Yanlış anlaşılmaya terör sözcüğü kadar müsait çok az şey vardır. Sözcük kendi başına, her şeyden yalıtık olarak ele alındığında önce bir irkilti sonra da bir tedirginlik uyandırır işitende. Korku ile karışık bir irkiltidir hissedilen. Nereden geleceğini, neyle karşılayacağımızı ve kendimizi nasıl savunacağımızdan yoksunluk halidir karşı karşıya geldiğimiz şey. Muhatabını hazırlıksız ve savunmasız yakalar. Terörü bir yöntem olarak seçenlerin aradığı şey tam da budur. Hiç beklemediğiniz sırada hayatınız bir pamuk ipliğine bağlanmıştır. Terörün kronikleşmesi dehşetin dozunu yükseltir, korkuyu yaygınlaştırır. Amacı ve hedefi de budur zaten.
Dehşetinin yarattığı şok karşısında bilinci çalışmaz hale getirmek. Güvenlik arayışını en üst seviyeye çıkarmak. Hayatta kalma isteğini en baskın duygu haline getirerek diğer her şeyi gözden çıkarmaya mecbur bırakılmak. Bu anlatılanlardan terörün, demek bir siyasasının olduğunu çıkartabiliriz. Çok uzun bir süre de böyle anlaşıldı zaten. Terör, dehşet ve yılgınlık yaratmak suretiyle belirlenen hedeflere ulaşmak için tercih ediliyordu. Seçilen aracın belirlenen hedeflerle bağlantısı vardı. Yöntemin kötülüğü uygulayıcıları tarafından da kabul ediliyor ve terör kendi başına bir erdem katına yükseltilmiyordu.
Ancak terör ile kör şiddet arasındaki mesafe bir hayli yakındı. Amacın gözden düşmesi veya gerçekleşebileceğine dair inançsızlık bir vakum etkisi yaratabilirdi. Umutsuzluk bunun en önemli göstergesiydi. Hiçbir şeyin değişmeyeceğine ve değiştirilemeyeceğine dair duygu, yani hayatın kendinden duyulan nefret, yaşam belirtisi gösteren her şeye karşı beslenen kin, terörü başlı başına amaç haline getiren şeydi. Dünyayı değiştirme konusundaki çabaların anlamsızlığı, insanların bu tür çabalara gösterdiği kayıtsızlık, kör şiddetin nihilizme varması.
Terörbilim uzmanları için terör yukarıda anlattığımız şeylerle özdeşti. Bu uzmanlar nezdinde muteber kabul edilmeyen düşünce ve inançlar terörle eşdeğerdi. Bu sayede farklı görüşlerin önü kesiliyor, tartışmaların çerçevesi çiziliyor ve terör söylemi toplumu ve farklı sesleri hizaya getirmenin bir aracına dönüştürülüyordu. Terörün kapsamı o kadar geniş tutuluyordu ki, terör ile şiddet arasındaki bağ tümüyle kopartılmıştı. Düşüncenin kendisi çok rahatlıkla terör sayılabiliyordu. Muhaliflerde düşüncelerini sırf ifade özgürlüğü kapsamına kadar daraltmıştı. Hâlbuki eyleme dönüşmesine izin verilmeyen bir düşüncenin ne değeri olabilirdi ki? Düşüncenin kendi bir eyleme bağlanmadan nasıl aktarılabilirdi? Bunu kabullenmek aslında korkunun içselleştirilmesiydi. Düşünce insan zihninde hapsolduğu müddetçe zaten başkaları bundan haberdar olamazdı. O, ancak başkalarına ulaştığında ve bir çağrıya dönüştüğünde kendi değerini hak edebilirdi. Demek terörün yarattığı zihni prangalar bir tür gönüllü hapishaneler yaratıyordu. Terörün asıl amacı da buydu.
