Var Git Ölüm, Var Git, Bizden Irak Ol!

Yaşar Erkmen

(…)

“sokaktayım

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

yaralı bir şahin olmuş yüreğim

uy anam anam haziranda ölmek zor!

(…)

çalışmışım on beş saat

tükenmişim on beş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

sıkmışım dişlerimi

ıslıkla söylemişim umutlarımı

susarak söylemişim”

(…)

Orhan Kemal’in ve Nazım Hikmet’in ardından, “Haziranda Ölmek Zor” demiş, ünlü şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil; ama öyle çok şair ve yazar ölmüş ki haziranda, anlamak mümkün değil. Yokluğun, yoksulluğun sembolü olan kara kışı, yani zemheriyi atlatıp bahara ulaşmışsın, bolluk ve bereketin başlayacağı yaz aylarıyla tam rahata erişecekken ölmenin de sırası mıydı be üstatlarım?..

Edebiyat dünyasının haziranda yitirdiği o kadar çok yazar ve şair var ki say say bitmez:

Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmet Arif, Ahmet Haşim, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Hasan İzzettin Dinamo, Peyami Safa, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Külebi, Mina Urgan…

Bir iki isim de farklı ülkelerden yazmak istersek, Charles Dickens, Cengiz Aytmatov, Maksim Gorki, Jean Paul Sartre, Nobel ödüllü Portekizli Jose Saramago’yu ve daha nicelerini bu listeye ekleyebiliriz.

Haziranda ölenlerden söz ederek yazıyı karamsar bir havaya sokmak istemiyorum. Hazirandan korkmaya başladıysanız, yüreğinize biraz su serpeyim. Bu ayda ölen ünlülerimizin yanı sıra bir o kadar da doğan ünlülerimiz var ve bir kısmı da yaşıyor. Birkaçının adını anayım da rahatlayın:

Ahmet Hamdi Tanpınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Özdemir Asaf, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli…

Ölümün vakti, saati belli olmuyor. Her an gidebiliriz diye yaşamdan elimizi eteğimizi çekmemiz de doğru olmaz. Bu konuda Nazım Hikmet’e bir kulak verelim isterseniz:

           

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

  yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

 hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

               ölmekten korktuğun hâlde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.”

Nazım Hikmet bu şiirinde yaşama sevincini, yaşama her zaman bağlı kalınması gerektiğini vurgulamıştır.

Öyleyse, yaşadığımız her anı değerlendirmek ve güzelleştirmek için elimizden gelen çabayı göstermemiz gerekiyor.

Yazıyı tam bitiriyordum ki bir kor parçası düştü sanki yüreğime. Bölük pörçük, kimi sözcükler başladı kafamın içinde uğuldamaya.

Eş dost…

Arkadaşlar…

Yaş ortalaması…

Haziran…

Ölüm…

Sonra bu sözcükler anlamlı bir cümleye dönüşüp bir karabasan gibi çöktü üstüme. Aylardan da haziran. Kötü kötü düşünceler resmigeçit yaptı hafıza koridorlarımdan. Hiç yüz vermeyip hemen kapı dışarı ettiysem de bu fitne fesat düşünceleri, çok uzaklaşmadılar, kapının önündeki zibillikte eşelenip durdular uzunca bir zaman.  

Aman dikkat edin kendinize dostlar!  

Sıkın dişinizi biraz daha!

Ha gayret!

Şunun şurasında ne kaldı haziranın çıkmasına, diyeceğim ama hazirana da yeni girdik, daha başındayız. Bitmesine de “tam otuz gün, yani bir ay var!” diyecektim ki bu kez de yıllar önce, bunalımlı günlerin etkisiyle yazdığım bir şiirim düşüverdi aklıma.

 

KORKU 

 

Daha dün bir

Bugün iki doğrusu.

Nerden bastı sanki

Bu ölmek,

Yaralanmak korkusu?

Ha deyince,

Geçiyor mu sanki?

Tam otuz gün,

Yani bir ay!..

Geçer mi hiç?

(20.05.1980/Diyarbakır)

 

Siz yine de bana bakmayın, içinizi ferah tutun.

Güzel günleri, güzellikleriyle düşleyin.

Ama inanarak…

Çünkü başarmanın yarısı, inanmaktır.

Unutmayın!..

Son sözü de söz dinlemeyen arsız, nursuz ölüme söyleyelim:

Var git ölüm, var git, başka yerde oyalan! Bizden de sevdiklerimizden de n’olur uzak dur!.. Daha bu dünyada yapacak çok işimiz var.