Okuduğumuz kitaptaki bir kelime ya da bir paragraf, izlediğimiz bir film, belgesel ya da dizideki bir diyalog, bir görüntü ya da görmüş geçirmiş birisinin aktardığı bir anı veya söylediği bir söz yaşamımızda bize rehberlik edebilir.
Bu günlerde üst üste gelen, dışarıda Rusya'nın Ukrayna saldırısı ile içeride Millet İttifakı'nın güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş toplantısı, bana, Netflix'de izlemeye başladığım 'Thieves of the Wood' dizisindeki polis ile şefi arasında geçen bir konuşmayı hatırlattı.
Diziden sadece birkaç dakika süren bir diyaloğu aktarmama izin verin:
Yeni atanan polis şefinin kendilerinden eski suç dosyalarını isteyerek incelemesine anlam veremeyen polislerden biri, yine eski dosyaları getirdiği bir gün şefine, bu eski bilgilerle ne yapmaya çalıştığını merak ettiğini söyler. Bunun üzerine polis şefi, dosyadan bir kağıt alarak okumaya başlar;
Bu olaya göre 23 Nisan günü Antonyon, kayınbiraderi Gustav'ı, kendine ait 3 altın yüzüğü çalmakla suçlamış. Geceyarısı evinde uyurken bir sesle uyandığını, durup dinlediğinde sesin çatı katından geldiğini anlayıp, oraya yöneldiğinde de kayınbiraderi Gustav'ı fark ettiğini ve hırsızlığı onun yaptığına şahitlik ettiğini söylemiş. Şef burada okumaya ara verir ve polis memuruna önerisini sorar. Memur kısa bir duraklamadan sonra, "Benim önerim, 20 kırbaç. Tabi ki yüzükleri geri vermesi kaydıyla. Yoksa şehir dışına sürgün" diye yanıtlar.
Bunun üzerine şef dosyaların arasından bir başka kağıt çıkararak okumaya başlar;
22 Nisan günü meydana gelen bir kavgaya müdahale eden bir meslektaşının raporuna göre kavga, az önceki hırsızlık olayında adı geçen Antonyon'un bir oyunda 15 altın ve 3 yüzük kaybetmesiyle çıkmış. Bu olayı okuyan şef memuruna tekrar sorar; "Sence bu iki olay arasında bir bağlantı olabilir mi?"
Ve devam eder; "Öte yandan elimizdeki bir başka dosyaya göre Antonyon'un kız kardeşinin düğününde olay çıkardığı ve bu kavgayı da Gustav ile evlenmesini uygun görmediği için onun çıkardığı yazıyor." Ve şef, son kez memuruna sorar; "Bu durumda kırbaçların yanlış yere yönlenmiş olmuyor mu?"
Memur kısık bir sesle, "evet, evet" deyince şef ekler: "Bağlantılar, bağlantılar..." Ardından da sözünü, "Bu bağlantıları fark edebilmenin tek yolu da kayıt altına almaktır." diye bitirir.
En basit, sıradan olayların bile anlaşılması, açıklığa kavuşturulması için neden ve sonucu arasındaki bağlantıyı kurabilmemiz gerekiyor. Bunu göz ardı edersek, içinde olduğumuz bilgi bombardımanı altında zihnimizin bulanması kaçınılmaz ve içinde kaybolmamız için anlatılan yalanların arasında pusulamızı kaybedebiliriz.
Bu itibarla, her iki olayın arasındaki bağlantı, meseleleri daha iyi kavramamıza yardımcı olabilir.
SAVAŞ
Tarafların veya taraf tutanların haklı çıkmak veya karşı tarafın haksız olduklarını ispat için ortaya attıkları iddia ve gerekçelerinden bağımsız olarak, elbette, savaş bir insanlık suçu.
Yukarıda aktardığım birkaç dakikalık sahnedeki polis memurunun değerlendirmesine göre; neden sonuç arasındaki bağlamı kurmadan bir değerlendirme yapacak olursak, Ukrayna'ya saldıran Rusya'nın suçlu olduğu sonucuna varmamız birkaç saniye alacaktır. Şefin yaptığı gibi bunun nedenini araştırdığımızda ise karşımıza birbiriyle bağlantılı, NATO'nun dağılan eski Sovyet üyesi ülkelerde yayılmacılık yapmayacağına ilişkin anlaşmaya rağmen bunu çiğnediği gerçeğinden başlayarak, öte yandan Rus emperyalizmini de gözden kaçırmadan, on yıllara yayılmış yüzlerce nedenle karşılaşıyoruz.
Yok, burada bu nedenleri bir de ben sıralayarak vaktinizi almayacağım, herkesin yeterince bilgisi olduğunu düşünüyorum.
