Araştırmacılar bugünkü kullanıldığı anlamda ‘terör’ terimine ilk kez Fransız oyun yazarı Corneille’de rastlanıldığını söylüyor:’ Fanilere terör saçan, Tanrı’nın gazabı Attila.’ Terim bilinçleri felç etmek, korkuyu hâkim kılmak anlamına geliyor. 18.yüzyılın sonundan itibaren, bir topluluğun direncini kırmak ve korkuyu hâkim kılarak, o topluluğa hedeflenen siyasetleri kabul ettirmek anlamını ediniyor. Fransız Devrimi’nin özellikle Jakoben evresi giderek bu terimle özdeşleştiriliyor. Burjuva devrimi Jakobenler aracılığıyla en uç sınırlarına ulaşmıştı. Eğer bu evre yaşanılmamış olsaydı devrimden geriye çok şey de kalmış olmayacaktı. Terimin sonradan edineceği pejoratif anlamda burjuvazinin kendi adına ve kendisi için yapılan devrimden duyduğu korku vardı. Burjuva devriminin klasik ve evrensel modeli olarak bilinen devrimin bu aşamasında devrimci burjuvazi devrimi, ancak terör sayesinde en uç noktalara taşıyabilecekti. Sonradan bu durumdan kendi de dehşet duymaya başlayacak ve gerisin geri çark edecekti.
Terör devrimin elinde devrimi ayakta tutabilmenin en etkili formülü olarak bir zorunluktan ortaya çıkmıştı. Terör karşı-devrimi ezmenin bir aracıydı. Çünkü karşı-devrim her defasında devrimin zaaflarından yararlanmak, duraklamasından faydalanmak ve edindiği mevzilerden geri püskürtmek istiyordu. Terör devrim için karşısındaki güçleri yıldırmanın, vaz geçirmenin ve korkudan sinip geri çekilmelerinin en meşru aracıydı. Adı terör ile özdeşleşmiş Robespierre göre ‘terör, acil, sert, esnemeyen adaletten başka bir şey değildir.’ Yine fazilet yani erdem sözcüğünü ağzından hiç düşürmeyen bu taşra vekiline göre ‘terör devrimin faziletiydi.’ Çünkü Robespieerre için yurttaşlık tümüyle erdemle donanmak demekti. Bir yurttaşı diğer insanlık kategorilerinden ayırt eden şey erdeme bağlılığı, sadakatıydı. Zorbaların, tiranların rejimi altında insan ilk önce onurunu, erdemini kaybederdi. Erdemini kaybeden insanın bir köleden farkı yoktu. İşte devrimin hayata geçirdiği terör tiranlara bir gözdağıydı. Devrimin uyguladığı terör meşruiyetini böylesi soylu bir ilkeden alıyordu.
Devrimin terör ile özdeşleşmiş Jakoben sayfasını tarihten sildiğimizde geriye ne kalırdı? Jakobenizm ile terörü bir araya getirenler bu soruya kolay bir cevap veremezler. Her devrim yerleşmek için önce uçlara doğru sürüklenir. Tarihin diyalektiği dediğimiz nesnellik onu en uç noktalara doğru sürükler. Fransız Devrimi’nde en uç noktayı Jakobenlerin temsil ettiği bile doğru değildir. En uç noktayı Paris’in donsuzları daha orijinal adlarıyla sanscülotları temsil ediyordu. Bunlara donsuzlar deniyordu, çünkü soylulardan farklı olarak düz pantolon giyiyorlardı. Soylular ise külotlu ve çizgili pantolon giyiyorlardı. Baldırı çıplaklar denildiği de oluyordu. Hiçbir şeyleri olmadığı için, karın tokluğuna bir hayat sürdürdüklerinden, çoğu kez ekmeği bile bulamadıklarından böyle adlandırıldıkları da olurdu. Jakoben evre olarak bilinen dönemde yani 1793 ile 1795 arasında onların devrimi daha ileri doğru ittirmesinin ardındaki gerçek güç donsuzlardı. Paris Komünü’ne bağlı şubelerde, ulusal muhafız alayında ve devrimci milis de onlar hakimdi. Konvansiyon olarak bilinen ulusal parlamentonun karşısında ikili iktidarı temsil ediyorlardı.
