Trajedi geçiş dönemlerinin ürünüdür. Yeni daha tam olarak doğmamıştır. Geçmiş ise etkisini hala güçlü bir biçimde hissettirmektedir. Trajedide içkin olduğunu söylediğimiz parçalanma ve yarılma bundan kaynaklıdır. Trajediye her dönem rastlanabilir, ancak türün canlandığı dönemler tarihsel eşiklerdir. Bu dönemlerde eski hayat biçimleri ile yenisi karşı karşıya gelir. Eski alışkanlıklar yerini yenilerine bırakır. Ölmekte olan tam can vermemiştir, yeni olan da eskisi ile neredeyse kör düğüm olmuş halinden kurtulmaya çalışmaktadır.
Homeros toplumu yerini Atina şehir devletine bırakmıştı. M.Ö 7.yüzyılda yazıya geçirilen Solon Kanunları ile birlikte insanlar arasındaki ilişkilerde hukuk düzenleyici bir unsur olarak devreye girmişti. Yunan şehri yurttaş kabul ettiklerini demokrasinin bir öznesi haline getirmeye başlamıştı. Kısacası insanın failleşmesi sürecinde önemli bir mesafe alınmıştı. Ancak bir taraftan da yoğun bir karmaşa yaşanmaktadır. Perslerle yapılan savaşlar nedeniyle demokrasi sıklıkla askıya alınır. Demokrasi yerini geçici olarak diktatörlüğe bırakır, ancak geçici olan bu uygulamayı kalıcılaştırma yönünde girişimler olur. Bu durum yoğun iç çatışmaları beraberinde getirir. Daha katı ve kapalı bir toplumu temsil eden Spartalılarla tarihte Peleponez Savaşları olarak bilinen savaşlar yapılır. Yunan toplumu çoklu bir geçiş sürecinden geçmektedir.
Tragedya yazarları mitolojik malzemeyi güncel meselelere uyarlamaya çalıştılar. Bir tarafta aşkın güçler diğer tarafta kendini yapıp ettiklerinin faili olarak görmeye başlayan insan vardı. Yazgısından kaçınmak için Korintos’tan ayrılan Oedipus üç yol kavşağında karşılaştığı grubun saldırısından kurtulmak için bilmeden öz babası Laios’u öldürür. Katmosoğullarının kenti Thebai önlerine geldiğinde canavar Sfenks’in kenti esir aldığını ve içeride insanların açlıktan kırılmak üzere olduğunu öğrenir. Sfenks’in bilmecesini çözerek kenti canavardan kurtarır, bunun mükâfatı olarak da kraliçe İokasta Oidipus ile evlenir. Evlendiği kişi öz annesidir. Bu evlilikten dört çocuğu olur. Oidipus hem baba katili hem öz annesinin eşi hem kendi çocuklarının kardeşidir. Kâhin Teiresias hakikati söyleyince Oidipus kendini felakete sürükleyecek gerçeğin peşine düşer ve söylenilenlerin doğru olduğunu öğrendiği anda gözlerine mil çekerek kör olur. Kral olarak girdiği kenti bir zavallı olarak terk eder.
Oidipus kenti terk ettiği anda özgürlüğe doğru ilk adımını da atmıştır. Gözlerini kör edip kendini cezalandırdığı an hukuktan yakasını kurtarmıştı. Kentte kalsaydı muhtemel ki yeni kral Kreon onu öldürecekti. Tanrıların beklediği gibi intihar etmeyi de düşünmedi. Bunu yapmış olsaydı Tanrılara boyun eğmiş olacaktı. Oidipus en ağır, en zor tercihi yaptı. Thebai’yi terk ederek, gözlerine mil çekerek kaderin dışına çıktı. Bu ilk adım daha henüz Kantçı anlamda bir özneleşme anlamına gelmiyordu. Ama özne olma yolunda ileriye doğru atılmış önemli bir adımdı. Oidipus şimdi kaderin bağlarından özgürleşmiş şekilde doğayla baş başadır. Kaderin sınırlarını sonuna kadar zorlayarak Tanrıların elindeki tüm güçleri ellerinden almış, ancak bunun kefaretini topluluktan sürülerek ödemiştir.
