3 Mayıs, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993 yılında aldığı bir karar ile tüm dünyada Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasına karar verilen bir tarih.
Basının özgürlüğü tartışmaları sadece ülkemizde değil bütün dünyada yapılmaktadır.
Adana'da son 70 yıllık arşiv taraması yaptığım zaman, "Hükümetin baskısı", "kapanan matbaalar", "cezaevindeki gazeteciler", "kağıt kısıtlaması" vb... yüzlerce belge, bilgi doküman topladım.
Demokrat Parti'nin gazeteleri kapatıp, İzmit'te tek bir matbaadan yayın yapma düşüncesinden, gazetecilerin TBMM'ye girişlerinin yasaklanmasına ve bakanların gazeteci dövmelerine kadar... Neler neler yok ki...
BASIN, BASIN YOLUYLA SUSTURULUYOR
Sadece yüzeysel bir taramada bile şunları görebiliyoruz:
En diktatör hükümetler bile ancak basın yoluyla, basını susturabilmiştir...
Mesela Hitler, ülkedeki yerel ve yaygın basının %80'ini kontrol altında tutarak, faşist yönetiminin barışçı yönetim olduğunu göstererek seçimleri kazanmıştır.
Kontrol altında tuttuğu %80'de basın kuruluşudur, buna itiraz eden %20'de basın kuruluşudur.
%20 Basın özgürlüğü istiyoruz dediği zaman, %80'i basın zaten özgürdür diye yazıyor.
Basın kendi kurdunu içinde büyütmektedir.
BASINDA ÖZGÜRLÜK VE SERBESTLİK
Özellikle stratejik öneme sahip ülkelerin yönetimi ele geçirmek için kamuoyu desteği sağlamak ön koşuldur. Basın bu desteği ağlayan kurumlardan biridir.
Özellikle soğuk savaş yıllarında Rusya kaynaklı gazeteler ile ABD kaynaklı gazeteler, "basın özgürlüğü" paydasında buluşabilirler.
Onların özgürlükten anladığı, kendi düşüncelerini serbestçe dile getirmektir.
İyi de tarikatçısı da, FETÖ'cüsü de, PKK'sı da, İngiliz'i Almanı da aynı özgürlüğü istediği zaman ne yapılmalıdır?
Bir coğrafyada farklı çıkar gruplar basın yoluyla kamuoyu oluşturmaya çalışıyorsa, birinin özgürlüğü diğerinin karşılaştığı baskı olacaktır. İngiliz çıkarları için hareket eden basın için, Fransız çıkarlarına hizmet edenlere sağlanan ayrıcalık haksızlık olacaktır.
KADIN BİRAZ HAMİLE OLAMAZ
Bu soruya cevap bulabilmek için, yüzlerce örnek arasından sadece bir haber seçtim:
Gazetenin manşeti şu: "Hükümete gazete kapatma yetkisi de tanınıyor... "
Hemen alt başlığında ise: "Yeni Tasarılar Dolayısıyla Siyasi Çevreler de Ümitsizliğe Düştü..."
Elbette buna "Özgür Basın" itiraz edecektir. Gelin görün ki bu kararı yürekten destekleyen basın kuruluşları da olmuştur. (Elbette burada özgürlüğün ne olduğunun hukukçular tarafından netleştirilmesi lazımdır.)
Hükümetin bu kararına itiraz eden milletvekilleri olacaktır.
Ama haberin hemen altında "Milletvekillerinin Mal Beyanında Bulunmaları Teklifi Reddedildi" haberi yer almaktadır.
Kişinin servetinin kaynağı, ahlak ilkelerinin bir ölçüsüdür.
Toplumsal yaşamın bir ahlaki ilkesinden vazgeçip, başka bir ahlaki ilke savunulamaz.
Öyle insanlar biraz kısa veya biraz uzun boylu olabilir... Biraz esmer biraz sarışın olabilir... Ama bir kadın biraz hamile olamaz... Bir adam biraz şerefli olamaz... Bir devlet biraz bağımsız olamaz...
