Hayatımızda ilk kez duyduğumuz Corona virüs, bu günlerde en çok kullandığımız kelime oldu.
Ne İdlip kaldı, ne emekli maaşları, ne asgari ücret ne Rusya ile problemler... Hatta sınır kapılarında göçmenleri unuttuk, zaten Afrika'da Kuyu Açarak Hayır İşleme şirketleri gündemden düşmüştü.
Evrensel bir saklambaç oyunu başladı: "Sağım solum Curana virüs, saklanmayan ebe!"
TEPKİLER UTANÇ VERİCİ
Virüsün, ülkemize geldiğini duyan, "komşusu açken tok yatmayanlar", komşusundan evvel mağazalara koşup un ve makarna depoladı.
Kolonya karaborsası için, bazı aklı evveller saptama yapıyor: "Halkımız temiz, hijyen için kolonya ve kağıt peçeteye hücum etti!"
Esası öyle değil, temiz değilmiş ki bu güne kadar kolonya ve kağıt peçete kullanmamış.
Sahi, Namazı baş tacı eden Diyanet ve bunca merdiven altı hoca, neden temizliği anlatmamış bu millete.
Demek ki, insanları bulaşıcı hastalıktan namaz değil, temizlik korurmuş.
Çünkü, kıldığın namaz senin vicdani itikadın için, ama temizlik toplumsal ilişkilerin içindir.
Namaz şahsını, temizlik önce aileni sonra toplumu ilgilendirir.
İslamiyet insanlığın ne durumda olduğunu gördü ki, beş vakit abdest emretti.
KOLERAYI DAVET EDENLER
Adana'da sık sık kolera salgını olurdu. Bunların en sonu tam 50 yıl önce bugün (13 Mart 1971) en öldürücüsü ise 1865 yılında meydana gelmiştir.
1865'te kolera salgını olduğu zaman Adana'da bir tek doktor yoktu. Hükümet ikisi gayrimüslim, biri de Mısırlı Müslüman olmak üzere üç doktoru Adana'ya gönderdi. (Mısırlı doktorun ne denli muhteşem işler başardığını başka zaman anlatırız)
Koleranın kaynağı, Eski Çarşı (Bu günkü büyük saat ve çevresi) esnafının dillere destan pis çalışma şekliydi.
"GÜNEŞİ YERE DÜŞÜRMEYEN ÇARŞI"
Eski Çarşı "Güneşi yere düşürmeyen çarşı" olarak ünlenmişti. Çünkü yaz sıcağında her dükkan, kendi önünde telis çuvallarından gölgelik yapmıştı. Telis yapmayanlarla adına setir denilen gölgelikle idare ederlerdi. Böylelikle çarşı içinde güneş olmazdı. Şimdiki Mısır Çarşısı gibi.
Çarşı esnafı, dükkanı süpürür çöpü sokağa atar, kasabın kestiği hayvanın kanı sokağa dökülür, atılan kemikler üzerinde köpekler, ciğer üzerinde kediler kavga eder, kurumuş kan ve işkembe artıkları üzerinde sinekler uçuşur...
Anlayacağınız Koleraya gelsin diye, haber üstüne haber gönderilir. Kolera gelince de Merdiven altı ahlak üretimi yapan ahlaksızlar, "Bu Allahın takdiridir" diyerek halkı kandırırlardı.
Vali Halil Paşa salgının Allah'ın takdiri değil, halkın pisliği olduğunu söyleyince başına gelmeyen kalmadı.
TEZEK AMBERDEN DEĞERLİ OLDU
İnsanlar her karşılaşmalarında bir daha görüşmeyeceklerini düşünerek vedalaşarak ayrılırlardı. İşte o aralar, manda tezeğinin koleraya iyi geldiği bilgisi yayıldı.
Tezeği görünce yemek yiyemeyecek kadar midesi bulananlar, tezek aşkıyla yanıp tutuşur oldu. Manda tezeği bir anda amberden kıymetli oldu. Tezeğin olduğu yerden geçmeyenler, tezeği bulunca şifa niyetine eline yüzüne sürer oldu.
O kolera salgınında yüz binden fazla insan öldü. Adana boşaldı.
Salgının sona ermesinden hemen ardından Adana'ya vali olarak gelen Halil Paşa, Adana'da pisliğin koleraya davetiye çıkardığını gördü. Önlem almak istedi ama merdiven altı ahlak bezirganlarının çıkarlarına ters düştü. (Vali Halil Paşa'ya layık görülen davranış, bana göre Adana halkının utanç duyacağı bir olaydır. Başka bir sefer anlatırım.)
‘TEMİZ OL’ BAŞKA İHSAN İSTEMEM!
Milletin makarna, un ve kolonyaya hücum etmesi bana, Adanalının tezeğe olan düşkünlüğünü hatırlattı. İlkellik aynı ilkellik. Hani derler ya aynı tas aynı hamam, ama tellak değişik.
Hatta halkımızın davranışı şimdi daha kötü. Nedenine gelince; Yıllar önce bilgi akışı yavaştı. Şimdi bilgi çağındayız. Sağlık Bakanlığı sürekli bilgilendiriyor. Panik yapmaya ne gerek var.
Kardeşim "Temiz ol, başka ihsan gerekmez'"
SON KOLERA SALGINI
Önce şunu saptayalım. Bu gün yaygın gazete ve görsel medyaya bakalım. Varsa yoksa korona virüs.
Hani Suriye ile sorunlar, Fırat Kalkanı, şehitler, kapanan fabrikalar, tank palet, göçmenler, Somali'nin el konulan balıkları, Libya meselesi, ekonomik kriz... Sayın... Sayın... Konu çok...
Ama hiç biri basının gündeminde değil. Hepsi sanki bir saklambaç oyununda sobelenmiş gibi yok oldular.
Gazeteler maalesef, "Panik yapmayın" diye haber yaparken gerçek paniğe neden oluyorlar.
Dönelim 50 yıl öncesine, kolera salgını kamuoyunda konuşulmaya başlanmıştır. Ben de o zamanları iyi hatırlıyorum. Okullarda aşı yapılıyor, halkın fark etmediği bir takım önlemler alınıyor. "Kolera var mı yok mu" diye konuşuluyor ama kimsede panik yok. Hayat devam ediyor.
En sonunda 12 Mart 1971 günü Adana Valisi Ali Rıza Aydos, ilk kez açıklama yapıyor: "Kolera vardır ve güney kapımıza dayanmıştır..."
Aynı tarihte Ordu, demokratik seçimle gelmiş iktidara istifasını istiyor. Türk siyasi tarihinin en önemli sayfalarından biri gerçekleşiyor.
Ertesi gün gazeteler, Muhtırayı birinci sayfadan, kolera gerçeğini ise üçüncü sayfadan veriyor.
Panik yok.
O zamanlar basın panik üretmiyor; bilgi veriyordu.
Şimdi, bilgiyle beraber panik üretiyor.
Not: Bu bilgiler henüz yayınlanmamış olan "Adana'nın Aynası -1930" kitabımda geniş olarak işlenmiştir.