Batılı muhatapları Erdoğan'ın blöflerini kuşkusuz bizden daha iyi biliyordur. Türkiye NATO'ya 1952 yılında üye olduktan sonra içeride sıkışan iktidarların milliyetçiliğe oynayarak kontrollü biçimde el yükseltikleri de hafızalarında kayıtlıdır. Soğuk Savaş döneminde dış politikanın yine de çiğnenemeyecek kuralları vardı. İki kutuplu dünya aktörlerin davranışlarını sınırladığından çok fazla manevra alanı bırakmıyordu.
Dış politikanın tıpkı bir tüccar gibi kavranılması asıl olarak Özal döneminde gerçekleşti. 1.Körfez Savaşı'nda Türkiye'nin savaşa katılması halinde önünde yeni fırsat alanları açılacağını düşünüyordu Özal. Hatta kendini baba Bush'ın akıl hocası görerek ' bir koyup üç almaktan ' bahsediyordu. Ne de olsa neoliberalizmin tam tekmil şaha kalktığı yıllardı ve Özal zihniyetiyle bu fikriyatın cisimleşmiş hali gibiydi. Sovyet düzeninin çökmesi Orta Asya'daki türkik kökenli halkların elini serbest bırakmıştı ve bu durum Türkiye'deki yönetici sınıfların iştahını kabartıyordu. Ancak çok kısa bir süre sonra çıkan fırsatları değerlendirebilecek ve bölge halklarına bir vizyon sunabilecek stratejiden yoksun olunduğu anlaşılmıştı.
Erdoğan şimdi Ukrayna Savaşı ile birlikte Türkiye'nin önüne yeni fırsat alanları çıktığını düşünüyor. Ancak bu fırsat alanlarını Türkiye'nin yumuşak gücünü harekete geçirerek halkların barışı için kullanmak yerine içeride yaşadığı sıkıntıları aşmak için kullanmak istiyor. Uluslararası çevrelerde bunun böyle olduğunu gayet iyi biliyor. Türkiye'nin terörist dediklerini herkes öyle değerlendirmek zorunda değil. Uluslararası çevrelerin terörist tanımı Erdoğan'ın ki gibi keyfi, değişken ve hukuk standartlarından yoksun değil. Az çok oturmuş kurallar, teamüller ve hukuk standartları söz konusu. İki yüzlülük yok mu elbette ki emperyalist doğaları gereği bundan muaf değiller, ama yinede kurallar herkese aynı şekilde uygulanıyor. En azından buna dikkat ediliyor. Erdoğan'da ise bunların hiç birisi söz konusu değil. Bugün dost olduğu ile yarın düşman olabilir ve düşman olduğuna hukuku da kullanarak çok rahat terörist suçlamasında bulunabilir. Bundan dolayı Batılılar Erdoğan'a idare edilmesi ve kaprislerine katlanılması gereken biri gibi davranıyor. Diplomasi soğuk yenmesi gereken bir yemek olduğundan da işlerini soğukkanlılıkla idare ediyorlar. Bağırmıyor, çağırmıyor ve ortalığı ayağa kaldırmıyorlar. Her şeyi pazarlık konusu yapmıyorlar. Onlar açısından gürültü çıkarmak değil sonuca odaklanmak daha önemli.
Erdoğan monşer geleneğini sürekli suçladı, küçümsedi ve hatta alay etti. Beğenmediği monşer geleneği az çok bir devlet aklıyla hareket ediyordu. Devletler sistemini ve uluslararası ilişkilerin doğasını iyi özümsemişti. Hayalperest değildi ve gücünün neye yeteceğini iyi biliyordu. Türkiye'nin jeopolitiğinin sunduğu olanakları jeostratejiye dönüştürmek ellerindeki tek sermayeydi. Ve bunu elhak bazı dönemlerde iyi kullandıklarını da teslim etmek gerekiyor. Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına yeniden dönüşüne onay vermek monşerlerin değil faşist cuntanın generallerinin marifetiydi. 12 Eylül askeri darbesine NATO tarafından verilen desteğin bir diyetiydi bu onay. Şimdi Erdoğan gelmiş geçmiş iktidarlar içerisinde milli çıkarlar konusunda hassasiyeti en yüksek iktidar kendisininmiş gibi bu durumu diline dolamış vaziyette. Herkes bunun böyle olmadığını halbuki çok iyi biliyor. Kendi dönemi NATO ile ilişkilerde yaşanan zikzaklarla dolu. Fransa'nın öncülüğünde NATO güçleri Libya'yı havadan bombalamaya başladığında Erdoğan ' NATO'nun Libya'da ne işi var ' sorusunu haklı olarak sormuştu. NATO Libya'nın bombalanması için İzmir Çiğli'de bulunan üslerin kullanıma açılmasını istiyordu. Birkaç günlük duraklamadan sonra bu istek kabul edildi ve NATO uçakları Türkiye'den kalkarak Libya'nın altını üstüne getirdi.
O nedenlerle Erdoğan'ın şimdilerde Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya üyeliği ile ilgili diklenmesinin, teröristleri himaye ediyorlar demesinin, ihtiyacımız olan silahların satışını engelliyorlar diye çıkışmasının bir kıymeti harbiyesi yok. NATO'daki muhatapları iyi biliyor ki Erdoğan bu söylemi iç politikada tepe tepe kullandıktan sonra en nihayetinde buna izin verecektir. Batılılar için önemli olan sonuca gitmek olduğundan Erdoğan'ın bu kaprislerine de katlanacaklardır.
Çünkü Finlandiya ve İsveç'in üyeliğe kabulü sadece var olan durumun tescillenmesi anlamına gelecektir. İki ülkede NATO'nun bir ülke ile üyelik dışında kurduğu ilişkinin en yüksek formu kabul edilen Barış İçin Ortaklık ' (BİO) programının 1994 yılından bu yana üyesidir. Yine NATO'nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika'dan kaynaklı risklere karşılık vermek için oluşturduğu programında katılımcıları. Finlandiya 1995'den beri NATO'nun planlama ve değerlendirme süreçlerinin içinde yer alıyor. NATO'nun düzenlediği askeri tatbikatlara ve kriz yönetim operasyonlarına katılıyor. Bu tatbikatların bir kısmına Fin ordusu ile Türk ordusu birlikte katılmış. İsveç'te Türkiye ile birlikte Avrupa Konseyi'nin üyesi. Türkiye'nin üye olmak istediği AB'nin güvenlikle ilgili meselelerde elini taşın altına daha fazla koyması gerektiğini savunmuş bir ülke.
Pek çok alanda işbirliği yaptığınız, ortak tatbikatlara katıldığınız, uluslararası kuruluşlarda birlikte çalıştığınız ülkeleri sırf iç politikada milliyetçiliği tırmandırmak için düşmanlaştırmanız, teröristleri himaye ediyorlar masalı anlatarak tabanınızı motive etmeniz belki kısa günün karı sayılabilir, ama bu uzun erimde ne ülkenize ne de insanlarınıza her hangi bir saygınlık bahşetmez.