Marx hukuk doktorası tezi olan ‘ Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefelerinin Farkı ‘ isimli eserinin önsözünde ‘Prometheus filozofun amel defterinde en önde gelen aziz ve şehittir’ der. Hegel’in güçlü etkisi altında bulunan Marx’a göre felsefe dünyayı fethe çıkar ve kalbi özgürlük için çarpar. Aiskhylos’un Prometheus’un da geçen ‘ tek kelimeyle, bütün Tanrılardan iğreniyorum ‘ sözünü alıntılar ve bu sözün ‘ felsefenin itirafı ‘ olduğunu söyler. Marx tüm yazılarında eski Yunan ve Latin klasiklerine sayısız değinmelerde bulunur. Bununla da yetinmez kızlarına verdiği bir mülakatta üslubunu geliştirmek için Shakespeare ve Dante’yi her yıl yeniden okuduğunu söyler. Antik dünyanın destan ve tragedyaları, yeni çağın oyun, romans ve romanları Marx için yazılarını, analizlerini somutlaştırmanın güçlü bir aracıydı. Romantik dönemin keşfettiği halk şarkıları, masal ve meselleri de ilham kaynakları arasında bulunuyordu.
Çoğunluk Marx’ın kariyerine felsefe ile başladığını zannetse de ilk eğilimleri şiir ve edebiyata yönelikti. Daha henüz 20 yaşına gelmediği halde üç cilt dolusu şiirleri vardı. Beğenmediği için yaktığı bir romanı da bulunuyordu. Kayınpederi Shakespeare hayranıyken, babası Fransız kültürünün etkisi altında Voltaire ve Rousseau’ya düşkündü. Ergen Marx’ın en fazla etkilendiği mitik kişilikler ise Jüpiter ve Prometheus’du. Marx kültürün altın çağlarını vasıfsızlaşmanın takip ettiğini ileri sürmüştü. M.Ö 5. yüzyılda altın çağını yaşayan Yunan kültürü giderek sığlaşmaya maruz kalmıştı. Romalılar atılımlarını felsefe ve estetikte değil hukuk ve yönetim sanatında göstermişlerdi. Yunan resim ve heykelinin ulaştığı düzeyi yakalayabilmek için yüzyılların geçmesi gerekliydi. Kültürün atılım yaptığı yılları nasıl vasıfsızlaşma izliyorsa tragedyanın doğumunu da komedya takip ediyordu. Yunan altın çağında en görkemli dönemini yaşayan tragedya 3.yüzyıldan itibaren Aristofanes ile birlikte yerini komedyaya bırakıyordu.
Aynı şey Shakespeare dönemi için de geçerliydi. Tragedya Shakespeare ile birlikte yeni bir altın çağa girmişti. Shakespeare bu konuda yalnız da değildi. Aynı dönemde yaşadığı Marlowe’da Shakespeare ayarında olmasa da büyük bir yetenekti. Hatta Shakespeare’den başlarda daha ilerideydi. Timurlenk’i tarihsel tragedyanın öncü yapıtlarından biri kabul edilir. Eserlerini tarihten ve diğer oyunlardan dönüştürerek yeniden kuran Shakespeare için Marlowe hem bir etkilenme kaynağıydı hem de aşması gerekli bir zirveydi.
Yalnız Shakespeare o kadar büyüktü ki Marx’ın tezinin belki de istisnasını oluşturuyordu. Çünkü külliyatı üç büyük alana uzanıyordu. Tarihsel oyunlar, tragedyalar ve komedyalar, Shakespeare’in aynı anda yaratıcı faaliyette bulunduğu alanlardı. Büyük dahi tragedya ile komedyayı eşanlı fark edebilecek düzeyde büyük bir zekaya sahipti. 20 yıl süren yazarlık hayatında her alanda büyük eserlerin altına imza attı. Ama kanaatimizce Shakespeare’in büyüklüğünün kendini gösterdiği asıl alan tragedyalarıydı. Kral Lear, Hamlet, Macbett, Othello, Atinalı Timon, Antonius ve Kleopatra ve Jul Caesar onun aklımıza ilk gelen büyük yapıtları arasındadır.
