Weber'in Sorunsalı (2)

Hacı Hüseyin Kılınç

E.J.Hobsbawm artık kendi alanında bir klasik haline gelmiş olan 'Milletler ve Milliyetçilik’ isimli çalışmasında milliyetçiliğin ilerici ve demokratik olduğu dönemi Avrupa için 1789 ile 1848 arasındaki dönem olarak sınırlandırır. Bu dönemdeki milliyetçi dalga ilerici ve demokratik bir muhtevaya sahiptir. 1815 Viyana Kongresi'nde kurulan düzen Avrupa'nın bütün gerici güçlerini bir araya getirmişti. Rusya Avrupa gericiliğinin kalesi haline gelmişti. En küçük demokratik kıpırdanışlar karşısında Rus gericiliğini buluyordu. Avrupa'nın hakim güçleri içinde ulusal birliğini burjuvazinin liderliğinde nispeten demokratik yollarla tesis etmiş iki ülke bulunuyordu. Bunlardan ilki İngiltere idi. Bu ülkede burjuvazi aristokratik alışkanlıkları hızla edinerek aristokrasi ise bir o kadar hızlı biçimde burjuvalaşarak sistemi dönüştürmüşlerdi. Şimdi bu iki gücün karşısında sanayi devriminin etkisi ile ortaya çıkan yeni bir sınıf vardı: işçi sınıfı. Fransa ise burjuva devrimini en sert gerçekleştiren yerdi. Kral ve kraliçelerinin kellelerini koparmışlardı. İlerici burjuvazi iktidarı alabilmek için kentli demokratik, halkçı sınıflarla ittifak yapmak zorunda kalmış ve kendi gücü ile devrimini yapamamıştı. Başta Paris sankülotları devrimi çok ileriye taşımışlardı. Aristokrasi ile köylülüğün ittifakı devrimin karşısındaki en büyük dirençti. 

Avrupa aynı zamanda bir halklar hapishanesiydi. Macarlar, Çekler, Lehler, Slavlar bu hapishanenin içinde boğuluyordu. Devrim orduları altında ezilen Avrupa gericiliği Meternich'in şahsında düzeni tahkim ederek kendini toparlayabilmişti. Bir çok uluslu imparatorluk olarak Avrupa'nın ortasında yer alan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çözülmenin arefesinde bulunuyordu. Özgür İtalyan birliğinin önündeki en büyük engel olduğu gibi Alman birliğinin önündeki en büyük engellerden de biriydi. Güneye doğru indikçe tarımsal bir imparatorluğa dönüşüyordu. Sanayileşmenin girebildiği yerler çok sınırlıydı. Bu nedenle hem İtalyanlar hem de Almanlar bağımsızlık istiyorlardı. İtalyan toprakları üzerinde bir yandan da Fransız egemenliği vardı. Almanlar üzerinde ise her geçen gün Prusya'nın nüfuzu artıyordu. 1848 devrimleri kapitalizmin tarihindeki on yıllık bir krizin pik yaptığı bir noktaya denk geldi. İngiltere hariç her yerde halklar ayaklandı. İngiltere'de ise Çartist hoşnutsuzluklar 1830'larda başlamıştı. Fransa zaten her on beş yılda bir isyandan geçiyordu. 1830 ayaklanmaları daha proleter bir içerik kazanmıştı. Ama Avrupa'nın geri kalanındaki ayaklanmalara hem sınıfsal hem de ulusal tepkiler eşlik etti. Macarlar artık Avusturya nüfuzundan çıkmak istiyordu. Gelişen burjuvazi ve toprağa bağlı aristokrasi daha ileri düzeyde bir birliği arzuluyordu. Nitekim bundan sonra imparatorluk varlığını Avusturya- Macaristan olarak devam ettirecekti. Piyemonte krallığı Avusturya'dan ciddi toprak koparmış ve alanını önemli ölçüde genişletmişti. Nice ve Cannes Fransa'ya bırakılırken Milano ve çevresi İtalyan birliğine dahil edildi. Önce Fransız sonra Rus ordularının ayakları altında ezilen Polanya'da Lehler bağımsızlıkları için öne atılmışlardı. Bohemya baştan başa isyanın içine çekilmişti. Bir kısmını Prusya işgal etmişti. Slavlar ise hem Habsburglardan hem de Çarlıktan kurtulmak istiyordu. 

Orta ve kuzey Avrupa'da ayaklanmalara zanaatkarlar, küçük burjuvazinin devrimci unsurları önderlik etti. İmalat sektörünün gelişmesi zanaatçi sınıfın altındaki toprağı kaydırıyordu. Barikatlarda dövüşenler, ayaklanmalara önderlik edenlerin pek çoğu bu sınıfın üyesiydi. Üretim sürecine yabancılaşmamış olmaları, emekleri üzerindeki kontrolü tam anlamıyla yitirmekten uzaklıkları toplumsal formasyonun bilgisine bütünlüklü bakabilmelerine imkan tanıyordu. Bu nedenle kendilerini bekleyen akıbeti fark etmişlerdi. Giderek özerkliklerini kaybedecekler ve iş kolları bir sanayiye dönüşecekti. Bu nedenle terziler, kunduracılar, fıçı ustaları en öne atılıyordu. Anarşizm köylülükle beraber  böyle bir toplumsallıktan besleniyordu. Fransa'da Proudhonculuk böyle bir zeminden güç alıyordu. Ulusal duyguları ise radikal burjuvazi ile küçük burjuva okur yazar sınıfı harekete geçirmişti. Ulusal duygular otokrasiyi hedef aldığından demokratik bir içeriğe sahipti. Ulusallık halka düşkünlük anlamına geliyordu. Daha henüz bir üst sınıf ideolojisine dönüşmemişti. 