ÖLÇÜ DEVLETİN İLKELERİDİR
Konuyu karıştırdığımı düşünebilirsiniz. Ancak olay şudur; Gazetelerin özgürlüğü devletin ilkeleri ile sınırlıdır... Bunun aksine bir tutum, özgürlük değil, serbestlik ve başıboşluk olur.
Sorun devleti vazgeçilmez ilkeleri ve kırmızı çizgileridir.
1950'li yıllara kadar var olan ve ilkeler, Türkiye'yi ayakta tutmuştur.
Basın da bu ilkeleri canlı tutan en önemli kurumlardan biri olmuştur. Hatta dördüncü ayak denmiştir.
O döneme kadar devletin ilkeleri ve kırmızı çizgileri vardı: "Milli Üretim", "Tam bağımsızlık", "Yurtta sulh cihanda sulh", "Milletvekili maaşının öğretmen maaşından yüksek olmaması" gibi onlarca ilke...
Bu ilkeler bir bütündür.
Hangi hükümet kurulursa kurulsun, icraatları devletin bu ilkeleri ve kırmızı çizgisine uygun olmak zorundadır. Hükümet bu ülkenin, kamu kaynakları ve milletin sahibi değil; devletin ilkelerini yürüten makamlardır.
Onların amiri ulusal çıkarlar ve üretim değerleridir.
Böyle bir ülkede basında bu ilkelerden muaf değildir.
O günün gazetelerini göz gezdirdiğinizde bunları görebilirsiniz.
Böyle ülkelerde özgür veya tutsak basın yoktur.
Her kurum gibi basın da bu ilkeler çerçevesinde görevini yapar.
İlkeleri milletin çıkarları ile belirlenmiş bir ülkede "Milletvekilleri mal beyanında bulunmasın" diye bir yasa teklifi verilemez. Veren utanç içinde yaşar. Ya da daha ileri aşamalarda "Nerden buldun Yasası"nı yürürlükten kaldıramaz.
TOHUM ÖZGÜR DEĞİLSE...
Bu gün basın özgürlüğü isteyenler; tohuma da özgürlük istemelidir
Bir ülkenin eğitim sistemini Fulbright Eğitim sisteminden kurtarıp özgürleştirmedikçe, basın da özgür olamaz...
Bir ülkenin akarsuların, enerjisinin, denizlerini özgürleştirmedikten sonra, basının özgürlüğünü istemek havanda su dövmektir.
Bir ülkenin fabrikaları, patatesi, keneviri, pancarı, şeker fabrikası, tütünü özgür olmayınca basın da özgür olamaz.
BAŞKA BİR PENCERE
Siyasetin ve geleceğini siyaset üzerine kuranların himmetiyle ayakta kalan bir basın nasıl özgür olabilir.
Bir adam, bakkal olabilmek için "Bakkallar Odasına" kayıt yapmak zorunda.
Terzi, çiçekçi, kuaför, kasap... Hepsi iş yapmadan önce işyeri açıp maliyeye ve odalarına kayıt yaptırmak zorunda...
Ama, isteyen gazeteciyim deyip bir dilekçe ile gazeteci olabiliyor...
Bir gazeteci başarısız olup işini terk etmek istediğinde asla ve asla ertesi sabah -mesleği değilse - kasaplık yapamaz; ama bir kasap, işleri rast gitmeyince ertesi gün gazetecilik yapabiliyor. Bir dilekçenin başında
Acaba bu özgür basın (?) neden bu aksaklığın önüne geçmek için bir çaba harcamıyor?
Bu sistem ciddi bir çerçeveye oturmadığı için, sadece Adana'da onlarca değerli gazeteci arkadaşlarımız, gazete sahipleri gibi mağdur olmaktadır.
Sadece ülkenin kaynakları değil, bu arkadaşlarımızın birikimleri de heba edilmektedir.
Hepsine sevgilerimle...
Kaynaklar: 30.04/ 03.05 / 31.05.1956 / Yeni Adana Gazeteleri