Shakespeare tragedyanın malzemesini tarihten veya güncel olaylardan alıyordu. Çok okuyan biri olmamasına karşılık vakayinamelere çok meraklı olduğu söylenir. Ele aldığı malzemeyi olduğu gibi kabul etmiyor yeni baştan kuruyordu. Tarihi kişiliklerin karekterlerini netleştiriyor, gerilim unsurunu ilave ediyor ve sonucu çoğunluk belirsiz bırakıyordu. Sonucun yoruma açıklığı Shakespeare’yen bir tarzdı. Seyircinin oyundan kafası net ayrılması için oyunlar bir sonuca bağlanırdı. Shakespeare karakterleri kaderleri ile boğuştuklarından sonuçta müphemdi. Müphemlik merakı daha da arttırıyordu üstelik.
18.yüzyılda edebiyatın yurdu Fransa’ya kaymıştı. Montaigne’den sonra uzun bir ara veren Fransızlar bu yüzyılda güçlü bir atılım yapmışlardı. Trajedide Racine bu yüzyıla damgasını vurmuştu. Ama Fransız hayatında saray etkili olmaya başladıkça edebiyat tragedya gibi kasvetli konulardan uzaklaşıp daha eğlenceli konulara kaymaya başladı. Bu konuda en öne çıkan isim ise Moliere’di. Burjuvazinin hafifliğini, harisliğini ve gülünçlüğünü yüzüne sergilemekten çekinmeyen bu adamı saray kabullenmekte epey ayak diretmişti. Saraya kabul edildiğinde taşrayı birkaç kez dolaşmıştı. Hem alt sınıfları hem de aristokrat ve burjuvaları iyi gözlemlemişti. Racine ile Moliere arasındaki fark Marx’ın tezini teyit ediyordu. Tragedyanın yerini komedyaya bırakması anlamında.
Marx için tragedya öncelikle Tanrılara karşı bir başkaldırıydı. Tanrıların elinde bulunan ateşi çalarak insanlara armağan eden Prometheus gerçek bir kahramandı. Bunun cezasını da bir kayaya zincirlerle bağlanarak ödemişti. Ancak Zeus’un gücü Prometheus’u yenmeye tam anlamıyla yetmiyordu. Çünkü Zeus baş tanrı olmayı Prometheus’a borçluydu. Zeus’un sonu ile ilgili bilgiyi sadece o biliyordu. Prometheus ölümlerin ölümsüzlerden çektiği cezaya isyan ettiği için ateşi onlara armağan etmişti. Ateş sayesinde insanlık uygarlığa doğru ilerleyecekti. Ateş olmadan bunu başarabilmesi mümkün değildi. Ölümsüzler ateşin insanlara verilmesinin kurdukları düzenin sonunu getireceğini bildiklerinden bunu yapan Prometheus’a akla gelmeyecek işkenceler yaptılar. Marx için Prometheus trajik bir figür ve kahramandı. İnsanları özgürlükle tanıştırdığı için de filozofların gözündeki ilk martir yani şehitti.
Marx’ta tragedya mantıksal sonuçlarına ulaşamadığında yani kaderi alt edemediğinde onu bir fiyasko takip eder. Tarih tragedyanın kefaretini yerini komediye bıraktırarak alır. Olaylar kendini tekrar etmese dahi tekrar eder gibi göründüğü yerde tekrarın kendisi artık bir farstır. Marx devrimleri de bu diyalektik bakışla değerlendirir. Devrimi başaramamanın cezası başlangıçta trajedi gibi gözükse de yerini bir süre sonra fars alır. Marx’ın modern tarihten çıkardığı bir derstir bu.
Olgularla karekterler arasında da yakın bir bağ vardır. Olguların diyalektik gelişimi karekterler için de geçerlidir. Tragedyanın kahramanları öncüdür, biriciktir ve kaderlerini kabullenmez. Tarihi değişimi hızlandırırlar ve trajedilerinin kaynağı da dünyaya erken gelmiş olmalarıdır. Olayların mantığı ile trajik yazgıları arasında bir örtüşmezlik bulunur. Onlar Tanrılar ve muktedirler karşısında pes etmeyip, ayak direrken açtıkları yoldan pespaye tipler yürür. Bunu şöyle anlatır; “ (...) ikinciler kök salar ve kalıcı olur: şampanyadan geriye kalan, nahoş bir tattır; kahraman Sezar’ı şovmen Oktavius, İmparator Napolyon’u burjuva kral Louis Philippe, filozof Kant’ı aylak Krug, şair Schiller’i saray müşaviri Raupach, göklerin Leibniz’ini sınıf odasının Wolf’u ve köpek Boniface’i bu bölüm takip eder. “
Trajedinin yerini farsa bırakması gibi kahramanlarda yerlerini sıradan kişiliklere terk eder. Tarih hıncını bu şekilde almış olur.