“Hukuk, adalet, nitelikli, işe yarayan eğitim, evrensel anlamda gelişim, bilime değer verme, yeni işler, yeni fikirler için ARGE çalışmaları, üniversitelerin özerkliği ve dünya üniversiteleri ile yarışmaları, yüksek teknolojili endüstri üretimi, tarım ve hayvancılığın dünya standartlarına taşınması” talepleri kimlerden gelebilir?
Elbette ki, orta direk denilen, kültür seviyesi sürekli yukarı doğru gelişen, kentli olabilme şartlarını taşıyan, medeni, ötekinin haklarına saygılı görgülü, gelecek nesillere karşı kendini sorumlu hisseden duyarlı bir kitleden gelebilir.
Böyle bir kitlenin inşası bir türlü yeterince becerilemedi.
Türkiye’nin en önemli insan bloku; köylerden, kasabalardan, iş ve yaşam olanakları kısıtlı illerden büyük kentlere göç ettirilmiş, kentte de istihdam edilebilecek bilgi ve beceriye sahip olamamış, sayıları ülke nüfusunun %40’ını bulan kitle, bizim orta sınıfımız. Bu dev nüfusun beklentileri elbette ki öncelikle yaşamını sürdürebilecek, "ne iş olursa yaparım " çaresizliğidir.
Günlük beslenme, barınma, giyinme ihtiyaçlarını kısıtlı karşılayabilen bu kitlenin; eğitim, hukuk standartları, sanat, estetik, ülke yönetimi diye sorun ve kaygıları çok kısıtlı seviyelerdedir.
Genellikle muhafazakâr, zaman zaman milliyetçi, kolay yönlendirebilen eğitim seviyesi düşük, ülke sorunları konusunda sadece; gıda, pazar, kira üçlemesinin dışında konuşmayan, çevreye duyarsız olan bu kitle ülke seçimlerinin belirleyicisi konumundadır.
Bu kitlenin de altında yer alan alt orta kesim, nüfusun % 20 sini oluşturur. Bu kesimde bahsedilen kavramların konuşulması bile abestir.
Alt kesim denilen %10 lük kesimin durumu içler acısı. Yardımlar, belediyeler, muhtarlıklar ve hayırseverlerin yardımlarıyla yaşamını sürdüren bir kesim.
Ortaya çıkan bu görünüme bakınca seçimlerin bu ülkede bazı partilere göre ne kadar kolay kazanılabildiğini net olarak görebiliyoruz.
Gelişmiş ülkelerde sıradanlaşan; adalet, insan haklarına saygılı yönetim, kaliteli eğitim, üretim teşvikleri, adama göre iş değil, işe göre yetenekli insan istihdam etme, devlet yönetiminde rasyonel kararlar ve tasarruf odaklı yönetim... gibi talepler bizde yeterince önemli hale gelemedi hâlâ.
Bunun sebebi, ülkemizde, açlık sınırı ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayılarının facia boyutlarında yer almasıdır. Asıl üzücü olan, siyasi ve bürokratik elitlerin, diyanet ve ilahiyat camiasının bu durumdan rahatsız olmamalarıdır.
Oysa seçim kampanyalarında, çalıştaylarda, konferanslarda ne kadar da cömertçe bu konularda konuşulmuş, yazılmış, konuşulmuştu.
Kimi ülkelerin başarabildiği kültür devrimine ne kadar çok ihtiyacımız var aslında. Toplumun tüm katmanlarıyla zenginliğini ve mutluluğunu hedefleyebilecek politikalara ne kadar ihtiyacımız var.
Bunlar için iyi bir demokrasiye, özgür medyaya, bağımsız adalet uygulamalarına, özerk üniversitelere, ARGE odaklı teşvik edilen tarımsal ve endüstriyel üretimlere, rasyonel siyaset uygulamalarına ihtiyacımız var.
Son söz: dile getirilen öneri ve siyaset biçimlerinin İslam dininin bizatihi, önerileri ve uygulamaları olduğunu gönül rahatlığıyla beyan ederim.