Devrim hem içeriden hem de dışarıdan tehdit altındaydı. Devrim bir taraftan yayılmacı bir savaş sürdürüyor diğer yandan içerideki karşı-devrim ile savaşıyordu. Ticaret burjuvazisini temsil eden Jirondenler bir yayılma savaşı başlatmışlar ve Belçika ile Hollanda’yı fethetmek ve başlıca rakipleri olan İngiltere’ye karşı üstünlük elde etmek istiyordu. İlk sanayi devrimini gerçekleştirmiş İngiltere ise bu göreli üstünlüğünü Fransa’ya karşı kaybetmek istemiyordu. Devrim karşısındaki karşı-devrimci ilk uluslararası koalisyon bu dönemde ortaya çıktı. Devrim cephesini temsil eden Fransızlara karşı İngiltere’nin öncülüğündeki Avusturya, Rusya ve Prusya bir araya gelmişti. Savaşın tüm yükünü ise burjuvalar değil başta donsuzlar halk sınıfları çekiyordu. Devrim sınır ötesinde yayıldıkça burjuvaların ganimetten iştahları kabarıyor, kaybettiğinde ve ülke işgale uğradığında ise sırtlarını donsuzlara dayıyorlardı. Yani savaşın ve devrimin aslında bütün yükünü başta Paris donsuzları olmak üzere gerçek halk çekiyordu.
Silahlı olarak örgütlenmiş donsuzların devrimci burjuvazi üzerindeki baskıları olmasa Fransız devrimi de İngiliz devrimi gibi kısa bir süre sonra soylularla anlaşabilirdi. İlk burjuva devrimi sayabileceğimiz İngiltere’de soylu sınıflar ile burjuvalar birbirleri içinde eriyerek bir süre sonra uzlaşmışlardı. Cromwell’ın devrimci diktatörlüğünün izleri kalıcı sonuçlar yaratmamıştı. Ticari kapitalizm bayrağını Hollanda’dan devralan İngilizler denizlerdeki üstünlükleri sayesinde sömürge siyasetinde ileri mevziler elde etmişlerdi. 17.yüzyılda yaptıkları devrim ile de ülkelerini sanayi kapitalizmine geçişe hazır hale getirmişlerdi. Dokuma sanayinin ihtiyaçlarını karşılamak için tarım arazilerinin çitleme ile mera haline getirilmesi köylü nüfusu kentlere sürüklemiş ve atölyelerde başlayan proleterleşme süreci fabrikaların doğuşu ile birlikte bu ülkeyi ilk sanayi devi haline getirmişti.
Fransa’da ise hem kral ve hem de onunla bütünleşmiş soyluluk daha güçlüydü. Ve sınıfsal çıkarlarını kıskançlıkla koruma konusunda bencildiler. Bundan dolayı İngiltere liberal fikirlerin merkezi olarak sivrilip, ilk parlamento burada ortaya çıkmış iken Fransa kralı devrimin ayak sesleri gelinceye kadar üçüncü sınıfın da içinde olduğu kukla meclisi toplamaya bir türlü yanaşmamıştı. Fransız devriminin bir süre sonra herkesi dehşete düşüren manzarasının arkasında böylesi nesnel dinamikler vardı. Burjuvazisi kendi düzenini nihai olarak kurabilmek için kralla ve onun gözü kulağı olan soyluluk ve ruhban sınıfı ile hesaplaşmak zorundaydı. Yani hem kırdaki ilişkileri devrimci bir biçimde çözmek ve soyluların topraklarına ve unvanlarına el koymak hem de bütün bir düzenin işlemesini sağlayan ruhban sınıfının altındaki maddi zemini ortadan kaldırmalıydı. Fransızların yapmaları gereken iş çok daha fazla ve sertti.
Kralın topladığı estate-generali dağıtarak işe başlayan devrim her geçen gün sertleşmek zorunda kaldı. 17 Haziran 1789’da ulusal kurucu meclis ilan etti. 24 Temmuz’da bastille’i basarak tiranlığın korku merkezindeki tüm mahkûmları serbest bıraktı. 25 Ağustos’ta İnsan Ve Yurttaşlık Hakları Beyannamesi’ni ilan etti. 5-6 Ekim’de sahneye kadınlar çıkarak Versailles üzerine yürüyerek Paris’ten kaçmış olan kralın zorla getirilmesini istedi. Yılsonuna gelindiğinde bütün kilise topraklarına el konuldu. Ufkunu şimdilik burjuva mülkiyet ilişkileri ile sınırladığından seçmen olmak ve milletvekili seçilmek için mülk sahibi olma kıstasını getirdi. Devrimin daha altı ay içinde yaptıkları bunlardı. Bu yapılanlar Avrupa’nın geri kalanında dehşet uyandırdı. Gericilik ve krallık yanlıları kendi rejimleri için endişe etmeye başladı. Devrim Fransız toprağını titretmeye başlamıştı, ama burayla sınırlı kalacağının ve herkese seslenen fikirlerinin başka yerlerde yankı uyandırmayacağının garantisi de yoktu.