Üç CHP

Hacı Hüseyin Kılınç

Kitle partileri güçlerini koalisyon kurma becerilerinden alır. İktidarı hedefleyen bir partinin kendi geleneksel seçmen tabanının dışındaki güçlere ulaşabilmesi, ancak bu sayede mümkün olur. Koalisyon kurma ile hegemonik siyaseti birbirine karıştırmamak gerekir. Hegemonyada bir fikir veya düşüncenin buna ideolojide diyebiliriz kendi dışındakileri etrafında toplaması söz konusudur. Hegemonik siyaset toplumu belli bir fikir etrafında yeniden bir dizilime uğratır. Hegemonik siyasetin dayandığı fikirler yaygınlaşır ve alıcı bulur. Koalisyon kurmak ise bundan çok farklı bir şeydir. Koalisyona dayalı bir siyasette belirgin fikirler ve hedefler yoktur. Toplumun ne adına, kimler tarafından ve hangi hedefler için ikna edileceği soruları yanıtsız kalır. Muğlak, belirsiz, ucu açık ve pragmatik niyetler söz konusudur. Hegemonik bir siyasette fikirler daha iktidara gelmeden toplumun rızası önemli ölçüde kazanılmıştır. Sokaktaki insanın duyuş, düşünüş ve algılayışı önemli ölçüde bu fikirlerin etkisi altına girmiştir. Toplumdaki ortalamayı temsil eden ve batılıların ‘common sense’ dedikleri sağduyu artık hegemonik fikrin cazibesi altındadır. Toplumda bir karşılık edinen ve tutunan fikirler arkasına aldığı güçlerin desteği ile iktidarı almaya doğru ilerler.

Hegemonik olarak gözüken siyasetlerin kudreti yanıltıcı olabilir. Çünkü hegemonik siyaset toplumun karşısına yeni fikirlerle çıkar ve yeni bir kuruluşa davet eder. Zor elbette hegemonya süreçlerine eşlik eder, ama asıl olan fikrin gücü, cazibesidir. Salt zor ile ayakta kalmaya çalışan siyasetler hegemonik yönlerini kaybetmiştir. Fikrin artık toplumda bir albenisi, çekiciliği kalmamıştır. Koalisyon siyasetleri ya geçici işbirlikleri için ya da bir musibeti defetmek için bir araya gelir. Türkiye’de çok partili hayatın başlangıcından bu yana iş başına gelen iktidarlar içinde hegemonya kurma kabiliyetine en yakın parti AKP olmuştu. Uzun iktidarının sırrını da burada aramak gerekiyor. Ama o bile epey bir süre önce bu özelliğini yitirdi ve ancak günübirlik ataklarla iktidarını sürdürme noktasına geldi. İktidarını sürdürmesindeki esaslı amil zoru örgütlemesi ve karşısındaki güçlerin yetersizliğiydi. AKP’nin çizdiği sınırlar içerisinde bir siyasete rıza göstermek muhalefetin asıl açmazıydı. Oyunu onun kurduğu şartlarda oynamayı kabul ettiği müddetçe de başarılı olma şansı yoktu.

Türkiye’de merkezi devlet bürokrasisinin elinden iktidarı almak için toplumsal güçler zoraki yanyana getirildi. Ama bunların hiçbirinden hegemonik siyasetler çıkmadı. Demokrat Parti ‘yeter! Söz milletin’ dediğinde tek parti, iktidarından yılmış herkesi etrafında topladı. Sadece ticaret ve tarım burjuvazisi ile geniş köylü yığınların desteğini almadı. Demokrasi ve özgürlüğe özlem duyan kentli aydınlar ile sol güçlerde bu partiye destek verdi. Anavatan Partisi askeri diktatörlükten nispeten serbest bir düzene geçmek isteyen güçlerin desteğini alarak iktidar oldu. Dört eğilim de bu partinin çatısı altına girmişti. Milliyetçiler, dindar muhafazakârlar, serbest piyasa yanlısı liberaller ve bir kısım eski solcular Türkiye’nin önünde yeni bir sayfa açıldığını düşünerek bu partiye gelmişti. Ama bu bahsettiğimiz partiler hegemonik bir siyaset ortaya koymadan tarihin tozlu sayfalarına karıştılar. Çünkü koalisyon tarzı bir siyaseti model almışlardı ve hegemonik bir siyaseti üretecek fikirsel donanımdan yoksunlardı. ANAP gibi bir parti dört eğilimi bünyesine almıştı ve her bir eğilim geçmiş siyasetlerinden pişmanlık duymakla birlikte piyasacı bir demokrasi dışında bir ufka sahip değillerdi. İçlerinde belki de en vizyoner ufka sahip Özal öldüğünde Çankaya’da yapayalnızdı.

