Semyon yoksul bir ayakkabı tamircisiydi. Ne toprağı ne de evi vardı. Neredeyse karın tokluğuna çalışıyordu. Karısı Matryona ile birlikte kullandıkları bir gocukları vardı, ama kullanılmaktan lime lime olmuştu. İki yıldır biriktirdiği para ile bir koyun postu alıp kendilerine yeni bir gocuk diktirmek istiyorlardı. Biriktirdikleri üç rublenin üzerine alacağı olan beş rubleyi de koyacak, koyun postunu alarak terziye gidecekti. Matryona ise evde kalan son ekmeği iki gün daha nasıl kullanacaklarının hesabını yapıyordu.
Semyon alacağı paraları alamadı. Bütün kapılar suratına kapandı ya para yoktu borç birkaç ay sonra ödenecekti ya da evin adamı çalışmak için başka bir kente gitmiş ve dönüşü beklenecekti. Sadece bir yerden alacaklarına karşı yirmi kapik ve tamir edilecek bir çift çizme ile ayrılabilmişti. Tüm umutları yerle yeksan olmuş Semyon elindeki yirmi kapiği de tipik bir mujik gibi votkaya yatırdı. Şimdi elde avuçta tamir edilmeyi bekleyen bir çift çizme kalmıştı.
Sallana sallana evine dönen Semyon kilise duvarına sığınmış nerdeyse çırıl çıplak bir adama rastladı. Önce türlü derdi nedeniyle çekip gitmeyi düşündü. Bir süre gittikten sonra kendinden utanarak dönmeye karar verdi. Üzerinde karısına ait gömleği, başındaki kasketi adama giydirdi ve evine götürdü. Önce itiraz eden Matryona’da en sonunda adama acıdı ve evdeki son ekmek ile yemeği adamın önüne koydu. Adamı evin en sıcak yerinde yatırdılar. Ertesi gün Semyon gidecek hiçbir yeri olmayan adama isterse yanında çalışabileceğini ve ne bulurlarsa paylaşacaklarını söyledi. Mihail teklifi kabul etti ve Semyon’la birlikte çalışmaya başladı.
Mihail’in gelmesiyle beraber Semyon’un da işleri açılmaya başladı. Özellikle Mihail’in yaptığı çizme ve ayakkabıların ünü giderek yayıldı. Mihail hiç dışarı çıkmıyor ve geçmişinden bahsetmiyordu. Birgün dükkana zengin bir adam geldi ve afta tafra ile elindeki derilerden tez zamanda bir çizme yapılmasını istedi. Mihail’i izleyen Semyon onun çizme değil ölülere giydirilen terlik diktiğini gördü ve şaşırdı. Kısa süre sonra beyin uşağı dükkana geldi ve adamın öldüğünü ve bırakılan deriden terlik yapılmasını isteyince Mihail zaten öyle yaptığını söyleyerek uşağa terlikleri teslim etti.
Aradan yıllar geçti ve hep birlikte mutlu mesut yaşamaya devam ediyorlardı. Birgün dükkana bir kadın iki kız çocuğu ile birlikte geldi ve kadın bir ayağı topal olan kız çocuğu için ayakkabı siparişi verdi. Çocuklar kadının öz çocukları değildi ve kadın kimsesiz kalan çocukları sahiplenmişti. Kadın yanına aldığı çocukları büyütürken kendi çocuğunu da kaybetmişti. Kadın gittikten sonra Semyon Mihail’in yüzüne bir aydınlık geldiğini fark etti ve ‘ neyin var ‘ diye sordu. Mihail ona ‘ beni affedin ‘ diye cevap verdi. Semyon devam ederek ‘ eve ilk geldiğinde karım sana yemek verdiğinde yüzün ışıldadı sonra bey geldiğinde daha aydınlandı ve en son kadın geldiğinde ışıklar saçmaya başladın ‘ dedi.
Mihail Semyon’a kendisinin aslında Tanrı’nın cezalandırdığı bir melek olduğunu ve üç olayda öğrendiği şeyin Tanrı kelamı olduğunu ve yüzündeki aydınlığın da bundan kaynaklandığını belirtti. Tanrı Mihail’i yeni doğum yapmış bir kadının canını almak üzere dünyaya göndermiş ancak Mihail acıdığı için kadının canını alamamış ve cezalandırılarak çırıl çıplak dünyaya fırlatılmıştı.
Mihail ilk cevabı kiliseden beni alıp eve
götürdüğünde öğrendim dedi Semyon’a; ‘ O anda Tanrı’nın ilk kelamını hatırladım: İnsan da ne var öğren? İnsanda sevgi olduğunu anlamıştım ... ve bunu öğrendiğimden gülümsemiştim. ‘ Bey geldiğinde adam yılların hesabını yapıyor ama akşama sağ çıkacağını hesap edemiyordu. Bu olay bana insana neyin verilmediğini öğretti. İnsana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemişti. Bu nedenle ikinci kez gülümsedim. Kadınla gelen çocuklar benim annelerinin canını almam için gönderilmiş kadının çocuklarıydı ve bu sayede insanın neyle yaşayacağını öğrendim. Çünkü kadının içindeki Tanrı’yı görmüştüm. ‘
Tolstoy ‘ İnsan Neyle Yaşar ‘ kitabına bu öyküyle başlar ve öykünün sonunda ‘ insanlar sadece kendi hayatları için kaygılandıkları, kendilerini kolladıkları için yaşar sanırdım, oysa onları yaşatan şey sevgiymiş. Seven insan Tanrı’nın, Tanrı’da onun içindedir, çünkü Tanrı sevgidir. ‘ der. Yarı mesel bu öykü bütün bir Tolstoy poetikasının tüm ipuçlarını verir. Nasıl verdiğine sonra bakacağız elbet. Gorki Lenin’e dair anılarının bir yerinde şöyle birşeyden bahseder; ‘ gözleri yarı kapalı, gülümseyerek, koltuğunda zevkle gerindi ve sesini alçaltarak, sözlerini hızlı hızlı sürdürdü: Ne kitap ha? Ne büyük bir adam! İşte bu babacık, bu bir sanatçı... Daha şaşırtıcısı da ne biliyor musunuz? Bu konttan önce edebiyatımızda gerçek bir mujik yoktu. ‘