bir aksesuara, kenar süsüne dönüştüğünü ileri sürmüyorum. Parlamentolar siyasetin gerçek dinamiklerinin bir araya geldiği, nihai kararların verildiği yerler değil artık. Müzakere mekanı olmaktan uzaklaşıp bir tasdik makamına dönüştü. Ancak parlamentolar yine de siyasetin kamusal yüzünü temsil ediyor. Geniş yığınlar kızsa da , öfkelense de orayı siyasetin mabedi kabul ediyor. Kamusal söz almanın, siyasi tartışmanın içinde yer almanın en etkili yolu hala parlamenter görünüme sahip olmaktan geçiyor. Parlamenter performans geniş çevrelere ulaşabilmek için etkili bir araç. 

Hilmi Ziya Ülken Türk aydınını bekleyen en büyük tehlikenin ' içtimai eylem ' baskısı olduğunu söylemişti. Yakup Kadri'de  'geç aydınlanmanın erken aydınlanmacısı' olmaktan dert yanmıştı. İçtimai eylem aydını sürekli kendisine çeker. Başka sınıfların yapması gereken işleri aydınlar üstlenmek zorunda kalır. Toplumu, sınıfları harekete geçirmek, toplumsal meselelere önderlik etmek, sosyal meseleyi siyasallaştırmak aydının üzerine sürekli ağırlıklar bindirir. Bu nedenle aydının bir tarafı içtimai hareketin, pratiğin içinde olmak zorundadır. Bu pratikler çoğunluk geliştirici de değildir. Yeni deneyimlere kapı aralamaz. Deneyimlenecek alan kurutulmuştur. Ama aydının hayatı hep bu tedirginlikle yüklüdür. Bir tarafta derinleşmek isteği diğer tarafta içtimai eylem baskısı. Toplumun aydından beklentileri geçmişte kaldı. Toplum aydına sırtını döndü. Ama huzursuz aydın yine de ona ulaşmak ve değiştirmek isteğinden vazgeçemez. Geç aydınlanmanın erken aydınlanmacısı olmak aydını trajik bir karakter haline getirir. Aydın bu trajediden hem hoşnuttur hem değildir. Hoşnuttur çünkü aydın olmak tam da böyle bir şeydir. Yeniliği, değişimi yani olayı halka rağmen istemek arzusudur. Değildir çünkü aydın bir an evvel zihni uğraşlarına dönmek ve orada derinleşmeyi ister. Asıl yaratıcılık ikisi arasındaki etkileşimi sağlamaktan geçer. Ne sırça köşk ne de içtimai eylem baskısı altındaki dar pratikçilik. Kuram ile pratik arasındaki denge iyi gözetilmelidir. 

Bu dengeyi kurabilmek için yaz iyi bir mevsimdir. İçtimai eylem baskısının azaldığı bir dönem olarak kurama yüklenmenin, boşlukları doldurmanın mevsimidir. Kuramın dolgularını sağlamlaştırmanın mevsimidir. Felsefe, teoloji ve mitolojiyi sökebilmek için yazın rehavetine ihtiyaç vardır. Bizde bunları yapmaya çalıştık. Yaptıklarımızın bir bölümünü paylaştık. Şimdi yaz giderken ihmal ettiğimiz alanlara yeniden dönüp bakma vakti geldi.