Yama Kültürü

Muzaffer Özen

Özellikle bugünün gençleriyle çocuklarının modaya olan düşkünlüğü alıp beni çocukluk yıllarıma götürüyor.

1960'lı yıllardayız... Henüz on yaşındayım.

Çocuktuk o yıllarda dünyaya toz pembe bakan… Yer de bizimdi gök de sınırsızca... Özgürdük; kaygısız, korkusuz dolaştığımız sokaklarda.

Gazete kağıdı dolgulu çoraptan  top en büyük varlığımızdı biz çocukların….Tatlısına, gazozuna maç yapardık tozak tarlalarda... Bir simidi beşe, altıya bölerek yiyen , aynı şişeden gazoz içen;birlikte kavgaya giden; birlikte döven, dövülen arkadaşlıklar zenginliğimizdi bizim. 

Yemeğini paylaşan vefalı komşuluklar vardı  o zamanlarda. Kimse,kimseyi sorgulamazdı kimsin diye.

Oyuncak mı, dediniz? Olmadı oyuncağımız hiç... Seyrine doyum olmazdı raylar üzerinde giden kara trenin Küçüksaatteki Çankaya oyuncakçısında… Cam vitrinin gerisinden  hayranlıkla bakardık her okul çıkışında oyuncak atlı askerlere, dönme dolaplara,damperli kamyonlara...

CUMHURİYET kırklı yaşlardaydı o yıllarda. Osmanlının küllerinden yaratılan  ATATÜRK CUMHURİYETİ'NİN havasını soluyan,okullarında okuyan küçük bir çocuk olarak İNÖNÜ'nün adını okuyorum, HİLALHAN'ın girişindeki Gezicioğlu gazete bayisinin yan duvarlarındaki iplere maşayla tutturulmuş Akşam, Tercüman, Ulus, Vatandaş, Türksözü Bugün gazetelerinin siyah beyaz  sayfalarında. Gülümsüyorum AKBABA dergisindeki mizahi çizgilere...

Üzerimde plastikten beyaz yakalı, gri renkli Sümerbank ürünü krizet kumaştan önlük ve ellerimde köşeleri demirli tahtadan çantayla  geldiğim okulda  Atatürk'ü görüyorum altın sarısı saçları ve ışık saçan deniz mavisi  gözleriyle sınıf duvarlarında.

Her sabah,"Ne mutlu Tük'üm!"diyerek...

"Küçüklerimi sevmek, büyüklerimi saymak" gerektiğini…

İlkemin "yükselmek  ileri gitmek" olduğunu yüksek sesle haykırarak giriyorum sınıfıma... Karşımda Atatürk gülümsüyor bana,"sen, bensin.. "dercesine.

Tek dişi kalmış emperyal canavarlara yüreklerindeki derin yurt sevgisinden aldıkları güçle kafa tutan atalarımın öyküsünü okuyorum İstiklal Marşımızda gururla... İçim bir hoş oluyor ulusumun gösterdiği kahramanlıkla...

Çocuktum o yıllarda...

Temiz ve düzenli giyinmekten ibaretti moda... Giyitler tanıtıcı bir kimlik taşımazdı o yıllarda... Hele üniformaya benzer giyimler hiç yoktu... Kimse saç ve bıyığına sembolik bir anlam yüklemezdi...Sümerbank pazen ve basmaları revaçtaydı o zamanlar...Çeşitli renk ve desenlerde entariler giyerlerdi üzerlerine  kadınlar kızlar.... Sarı sıcak yaz akşamının yerini ılık havaya terk ettiği saatlerde kapı önlerinde sohbet edip çekirdek çitleyen, iş işleyen kadınlar kızlar bir çiçek bahçesi gibi yansırdı gözlere...

Bir yama kültürü vardı o yıllarda...

Eskiyen elbiseler onarılır, lime lime oluncaya dek kullanılırdı ... Gömleklerin yakası ters yüz edilir; pantolonlar, ceketler, yelekler yamanarak yeniden biçimlendirilir ve kullanıma verilirdi o yıllardaki yama kültürünün gereği olarak...  Kumaşlardan arta kalan parçalardan da çul, kilim yapılırdı mahallede bulunan dokuma tezgahlarında.

Ayakkabılar da bir numara büyük alınırdı ayaklar büyüdüğünde rahatlıkla giyilsin diye... Ayakkabıların yolu köşkere düşerdi bir kaç kez... Burada rahmetli Muzaffer İzgü'yü anımsadım acı bir gülümsemeyle… Rahmetli de nalından ayakkabıyla giderdi evden okula,okuldan eve…

Oduna,kömüre gücü yetmeyenler tezek kullanırlardı…  Hergeleyolu'ndan  tezek için kullanılan hayvan tersinin kavgasını  yapanların sesleri yankılanırdı  Kocavezir'in yaşlı,bitik evlerinin duvarlarında zaman zaman…

Et seyirlikti kasap çengellerinde… Yemeklik çiğit yağı çay bardağıyla alınırdı Bakkal Hasan Emmiden...

Bugün TV kanallarındaki yemek programlarında bol etli, bol tereyağlı yemeklerin beğenilmediğini, çöpe gittiğini görmek de varmış kaderde...

Yama kültürü bir yaşam biçimiydi çocukluk yıllarımızda.. Ulus olmamızda, devlet olmamızda bu kültürün büyük etkisi olduğunu anlayamazdık çocuk aklıyla o zamanlarda...

Büyüdükçe anladık ki biz Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı  bu tasarrufla kazanmışız.. Cumhuriyetin ilk fabrikalarını, köprülerini, yollarını, barajlarını, limanlarını, okullarını, kamu binalarını bu bilinçle inşa etmişiz.. Ordumuzu böyle tesis edip donatmışız.

Çiçek, trahom, tüberküloz hastalıkları için aşılar üretmiş; köyde kentte salgın hastalıkların önünü almışız..

Bugünlere bakıyorum da tasarruf , bir sözcük olarak kalmış sözlüklerde...Bir marka hastalığı başlamış insanlarda...Ayakkabıdan telefona marka bir ayrıcalık sayılır olmuş moda düşkünleri arasında...Eser kalmadı yama kültüründen... Eskidi mi at, yenisini al... Alabilen mutlu, alamayan bekler umutlu...

1920'li yılların üstünden bir asrı aşkın zaman geçti...

Seksen yıldır refah vaat eden yönetimlerden de  halkın payına miras olarak yama kültürü kaldı.. Bugünlerde de ayakkabılar, terlikler köşkerin ellerinden öpüyor, giysiler ara sokaklarda kaderine terk edilen yamacı terzilere can suyu oluyor.

Annelerimiz, babalarımız bugünleri görseler ne derlerdi acaba?

Kurtuluş ve kuruluş yıllarının ana babalarını rahmetlerle anıyorum.

Sizler bu devleti var ettiniz karın tokluğu bir yaşamla…

Minnettarız size…