Hegel estetiğinde Oidipus’u filozof örneği olarak ele alır. Çünkü aklını kaderin zincirlerinden kurtarmayı başarmıştır. Tin kaderin kör yasalarından kendini kurtararak özgürlüğe doğru ilerlemiştir. Tüm tarihi Tinin bir özgürleşme serüveni olarak gören Hegel açısından trajedi yaşanılması gerekli bir ara evreydi. Her türlü eleştirinin kurucusu Kant’a göre ise kişinin kendisiyle ilgili kararları kendisinin alması sembolik babayı katletmek anlamına gelmekteydi. Töreler, tanrısal yasalar ve hukukun cebri bu büyük harfli Babayı simgeliyordu.
Trajedi ile birlikte mitolojiden siyasete, doğadan kültüre, kabileden yurttaş toplumuna doğru önemli bir geçiş yaşanmıştır. Siyasetin doğuşu ile birlikte yönetme meselesi artık diğer işlerden özerkleşmeye başlamıştır. Homeros’un savaşçı toplumunun değerleri yerini yurttaşlık değerlerine bırakıyordu. Yiğitlik, kahramanlık, sözünün eri olmak, arkadaşlık, sadakat gibi değerler yerini belagata, mal mülke, entrikaya, hukuka ve hileye terk etmeye başlamıştı. İnsan şimdi tarihin hem öznesi hem nesnesiydi. Hem kutsanmış hem lanetlenmişti. Dehşet insanların başında sallanmaktaydı, ancak dehşetin yüzüne dönüp bakabilecek özgüvende gelmişti. Bunun en seçkin örneğine yine bir Sofokles trajedisi olan Antigone’de rastlarız.
Antigone Oidipus’un kızıdır. Oidipus’un Thebai’yi terk etmesinden sonra kral olmak için verilen mücadelede iki kardeşi de ölür. Amcası Kreon kral olur. Kreon düşmanla işbirliği yaptığı için Polyneikes’in cesedinin gömülmesine izin vermez, dini tören yapılmasını yasaklar. Antigone buna tek başına karşı çıkar. Kreon bu yasakla düzeni tahkim etmek istemektedir. Artık tanrısal buyruklar yerini devlet şiddetini arkasına almış hukuka bırakmaktadır. Antigone Kreon’un siyasasına tek başına direnir. Kız kardeşinden de beklediği desteği bulmaz. Kreon’un koyduğu yasağın delinmesi Thebai’de düzenin değil kaosun hâkim olması demektir. Antigone topluluğun simgesel düzenine Tanrıların simgesel düzenini gerekçe göstererek karşı çıkar. Hukukun desteklediği simgesel düzende delik açabilecek bir yorum vardır. Kreon’un karşısına Antigone işte bu yorumla çıkar. Bu Hegel’in filozofluk Kant’ın öznellik dediği yolda atılmış önemli bir adımdır.
Yönetim aygıtı sadece şiddetten ibaret olmayıp arzuları da hesaba katmaya başladıkça mücadele arzular üzerinde bir egemenlik kurma çabasına dönüşür. Şiddet yerini arzuların idaresine bırakmaya başlar. Arzular bazen kışkırtılarak bazen korkutularak sevk ve idare edilir. Tanrıların şiddeti yerini kralların, yöneticilerin arzu tekniklerine bırakır. Sofokles’in bir diğer destanı Aias’da Agamemnon’un kardeşi Menelaos ‘ korkunun olmadığı bir şehirde yasa da olmaz ‘ der. Trajik kişi artık Tanrılara değil yöneticilere isyan ediyordur.