Bu süreçte Alman devrimi bir adım ileri iki adım gerileyerek 1849'ların sonuna kadar inişli çıkışlı bir seyir izledi. Bu devrime öncelikle Ren burjuvazisi önderlik etti, fakat devrimin proleter bir içerik kazanmaya başlaması bu sınıfı hızla Prusya gericiliğinin kucaklarına itti. Kurdukları parlamentoya dahi sonuna kadar sahip çıkmadılar. Demokratik hakların kullanımından ürktüler. Basın yayın özgürlüğünün komünist propagandayı serbestleştirmesi, broşür ve kitapların ortalıkta dolaşmaya başlaması ve burjuvazinin radikal bir hizbinin devrimi ileri taşıma isteği mülk sahiplerini tedirgin ediyordu. Marx ve Engels'de tüm gövdeleriyle bu hareketin içindeydiler. Önce radikal burjuvazi ile yol yürümek istediler, ama kısa sürede yolları ayrılınca Komünistler Birliği olarak devrimi sonuna kadar taşımak için zorladılar. 1848 devrimleri ezilenlerin iktidarıyla sonuçlanmadıysa da demokrasinin gelişimine ciddi bir ivme kazandırdı. Pekçok yerde sadece erkeklerle sınırlı olmak üzere genel ve eşit oy hakkı tanınmak zorunda kalındı. Güçleri giderek zayıflayan parlamentolar siyasal yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline geldiler. Kulüpler, birlikler giderek birer siyasal parti formu edinmeye başladılar. Aristokrasi ile sınırlı olan temsil mekanizması burjuvaziye doğru genişlemeye başladı. 

1850'ler kapitalizmin tarihinde genişleyici bir dalgayı başlattı. 1858 ve 59'daki kısa süreli kriz dışarıda bırakıldığında genişleyici dinamik 1873'lere kadar devam etti. Bu yirmi yıllık sürede Avrupa'nın çehresi baştan aşağı değişti. Demiryolları ülke içlerini ve dışını birbirine bağladı. Telgrafın yaygınlaşması iletişimi kolaylaştırdı. Bilimlerin sanayiye tatbiki üretimi çok hızlı biçimde arttırdı. Kent nüfusu artmaya, sanayinin ekonomideki ağırlığı belirleyici olmaya, işçi sınıfları tarih sahnesine daha etkili biçimde çıkmaya başladı. Yüzyıl başında tarım ve zanaat ağırlıklı bir toplum olan Prusya bu dönüşümü en hızlı yaşayan yerlerden biriydi. Tarımsal üretim artıyor, loncalar yerini sanayi korporasyonlarına terk ediyor ve Prusya ordusu Avrupa'nın en güçlü ordularından birisi haline geliyordu. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu sanayi devrimine uyum sağlayamazken Prusya krallığı yirmi yıllık bir süre içinde hem bir sanayi ülkesi haline gelecek hem de topraklarına genişleterek Alman konfederasyonunu bünyesine alacaktı. İlk önce Kuzeyde bulunan Prenslikler krallığa dahil edildi. Bunun için yapılan savaşlarda Danimarka krallığı büyük bir yenilgiye uğradı. 1862 yılında ise Rusya ve Paris elçiliklerinde bulunan Otto von  Bismarck şansölyeliğe getirildi.   Şansölye büyük topraklara sahip, junker sınıfına mensup bir aristokrattı. Onu bu göreve atayan 1.Wilhelm ve Diyetler Meclisi karşısında fazla güçlü değildi. Gelişen işçi sınıfı karşısında önceleri net bir stratejik tutuma sahip değildi. Prusya Genelkurmayının başına ise Ludwig von Moltke getirilmişti. Maddeci dünya görüşü nedeniyle tarihte bireyin rolünü ikincil görsek bile bu iki kişi Alman birliğinin tesisi konusunda önemli işler yapacaklardı. Çünkü bu birlik olağan demokratik yollardan tesis edilmedi. Kuruluş harcında savaş ve kan vardı. Anti sosyalist yasalar  işçi sınıfına siyaset alanını kapatmıştı. Bismarch bu alanı devletçi sosyalizmin temsilcisi Lassalle' a açacaktı sadece. 

Bismarch Avrupa diplomasisinin yarattığı fırsatları iyi kollayarak 1866'da Avusturya'yı büyük bir yenilgiye uğrattı. İngiltere Avrupa'daki asıl tehlike olarak Fransa'yı görüyordu. Ruslar ise Prusya'nın başarılarının geçici olacağını düşünüyor ve durumdan istifade etmeyi tasarlıyordu. Fransızlar için asıl tehlike Avusturya idi. Çünkü hem kaybettikleri topraklara uzanacaklar hem de yayılmacı emelleri için statükonun bozulması lazımdı. Napolyon'un yeğeni ve Marx'ın bir şarlatan dediği 3.Napolyon'da bir imparatorluk hayali kuruyordu. Prusya gelişmiş Genelkurmayı, daha ileri bir teknolojiye sahip ordusu ve manevra yapmaya müsait ulaşım altyapısı ile savaşı çok rahat kazandı ve Avrupa tarih sahnesine çıkmayı başardı. Güneydeki Katolik Alman Prenslikleri hariç Alman Konfederasyonu Prusya ile birleşti. Avrupa'nın ortasında nüfusu, genişliği ve sanayi altyapısı ile güçlü bir ülke ortaya çıkmıştı, fakat Alman birliği daha tam anlamıyla sağlanabilmiş değildi. Bunun için bir savaşa daha ihtiyaç vardı.