Binlerce insanı ölüme götüren yolu kimin açtığı tartışmasının sonucu, zaferi kimin kazanacağına göre belli olacak. Malum, tarihi zaferi yazması için kazananı beklememiz gerekecek!
Zihnimizdeki beslediğimiz önyargılarla baktığımız, kimin kime hangi cephede daha ağır darbe vurduğu, hangi şehre saldırdığı ya da geri püskürttüğünü gösteren görüntülerden, bunları resmeden haritalardan ve sosyal medya paylaşımlarından gözümüzü ayırıp, bir an durup, nefes almayı öneriyorum;
Sadece, her birinin eşi, kızı, oğlu, babası, annesi, sevgilisi ve vatanı olan binlerce insanın yaşamına mal olan Rusya - Ukrayna savaşından değil, aklımızı ve vicdanımızı bulandırarak bizi soktukları labirentlerden ve önyargılarımızla şekillenen saplantılardan da kurtulmayı başarabilmeliyiz.
Bu nefes aralığında da, savaşın, Ukrayna'nın, ABD tarafından, AB üyesi ülkelerinin batı ittifakı içinde safları sıklaştırma ve birliğini güçlendirmek amacıyla mı (işlerin bu noktaya geleceği bilinerek) kaşınıp/tasarlanarak çıkarıldığı sorusuna yanıt aramalıyız. "Bu olay (savaş) AB ülkeleri ile birliğimizi güçlendirdi. Bundan mutlu oldum" diyen ABD Başkanı'nın sözlerine bakarsak, bunun mümkün olduğunu düşünenler haksız sayılmaz diyebiliriz.
Rusya nasıl bir reaksiyon vereceğini daha önceden beyan ettiğinden, bu savaş, ABD'nin küresel imparatorluğunu sürdürebilmek adına AB'yi yanında yedeklemeyi sürdürmesi, Avrupa içerisinde çıkan aykırı sesleri ortak bir düşmanı 'hatırlatarak' bastırmasının yöntemlerinden birisi olabilir. Öyleyse de eğer, şaşırılmamalı. Kısa erimde bu amaca da ulaşılmış görünüyor. Zaten ABD ve NATO'nun, AB ülkelerinin güvenlik endişelerini kaşıması hemen sonuç verdi ve AB'nin lider ülkesi Almanya'yı harekete geçirerek savunma harcaması için 120 milyar Euro fon ayıracağını açıklamasına yol açtı.
Bu, ilk etapta, Rusya'ya karşı batı bloğunun güçleneceği varsayımına yol açsa da, uzun erimde tersi sonuçlar doğurmaya açık bir güç dengesine de yol açabilir. Almanya'nın askeri güç birikimi, doların karşısında dünyada kendi ortak para birimi euro'nun rezerv para olması için çalışan AB'nin elini güçlendirerek ABD askeri gücünden bağımsızlaşmasının önünü de açabileceğinden, ABD'nin işini zora sokma potansiyeli taşımakta.
ABD'nin başını çektiği tek kutuplu dünya düzeninin yavaş yavaş aşındığı, çok kutuplu bir dünyanın doğum sancılarının çekilmekte olduğu ve güç kaybeden ekonomik sistemi onarmaya ya da yerine yeni bir ekonomik sistem bulmaya dönük tartışmaların sürdüğü günümüzde, Almanya'nın silahlanması ve Avrupa'nın askeri ve ekonomik olarak mobilize olması, Çin örneğinde olduğu gibi kendi rakiplerini dahi kendisi yaratma gücü ve lanetine sahip olan ABD'nin hegemonyasına yeni bir tehdit oluşturabilir.
ABD'nin NATO'yu kullanarak, Rusya korkusu sebebiyle kendisini açık kollarla bekleyen doğuya doğru ilerleyişinde dahi ekonomisi ABD'nin Texas eyaleti kadar olan Rusya'nın direnişi ile karşılaşması, Asya ve Afrika kıtasındaki Çin'in gittikçe koyulaşan gölgesini de hesaba katarak söylersek, geleceğin, tek güç ve tek ekonomik model rotasından çıkarak, önce bölgesel güçlerin etkili olacağı, ardından da farklı ekonomik modellerin devreye girebileceği bir evreye ulaşabileceğini de varsayabiliriz. Bu konuda ABD'deki arayışlara geçen haftaki yazımda ayrıntılı olarak değinmiştim.