Türkiye’nin otantik burjuva devrimini gerçekleştireceği beklentileri ile iktidara gelen AKP, bırakın burjuva devrimini bir karşı-devrim partisi haline geldi. Türkiye’nin kör topal edindiği ne varsa hepsini yok etti. Eline geçen fırsatı burjuva devrimini tamamlamak için değil kendi rejimini inşa için kulandı. Bu rejim demokrasi ile bağını koparmış, devletin tüm kurumsal kapasitesini yok etmiş, bağımlı bir yargı yaratmış ve devlet ile parti özdeşliğine dayalı ve bu mekanizmalarda görev alanların hiçbir inisiyatif kullanamadıkları, her şeyin bir tek adamın ağzından çıkacaklara bağımlı hale geldiği bir yere vardı. Toplum bu partiyi artık bir yük olarak gördüğü için 31 Mart günü sırtından atmaya karar verdi. Şimdi bu durumu kanıksayıp, Türkiye’yi daha fazla yormadan, hırpalamadan bu ülkenin başına daha fazla çorap örmeden kendi istekleri ile gidecekler mi yoksa tam tersini mi yapacaklar göreceğiz. AKP gibi artık tükeniş aşamasına gelmiş bir partinin kendini toparlaması sadece muhalefetin her şeyi yanlış yapmasıyla mümkündür. Toplum AKP ile işinin bittiğini, bu partinin artık toplumu yönetme ehliyetini kaybettiğini yerel seçimlerde ilan etmiştir. Aksi girişimler bu ülkeye zarar verecek ve toplumu tüketecektir.

Toplum AKP’ye verdiği desteği belki de bir daha şans tanımamak üzere keserken CHP’ye de tarihin de hiç görmediği bir desteği vermiştir. Bunun ne kadar tercihli, bilinçli bir destek olduğu elbette tartışmalıdır. 31 Mart günü halkın sandık başına AKP’yi sırtından atmak için mi yoksa CHP’ye artık gel sen yönet mi diye gittiği spekülatif bir tartışmadır. Sandıktan çıkan sonuç CHP’ye bir onay verildiğini, denenmek için bir kredi açıldığını gösteriyor. CHP’nin bu başarısı hegemonik bir siyaset izlediği için gelmedi. CHP bir koalisyon siyaseti izleyerek AKP karşıtlığını kendi etrafında düğümlemeyi başardı. Bu başarı da üç siyasi figürün etkili olduğunu düşünüyoruz.

