Trump ve cumhuriyetçiler seçimleri kesin, net bir zaferle kazandılar. Önce bunun ne anlama geldiğini izah edelim. ABD başkanını seçmenler seçmiyor, onlar sadece başkanı seçecek olan delegasyonu seçiyorlar. Bu nedenlerle başkanlık yarışında seçmen desteğinde birinci olmak başkan seçilmek için yeterli değil. Asıl mesele başkanı seçecek delegasyonda çoğunluğu elde etmek. Bunlara ikinci ve asıl seçmen diyebiliriz. Eskiler buna müntehib-i sani diyorlardı. Türkiye’de de seçimler ilk çok partili seçim denemesi sayabileceğimiz 1946 seçimlerine kadar böyle yapılıyordu. Seçmen müntehib-i sanileri seçiyor onlarda meclise gidecek milletvekillerini belirliyordu. Mecliste çoğunluğu elde eden partinin gösterdiği başbakan adayı reis-i cumhur hazretleri tarafından başbakan olarak tayin ediliyordu. Trump ilk seçiminde Clinton karşısında seçmen desteğinde geriye düşmüştü. Delegasyonda sağladığı üstünlük ile başkan seçilmişti. Ama bu defa seçmen desteğinde de rakibine ciddi bir fark attı.
Başkanı seçecek delegasyon eyaletlerin kotası üzerinden belirleniyor. Bilindiği gibi ABD 51 eyaletten oluşuyor. Her eyaletin kaç müntehib-i sani göndereceği önceden belirleniyor. Asıl yarış burada çoğunluğu elde etmek için yapılıyor. Amerika federal bir sistem tarafından yönetiliyor. Her bir eyalet iç işlerinde güçlü yetkilere sahip. Belediye başkanları, valiler, emniyet şefleri halkın oyları ile seçiliyor. Yargı erkinin kullanımında dahi seçimler söz konusu. Jüri sistemi bunun en bilinen örneği. Bu sistemin temelleri Amerika’nın kuruluş sürecine kadar geriye gidiyor. ABD bir göçmen ülkesi ve göçmenler tarafından kuruldu. Yerlilerini, asıl sahiplerini şimdilik dışarıda bırakıyoruz. Amerikan yerlileri buraya gelen göçmenler tarafından sistematik bir soykırımdan geçirildi ve sahip oldukları topraklara el konuldu. Göçmenler ise geldikleri ülkelerde yaşadıkları dinsel baskılardan kaçmak için bu topraklara gelmişti. Sadece bu da değil maceraya olan düşkünlükleri, coğrafi keşiflerin bilinen dünyanın sınırlarını genişletmesi ve özellikle ekonomik sıkıntı çeken insanları kamçılamış, kıtalararası bir göçün teşvik edicisi olmuştu.
Göçle gelen insanlar özgürlüklerine çok düşkündü. Ülkelerindeki baskılardan kurtulmak için cesaret isteyen bir yolculuğu göze almışlar ve yeni topraklara gelmişlerdi. Geldikleri yerde de rahat bırakılmadılar. Öncelikle geldikleri yerlerin seyrek de olsa sahipleri vardı. Önce onların topraklarına el koydular. Sonra kaçtıkları ülkelerin sömürgeci siyasetine direndiler. ABD bugünkü halini almadan önce İngiliz, Fransız ve İspanyol fetihçilerine karşı bir sömürge karşıtı mücadele vermek zorunda kaldı. İlk önce kuzeydeki 13 eyalet İngilizlerden bağımsızlıklarını elde etti. Sonra Fransız ve İspanyol güçlerini kovdular. En son iç savaş ile ülke bugünkü görünümüne kavuştu. Yani fetihçi göçmenler kendilerini sömürgeleştirmek isteyen güçlere direnerek ülkelerine sahip oldular. Tüm bu tarihsel süreç Amerikan olgusunu ortaya çıkardı. Göçmen Amerikalı bireyci, mülküne düşkün, özgürlüğe alışkın ve inanç olarak da Protestanlığın farklı farklı kollarına mensuptu. Silah bulundurma düşkünlüğünün kökenleri de bununla ilgilidir.
