2008’de Amerika’da konut kredileri balonu patladığında iki milyon konuta haciz işlemi yapılmış, milyonlarca insan evsiz kalmış, birilerinin yanına kapağı atabilenler şanslı sayılırken binlerce insan çadırlarda ve sokaklarda yaşamak zorunda kalmıştı. Finansal içerilme veya borçlandırma rejimi kapitalizmin 70’lerde içine girdiği krizden çıkış stratejilerinden biriydi. Finansın üretimden koptuğu, kendi özgün dinamiklerini edindiği ve hatta finans kapital denilen kategorinin dahi ilerisine adım atıldığını söyleyen ciddi iktisatçılarda vardır. Normal finansal işlemlerin dışında türev piyasalar, hedge fonlar ve burada sayamayacağımız kadar çok işlemler bu özel dönemin alameti farikaları arasındadır.
Konut piyasalarında başlayan kriz hızla kredi veren kuruluşlara ve bankalara sıçradı. ABD’yi merkez üssü alan krizin bu ülkenin hegemonik konumu nedeniyle bütün yerküreyi etkisi altına alma riski vardı. Krizden en az etkileneceği düşünülen ülkeler olan Çin ve Almanya’yı dahi büyük bir telaş almıştı. Kriz devletin devreye girmesiyle hafifletilmeye çalışıldı. ABD hazinesi bankaları ve kredi kurumlarını kurtarmak için trilyonlarca dolar para bastı. Doların rezerv para olması, altın eşdeğerinden kopmuş olması, ihracatta öne çıkan ülkelerin tahviller alarak basılan paraları emmesi ABD’ye bu fırsatı veriyordu.
Kapitalizm 29 büyük bunalımından dersler çıkarmıştı. New York borsasında başlayan krize erken müdahale edilmemesi buhranın bir kasırga gibi tüm dünyayı etkisi altına almasına neden olmuştu. Buhranın sonucu büyük iflaslar, yüksek işsizlik, devletlerin gümrükleri yükselterek iç piyasalarına duvarlar örmesi ve dayanıksız sermayenin el değiştirmesiydi. Bunun sonucu Versay anlaşmalarıyla çözülemeyen birinci dünya savaşının yarattığı sorunların katlanarak büyümesi ve ikinci dünya savaşına koşar adım ilerlemekti. Kapitalizmin krizine çare Keynes’den gelmişti. O nedenle ikinci dünya savaşı devam ederken yapılan Bretton Woods görüşmelerine İngiliz heyetinin başkanı olarak o katılmıştı. Kulakları çınlasın İsmet Özel kapitalizmi yok oluştan Keynes’in kurtardığını söyler.
2008 buhranı kapitalizm açısından yeni bir Keynes doğurmadı. Çünkü krizin yaratıcısı olan Neo-Liberalizm iki şeye savaş açmıştı. Bunlar sosyalizmin merkezi planlaması, refah devletinin Keynesci devlet müdahaleleriydi. Keynes Marx’ın tahlillerinin bir bölümünün doğruluğuna inanıyordu. İlki kapitalizmin krizsiz düşünülemeyeceği ve bünyesel olarak sürekli krizler üretmeye yatkınlığıydı. ‘ Uzun vadede hepimiz ölümlüyüz ‘ lafını Keynes kapitalizm için kullanmıştı. İkincisi eksik tüketim denilen talep yetersizliği sorunuydu. Kapitalizm metalarla dolu neredeyse dağlar yaratırken bunları tüketecek müşteri bulamazdı. Marx buna bir tarafta birikim dağları diğer tarafta yoksulluk denizleri diyordu. Her ikisi birbirini tamamlıyordu.
Keynes merkez bankalarını para basma konusunda serbest bırakarak, devleti altyapı yatırımlarına sokup para harcamaya teşvik ederek, sınıf sendikacılığını değil ücret sendikacılığını özendirerek bir refah devleti kapitalizminin yaratılmasının önünü açmıştı. İkinci savaş sonrasının tarihin gördüğü en büyük büyüme dönemiyle de çakışan bu fikirler kapitalizme yıkılmaz olduğuna dair bir imge kazandırdı. Ancak 2008 yılındaki reçetelerin Keynesçilikle hiçbir ilgisi yoktu. Devletler finansın hizmetine girdikleri için onları denetim altına almak maksadıyla değil sadece kurtarmak ve faturayı da tüm topluma yıkmak için müdahale ettiler. Milyonlarca insanın tüm hayatları boyunca çalışıp çabalayıp biriktirdiği herşey ellerinden alınırken kapitalist devlet trilyonlarca dolar para basarak iflasın eşiğindeki şirketleri kurtarmayı tercih etmişti.
Buhranın üzerinden bir yıl geçtikten sonra sanki hiçbir şey değişmemişti. Piyasalara dokunulmamış, finansal işlemler üzerindeki yasal denetimler gevşetilmiş, iflasın eşiğinden dönen şirketler yeniden piyasa oyuncuları olarak sahneye geri dönmüştü. Kapitalizm büyük krizine rağmen neoliberal proğramdan ödün vermeden yoluna devam etmek istiyordu. Bunun elbetteki pekçok nedenleri vardır. İlki finansın bütün düzen partileri üzerindeki korkunç egemenliği, sosyal demokrat ve eskinin komünist partilerinin piyasacılığa teslimiyeti, örgütlü işçi sınıfının bütün güçlerinin dağıtılmış olması ve solun güçsüzlüğü.
Kapitalizmin elitleri bahsettiğimiz faktörlerin etkisiyle yeni bir alternatife yönelmediler. Yeni bir alternatife yönelebilmek Harvey’in ‘ sermayenin sınırları ‘ dediği şey nedeniyle mümkün müdür bu da ayrı bir bahis. Erdoğan’da şimdi yeni bir modelden bahsediyor, Akp basınında Çin tipi otoriter devlet kapitalizmi modelleri tartışılıyor. Erdoğan Türkiye’yi gerçekten kapitalizmin alıştığımız modelinin dışına mı çıkaracak yoksa bütün bu aldatmacanın arkasında seçime yönelik hazırlıklar mı var göreceğiz.
Devam...