Bu itibarla, Çin ile olan ilişkilerine vurgu yaparak batının ekonomik ve siyasi yaptırım sağanağı karşısında fazla etkilenmeyeceklerini ifade eden Rusya'nın açıklamalarına bakılırsa, bu olay, Rusya ve Çin'in, tek küresel güç olan ABD ve rezerv para olarak doların hakimiyetine son vermeyi amaçlayan bir tasarımın sonucu da olabilir. Bu ihtimale göre de 'ava giden avlanıyor' da olabilir.
Nihayetinde onlar da emperyal bir güç ve aynı ABD'nin başka gerekçe ve formüllerle dünya üzerinde kurduğu tahakküme karşılık, onu yıkmaya ya da paylaşmaya hakları olduğunu düşündüklerini ve mücadele ettiklerini biliyoruz.
İTTİFAK
Bu çerçeveden bakmaya devam edecek olursak, Türkiye'deki yönetim, savaşın aktif bir tarafı olma aptallığına düşmez ise yeni bir sürecin paydaşı olabilir.
Bu tespiti yapmamın nedenlerinden en önde geleni, geçmişte dolarla Türkiye'yi (aslında Erdoğan'ı) sıkıştırıp hizada tutmaya çalışan batılı güçlerin, savaşla ortaya çıkan yeni güç dağılımında hem NATO üyesi olan, hem de Rusya ve Çin gibi iki bölgesel güçle işbirliği yapabilen, Balkanlar ve Kafkasya'daki etki gücü ile güneyindeki sorunlara aktif müdahale kapasitesine sahip bir ülke olarak Türkiye'ye (yani Erdoğan'a) eskiden olduğu gibi, en azından mevcut durum stabil hale gelene kadar, saldırgan davran(a)mayabileceği, bu nefes aralığını değerlendirebilirse eğer, Erdoğan'ın içeride seçimleri kazanabileceği bir iklimi yaratabilme ihtimali.
Yani zaman, Erdoğan'ın lehine akıyor da olabilir! Batının önde gelen gazetelerinde geçtiğimiz hafta Erdoğan'ın Ukrayna'ya desteğinin övüldüğünü hatırlatırım. Ama özellikle, Türkiye'nin bir oldu bitti ile bu savaşa sürüklenmesine bile yol açabilecek gelişmelere de hazırlıklı olmamız adına, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman'ın Habertürk'ten Sena Alkan'a verdiği ipucu niteliğindeki söyleşiye dikkat çekmek isterim. Bunun Türkiye-Batı ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi olabileceğine dair yapılan değerlendirmeler de bu görüşümü destekler nitelikte.
Bu ihtimalini dillendirmem dahi, AKP'nin gemisinin su aldığı, batmak üzere olduğu, biraz daha sabredilirse iktidarın yakın olduğunu düşünen muhalefeti üzecektir elbette. Ancak tüm siyasetini Erdoğan'ın 'birileri' tarafından gönderilmesi üzerine kuran bir muhalefet, bu tür yol kazalarına hazırlıklı olmalı.
Erdoğan'ın ipinin çekilerek yetki alabilmek için sırasını bekleyen muhalefet cephesi ise, bağımsız, halkçı ve kamucu bir irade göstermek yerine, batının gözdesi olduğu zamanlar Erdoğan'ın da bolca kullandığı 'eski taktikleri' kullanmaya devam ediyor.
Her ne kadar bir demokrasi ve özgürlükler manifestosu olarak sunulsa da, Millet İttifakı'nın açıkladığı beyannamenin, başka birçok kişi, kesim ve kurumun da işaret ettiği eksiklik ve duruş bozuklukları sebebiyle ben de zihnen malül bir tasarım olduğunu düşünüyorum. Esas olarak 'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi neden yanlış?' ve 'Neden güçlendirilmiş parlamenter sistem?' başlıkları altında gerekçelendirilen sorun ve çözüm ilişkilerinin, mücadele ettiğimiz gerçek sorunların çözümüne ilişkin bir mantığı barındırmaktan uzakta olduğu kanaatindeyim.
Zira,
"Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en derin siyasi ve ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır. Toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlar her geçen gün artarak etkisini ağır bir biçimde göstermektedir. Eğitimden sağlığa, ekonomiden adalete, özgürlükten güvenliğe akla gelen her alanda yaşanan çok yönlü kriz hali, vatandaşların sadece gündelik hayatlarını olumsuz etkilemekle kalmamakta, geleceğe yönelik umutlarını da yok etmektedir. Bu krizin en önemli sebebi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altındaki keyfi ve kural tanımaz sistemsizlik ve yozlaşmış iktidardır" tespitiyle;
"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yönetimde kişiselliğe ve keyfiliğe yol açmış; Cumhurbaşkanı’na yasama, yürütme ve yargıyı güdümü altına alan çok geniş ve denetimsiz yetkiler tanıyarak otoriter bir yönetim yaratmıştır. Anayasal devlet; kuvvetler ayrılığına dayanan, yürütme gücünün sınırlandırıldığı, denge ve denetlemeyi teminat altına alan, yargının bağımsız olduğu, temel hak ve hürriyetlerin en geniş manada tanındığı ve kurumsal aklın günübirlik düşüncenin önüne geçtiği bir sistemdir. Bizler, anayasal devlet anlayışına aykırı, demokratik hukuk devletini temelinden zedeleyen ve egemenliği şahsileştiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine karşı çıkıyoruz." sonucu, birbirleriyle somut bir illiyet bağı kurulması anlamsız olan farklı noktalarda duruyor.