Farklı inançlar, farklı alışkanlıklar, her defasında ülkelerinden kopup gelen koloniler ile birlikte Amerikan yaşam tarzı dediğimiz şey ortaya çıktı. Ülkenin kuzeyi ile güneyi, doğusu ile batısı ve orta kuşağı ile sahil kısımları farklı eğilimlere, tarzlara sahipti. Bu kadar farklılığı ancak federalizm ayakta tutabilirdi ve nitekim öyle oldu. Amerika’nın kurucu babalarının her biri federalistti. Hamilton’dan, Jefferson’a kadar öyleydiler. Özgürlüklerine düşkünlükleri asıl olarak mal ve mülklerine olan düşkünlükleriydi. Kurucu babalar ile iç savaş da kölelik karşıtı mücadelenin başını çekenlerin dahi köleleri vardı. Onlar köle emeğinden yararlanmaya karşı değillerdi sistemin köleci ilişkiler üzerine kurulmasına karşıydılar.
Federalizmi öznel niyetler değil tarihsel koşullar ortaya çıkarmıştı. Bu nedenle her eyalet bu alışkanlıklarından taviz vermedi. Amerikan devrimi Fransız devriminden bir 10 yıl evvel gerçekleşti. Fransız devrimi ulus-devleti model alırken Amerikan devrimi federalizmi prensip yaptı. Bu nedenlerle seçimler doğrudan ilk derece seçmeni tarafından değil ikincil seçmenler tarafından yapılıyor. Her eyaletin öncelikle nüfus büyüklüğü hesap edilerek delegasyon sayısı belirleniyor. Senatör ve temsilciler meclisine gidecek temsilcilerle ilgili de eyaletlerin kotaları var. Her eyalet örneğin senatoya yalnızca iki üye gönderebiliyor. Ancak iki yılda bir de meclislerin ara seçimleri yapılıyor. Özellikle senato sistemin işleyişinde kilit bir rol görüyor. Devlet başkanı güçlü yetkilere sahip olsa da eğer senato da azınlığa düşmüş ise aldığı kararlar senatonun onayına muhtaç olduğundan işi hayli zorlaşıyor. İşte Trump ve partisi hem senato da hem de temsilciler meclisinde çoğunluğa ulaştı.
Seçimleri Trump ve partisi açısından gerçek bir zafer olarak ilan etmemizde bundan kaynaklanıyor. Artık Trump ülkeyi yönetirken senato ve temsilciler meclisi engeli ile de çok karşılaşmayacak. Aldığı kararları seri biçimde hayata geçirebilecek. Zaten partisi üzerindeki kontrolünü çok evvel kurmuştu. Trump bir siyasi tipoloji olarak cumhuriyetçi parti içinde dahi normali temsil etmiyordu. Bu parti demokratlara göre daha muhafazakâr, daha gelenekçi ve liberal özgürlükler konusunda daha ihtiyatlıydı. Demokratlar liberal özgürlüklere daha düşkün, cinsel tutuculuktan uzak örneğin kürtaj hakkını savunan ve göçmenler bahsinde de daha müsamahakâr bir dünya görüşüne sahiptiler. Trump hem partisini hem de sistemi çok daha fazla sağa yanaştırdı. Bu tabloyu cumhuriyetçi partinin geleneksel olarak temsil ettiği klasik sağ ile izah edebilmek mümkün değildir. Hem parti hem de sistem aşırı ölçüde sağa kaymış ve yer yer faşizan bir kılığa bürünmüştür.
Trump cumhuriyetçi partide siyasete soyunduğundan bu yana parti içindeki rakipleri de onunla sağcılık yarışına girmişti. Onunla sağcılık yarışına tutuşmadan karşısına rakip olarak çıkabilmek mümkün değildi. Partinin yeni normalini Trump temsil ediyordu. Artık cumhuriyetçi partinin normalini temsil eden adam Amerikan halkı tarafından ikinci kez seçilerek ülkenin normali haline gelmiş bulunuyor. Üstelik bu zafer yabana atılacak bir zafer de değil, kesin, net bir zafer. Seçmen desteğinde, senato ve temsilciler meclisinde de demokratlar net bir hezimete uğradı. Biden’ın seçilmesi kısa bir mola, bir parantezdi yalnızca. Sistemin içinden düşünen karar vericiler Trump’ı geçici bir olgu, bir fenomen olarak görüyorlardı. Amerikan halkının böyle bir meczubun peşine takılmasını bir türlü anlamlandıramıyorlardı. Halkların da arada sırada yanılabileceğini söyleyerek kendilerini teselli ediyorlardı. Önlerinde yaşanılan buhranın, sistemik tıkanmanın farkına varamıyorlardı. Küreselleşmenin sahte dünyasından çıkmadıkları için varabilmeleri de zaten mümkün değildi. Gerçekçi olan Trump’tı, çünkü kendileri devri geçmiş bir ideolojinin at gözlükleri ile dünyayı seyre devam ediyorlardı.