Tünelin Sonundaki Işık

Hacı Hüseyin Kılınç

Tek tek anlatalım. Her tarihsel anda karşınıza cevap vermeniz gereken sorular çıkar. Soruları erteleme veya çözmek için ideal koşulların oluşmasını beklemek lüksünüz yoktur. Zaman ilerler ve kaçınılmaz cevabı vermeniz gerekli eşiğe yaklaşırsınız. Türkiye siyaseti bir karar anına doğru ilerliyor. Altı ay içerisinde ülkemizin geleceğinin nasıl bir renge bürüneceğini yaşayarak göreceğiz. Ya daha koyu bir karanlığın içine çekileceğiz ya da tünelin ucundaki kör ışığa doğru umutla ilerleyeceğiz. Cehenneme giden yol iyiniyetle döşenmiştir lafındaki gibi cehenneme değilde tünelin ucundaki o kör ışığa doğru ilerleyebilmemiz bugünden atılacak doğru adımlarla mümkün. Topyekun muhalefeti işte böylesi zor bir dönem bekliyor. Atılacak isabetli adımlar bizi biraz daha aydınlığa yaklaştıracak aksi halde büyük bir imkan heder edilerek kör bir karanlığın içine savrulacağız. 

Halbuki kağıt üzerinde işler çok da güç gözükmüyor. Erdoğan çoğunluğun desteğini yitirmiş ve yeniden kazanabilmesi ise mümkün değil. Bu gerçeği de en iyi kendisi bildiğinden dolayı adımlarını yeniden çoğunluğu kazanmak için atmıyor. Erdoğan iyi bir savaş sanatı ustası gibi çoğunluğun içine şüphe tohumları ekerek, saflarında kargaşa yaratarak, umutları umutsuzluğa çevirerek, olmadı çoğunluğun içinden kendine yandaşlar ayartarak bir kaos yaratmak ve bundan yararlanmak istiyor. Amacı çoğunluğu bölerek sandığa çoğunluk olarak girmelerini engellemek. Erdoğan bunu yapmak için her zaman elinin altında değişik kartlar bulundurdu. Eğer muhalefet çoğunluğu kaybetmek istemiyorsa Erdoğan’ın bu oyununu bozmalı ve nihai hesaplaşmadan da kaçınmamalı. 

Erdoğan iktidar yürüyüşünde kendini engellemeye çalışan vesayetçi güçleri Batı’nın desteğini alarak elimine etti. ABD’nin ılımlı islama desteğinin bölgedeki ortağı olmayı kabullendi ve AB ipine dört elle sarıldı. Vesayetçi güçlere karşı bu desteği arkasına alarak stratejik savunmadan denge durumuna geçti. Denge durumunu kalıcılaştırdıktan sonra karşısındaki güçleri bölmeye ve işlerini tek tek görmeye sıra geldi. Ergenekon denilen vesayetçi yapı dışarının desteği ve cemaatin o gün yargı ve kolluktaki unsurları devreye konularak tasfiye edildi. Devletin gücünü cemaatle paylaşmak konusunda aralarında kıyasıya bir kavga başlayınca bu defa tasfiye ettiği güçlerin bir kısmını yanına alarak cemaatin üzerine yürüdü. Bu arada çözüm, açılım ve müzakere gibi süreçleri başlatarak Kürt hareketini bir beklenti içine sokarak oyaladı ve zaman kazandı. Cemaatin kolunu kanadını kırdıktan sonra ise yeni ortağı eski vesayetçi güçlerle Kürtlerin karşısına dikildi. Yani yöntemi tüm güçlerle aynı anda uğraşmakta değil içinden seçtiklerini tasfiyeye diğerlerini oyalayıp zaman kazanmaya ve işlerini tek tek görmeye dayalıydı. 15 Temmuz’da ise devlet hem onulmaz bir yara aldı hem de Erdoğan ve ardındaki güçler devletin tam anlamıyla yeni sahipleri oldular. 

Muhalefet bunalım nedeniyle kağıt üzerinde çoğunluğu elinde bulunduruyor. En önemli sorun bu çoğunluğu sandığa taşıyıp taşıyamayacağı. Erdoğan hamlelerini karşısına dikilen çoğunluğun tek bir aday etrafında sandığa gitmesini önlemek için yaparken muhalefet de bu hamleleri boşa düşürmek ve sandığa en birleştirici aday etrafında gitmeyi hedeflemeli. Muhalefetin görevi Mesut Yeğen hocanın da dediği gibi çoğunluğun içinden 50+1 bulmak. Çoğunluk kabaca seküler muhalifler, itirazcı muhafazakarlar ve Kürtlerden oluşuyor. Sekülerler Erdoğan rejiminden çıkmak ve demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. İtirazcı muhafazakarlar kazanımlarını koruyabilecekleri bir demokrasinin özlemini duyuyorlar. Kürtlerde üzerlerindeki baskının sona ermesini ve sorunlarının çözülebileceği bir vasatın oluşmasını umuyor. Aslında tüm bu güçlerin ortak paydası bir demokrasi ittifakında rahatlıkla bir araya getirilebilir. Erdoğan ve etrafındaki güçler adeta bir tek parti gibi davranabilirken karşısındaki güçler tarihten ve şimdiden kaynaklı sayısız farklılığa sahipler. Farklılıklarını bir demokrasi tahayyülünde rahatlıkla ortaklaştırma imkanına sahiplerken  bunu gerçekleştirecek adımdan imtina ediyorlar. Çünkü altılı masaya asli dinamiğini veren şey bir demokrasi tahayyülü değil. Devleti restore etmek, kurumlara yeniden işlerlik kazandırmak ve parlamenter sisteme yeniden dönmek altılı masanın ufuk çizgisini belirliyor. Bu denilenlerin yapılması ile demokrasi tahayyülü arasında kapatılamayacak bir mesafe bulunuyor. 

Erdoğan oyun planını bu mesafenin açılması üzerine kurguluyor. Kürtleri masadan soğutmak, masayı kapsayıcı bir adaydan mahrum bırakmak ve çoğunluk olarak sandığa gitmelerini engellemek bu oyunun bir parçası. Kürtler arasına bir nifak sokmak istediği gibi İYİ parti ile CHP’yi birbirine düşürmek olmadı CHP içindeki eğilimleri kaşımak ve bunlarla oynamak. Erdoğan bunların hepsini sınıyor ve ilerleyen zamanlarda da şiddeti artan bir dozda test edecek. Muhalefetin direnç kapasitesi ve çoğunluğun dirayeti ancak bu hamleleri boşa düşürecek. Muhalefeti top yekün bir arada tutacak ve çoğunluğu sandığa götürecek bir iradeyi yaratmak görevi şimdi muhalefetin omuzlarına yüklenmiş görünüyor. Farklılıklar zenginlik değil ayrılık gerekçesi yapıldığında, adaylık meseleleri asli görevin önüne geçtiğinde, partisel çıkarlar bütünün çıkarlarının önüne getirildiğinde tünelin ucundaki kör ışığı görme ihtimalimiz olmayacak.