Özgür Özel hiç şüphesiz bu başarının görünürdeki mimarıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında uzun süredir koltukları altında siyaset yaptığı Kılıçdaroğlu’nun karşısına aday olarak çıkması bir cesaret örneğiydi. Türkiye gibi siyasi partilerin iç işleyişinde demokrasinin kırıntısının bile olmadığı bir yerde genel başkan ne kadar başarısız olursa olsun aday olarak çıkmak burun kıvrılmaması gerekli bir iştir. Özel pek çok talipli çıkacak iken ön almış ve bu işe aday olmuştur. Her şeyden önce toplumdaki değişim beklentilerini doğru okumuş kafasını parti faunasına gömmemiştir. Birçok siyasetçi böyle yaptığı için kaybederken o kazanmıştır. Özel CHP içindeki Atatürkçü-demokrat çizgiyi temsil eden bir siyasetçi. Yani kendini Atatürkçülüğün dışlayıcı, ötekileştirici, demokrasi alerjisi taşıyan yönlerinden bağışık kılmış. Sivil, demokrat ve ilerici bir Atatürkçülüğe angaje. Bir demokratik kitle örgütü yönetme tecrübesine sahip olduğundan dolayı sokağın siyasetteki gücünü de biliyor. Çünkü on binlerin katıldığı mitingler örgütlemiş. Kılıçdaroğlu’ndaki geriye çekici bürokratik reflekslere sahip değil. Özgür özel CHP örgütüne de iyi gelecek biri. Uzun yıllar örgütle içiçe çalıştığı için parti örgütünün eğilimlerini, beklentilerini, eksiklerini bilecek bir konuma sahip. Değişim Özgür Özel ile sınırlı kalmış olsaydı haritadaki renkler bu kadar kırmızıya boyanmazdı.

CHP’nin bugün başta Karadeniz olmak üzere birçok yerde seçim kazanmasının ardında İmamoğlu’nun partide temsil ettiği eğilimin etkisi var. İmamoğlu Akşener’in doldurmaya niyetlendiği, ancak eski bir Asena olarak yapamayacağı işi yaptı. CHP’yi merkez ile barıştırdı. Merkezde gidecek yer bulamayan, Akşener’den hayal kırıklığı yaşayan seçmene o merkezin CHP olabileceğini gösterdi. Eski ANAP’lı bir babanın oğlu olarak Özal’ın 21.yüzyıl sürümü gibi duruyor. Kuşkusuz ondan daha laik ve CHP kültürü ile daha içli dışlı. Türk siyasetindeki asabiyenin en önemli kurucu özelliklerinden birinin hemşerilik ile bölgecilik olduğunu düşündüğümüzde İmamoğlu CHP’ye hem Karadeniz’i hem de merkez seçmeni getirdi. CHP asabiyesinin bu seçmenle bağdaşması yoksa çok zordu.

Diğer etkili bir figür ise Yavaş. Onun sayesinde milliyetçi- muhafazakâr uzamlar CHP’ye açıldı. CHP’nin bir Alevi partisi zannedilerek itici bulunduğu bu yerler Yavaş sayesinde kazanıldı. Yavaş milliyetçiliğin negatiflikten uzak, yoksulları dert edinmiş, kamu malını şahsi malı sayan, kamu ahlakının ender olduğu bir memlekette hala bu tür özellikleri olan bir kamu yöneticisinin olabileceği güvenini telkin ediyor. Milliyetçiliğin demokrasi ile asgari düzeyde barışabileceği bir yerde duruyor. Devleti kutsal sayıyor, ancak yurttaş da bir a kadar kıymetli. Devlet ise ancak milleti için var olabilir. Devletin meşruiyetinin yegâne kaynağı vatandaşını memnun etmek. Sağın hep paradoksu olmuş bu konuda yavaş umut veriyor. Ama bir yerel yönetici olmak ile devletin gücünü kullanmak arasındaki farkında ayrımında olduğumuzu belirtelim.

Bu tablodan üç CHP çıkıyor. Şimdiki CHP bu üç gücün koalisyonu gibi duruyor. Yerel siyaset bu güçleri yanyana tutabilir ve ortak bir simbiyoz yaratabilir. Ama devletin sınamaları karşısında ve devlet dediğimiz çok kez toplumuna rağmen kendi özgül çıkarlarına sahip bir aygıt karşısında bu üçlü ne yapar onu da zaman gösterecek. Koalisyonu hegemonik bir siyasete dönüştürmek ise, ancak sol fikriyatın devreye girmesiyle mümkün. CHP’de şimdilik olmayan şey de o zaten.