Siyasetin elbette ekonomiyle direkt bir ilişkisi vardır. Ancak uygulanan ekonomik politikanın sonuçlarını direkt ve yalnızca devletin yönetim yapısına bağlamak, elmayla armutu karşılaştırmakla eşdeğerdir. Uygulanan ekonomik politikanın sonuçları, uygulanan ekonomik politika yüzünden ortaya çıkar. Bu çok basit mantıksal çıkarımı yapmadan sorunu başka yerlerde ara(t)mak, ya ciddi bir mantıksal tutarsızlığa, ya da (Ukrayna'da da bir benzeri oynanan) 'cambaza bak' oyununa işaret eder.
Açıklanan beyanname, Erdoğan'ın, bu ekonomik modelin kaçınılmaz sonucu olarak yoksullaşan on milyonlarca yurttaşı baskılayabilmek için özgürlük alanlarını daraltması ve parlamentoyu devre dışı bırakarak ülkeyi Ohal kararnameleriyle yönetmesini sağlayan tek adam rejiminin bir sonuç değil, sebep olduğu tespitine dayanıyor. Oysa, yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi ben, Erdoğan'ın ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir neden değil, aksine bir sonuç olduğunu düşünüyorum.
Beyannamenin 37. sayfasındaki "Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar" başlığı altında anlatılanların beni doğruladığını düşünüyorum;
"Düzenleyici ve denetleyici kurumların oluşumunda ve çalışmasında iyi yönetişimi sağlamak adına liyakat, şeffaflık, tarafsızlık, çoğulculuk, hesap verebilirlik ve ulaşılabilirlik ilkeleri esas alınacaktır. Kurumlar idari ve mali özerkliğe kavuşturulacaktır. Kurumların bağımsızlıklarının tesisi ve yürütmenin müdahalelerine karşı korunmaları için yasal ve yapısal önlemler alınacaktır."
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığının sağlanması için yasal ve yapısal önlemler alınacak, bankanın araç ve operasyon bağımsızlığı siyasi müdahalelere karşı korunacaktır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, para politikasının uygulanmasında tek karar merci olacaktır"
Burada aktarılanın Türkçe meali şudur; "Biz, zenginlere kazandıran ekonomik modeli koruyacağız. Bunun için (zenginlerin çıkarını ve paralarının değerini korumak için) Merkez Bankası uluslararası finansın denetiminde olacak. Onların işine karışmayacağız".
Toparlayacak olursak, her fırsatta yazdığım gibi ekonomik politika dayanakları aynı olan ve siyasal perspektifleri giderek aynılaştırılan altı partinin, bu beyannameyi geleceğin Anayasasının altyapısı olarak tasarladıkları açık. Özgürlük ve demokrasi bombardımanı altına yapılmak istenen, dikkatleri yokluğun, yoksulluğun ve çöküşün tek müsebbibi olan neoliberalizmden uzak tutmak adına ipte yürüyen cambazı işaret etmek.
ABD'nin tüm hegemonya adımlarının görünen yüzü olan, en son NATO'nun doğuya genişlemesi ve Ukrayna'da örneğini gördüğümüz, daha önce sayısız coğrafyada ve olayda da kullanılan, demokrasi ve özgürlük vaadi bombardımanı altında istediğini alma yöntemi, 2017 Anayasa değişikliği sırasında 'yetmez ama evet'çileri avlamak için AKP tarafından da kullanılmıştı. Aynı yöntemin bugün Millet İttifakı tarafından kullanılıyor olması, tamamen tesadüf olsa da, neyin niye yapıldığı konusunda herkesi biraz daha aydınlatıyor olsa gerek.
Yazının girişinde bahsettiğim polis şefinin söylediği gibi, kırbacı dışarıda sadece Rusya'ya, içeride de sadece Erdoğan'a vurmak, gerçekleri örtüyor, meseleleri neden sonuç bağlamından koparıyor.
Bağlantılar, bağlantılar...