Bu nedenle yaşadıkları dünyayı dosdoğru, olduğu gibi görmek isteyenlerin terörizm efsanesi karşısında uyanık olmaları gerekiyor. Bu uyanıklığı elde edebilmek için de bugün kamu yaşamını istila eden terör söylemine kuşku ile yaklaşılmalı. Terör söyleminin baskın olduğu bir yerde zengin bir kamusal tartışma ortamının bulunabilmesi mümkün değildir. Terörbilim ve onun uzmanları zengin bir düşünce ortamının en büyük düşmanları sayılmalıdır. Onları bekçi köpeklerine benzetebiliriz. Sadece kendi duymak ve işitmek istediklerine kulak kabartırlar. Farklı bir tartışmanın, içeriğin kamu yaşamına girmesine izin vermezler. Girenleri bir koro halinde taciz eder, yıldırmaya çalışırlar. Bu uzmanlar nazarında demokrasi kırılgan bir şeydir. Demokrasi, asla demokrasi istismarcılarının ellerine terk edilmemelidir. Kamu güvenliği ve huzuru demokrasinin sınırlarını çerçevelemeli ve bu sınırın nerede başlayıp biteceğine de onlar karar vermelidir. Demokrasi sorumsuzluk, aşırılık ve şımarıklıktan uzak tutulmalıdır. Bir ara buna militan demokrasi diyorlardı. Demokrasinin kendini savunma hakkı olduğunu söylüyorlardı. Aslında savundukları demokrasi değil kendi statükoları idi.
Terörizm tartışmasında bir zihni berraklığa ulaşmadan ve bu konuda kendi doğrularımızı oluşturmadan statüko sahiplerine direnebilmemiz mümkün olmayacaktır. Onların tanım ve ölçülerini esas aldığımız her tartışmayı kaybetmeye mahkûmuz. Bu kayıp onların ideolojik egemenliğinin en ayırıcı yönüdür. Bu nedenle kamusal tartışmalara kendi ölçü ve çerçevemizle dâhil olmalıyız. Onların terör saydığını kayıtsız ve şartsız kabul ettiğimizde belki muhatap alınabiliriz, ama artık kendimiz olmaktan da çıkmışızdır. İdeolojik mücadele sadece kendi doğrularımız üzerinden yürütülebilir. Liberal demokrasinin her konuda dayattığı uzlaşma çağrısı bir aldatmacadan ibarettir. Her konuda aynı şeylerin düşünüldüğü, tarafların aralarındaki ayrımları silikleştirdiği bir yerde gerçek bir demokrasiden söz edilemez. Demokrasi, çıkar çatışmalarını, sınıf mücadelelerini ve siyasal gerginlikleri yok saymaz. Demokrasinin salt bir uzlaşı rejimi olduğunu söylemek, demokrasiden hiçbir şey anlamamaktır. Bu anlayış bugün demokrasinin egemen formu olan liberal demokrasiyi onun tek biçimi saymakla eşdeğerdir. Hâlbuki demokrasi, antik çağda çoğunluğun çıkarına hizmet eden bir düzen anlamına geliyordu. Modern zamanlarda ise demokrasi çoğunluğun egemenliği demekti. Çoğunluğu ise ya az mülkü olanlar veya hiç olmayanlar oluşturuyordu.
Demokrasi konusunda berrak bir bilince ulaşmadan terör söylemi karşısında da bir netliğe varılamaz. Statüko sahiplerinin ve işte onların emrindeki terörbilim uzmanlarının rahat at koşturmalarının nedeni de budur. Terör söylemi, ancak zemini kaydırabildiğinde ve kendi tanımlarını kamusal yaşama kabul ettirebildiğinde hedeflerine ulaşabilir. Terör söyleminin sahipleri kendi yarattıkları terörü bu sayede gizlemeyi çok iyi becerirler. Onlar kendi terörlerini asıl bu sayede gözden uzak tutmayı başarırlar. Kamusal söylemi ele geçirerek, gece gündüz 24 saat bilinçleri iğdiş ederek hedeflerine ulaşırlar. Bu söylem hedeflerine, ancak bunu bir sektöre yani bir sanayiye dönüştürebildiği takdirde varabilir. Emekli askerler, polisler, özel güvenlik uzmanları, istihbaratçılar, özel harekâtçılar ve onların üniversitedeki yandaşları ve düşünce kuruluşları adı altında düşünceden çok zihinleri iğdiş etmekten beslenen profesyoneller bu sanayi kolunun ajanlarıdır. Yani personeli, görevlisi ve çalışanıdır. Bu kişiler ekmeklerini, unvanlarını, itibar ve tanınırlıklarını bu söylemi canlı tutmaya ve olur olmadık her şeyi terörle yan yana getirmeye borçludur. Bu söylem her tür iktidarın, iktidarını yeniden üretmesinin ve ebedileştirmesinin en elverişli aracıdır. Bu söylem deşifre edilmeden, tanım ve ölçüleri sorgulanmadan statükoyu değiştirmenin imkân ve ihtimali yoktur. Bu söyleme kendini hapsedenler muhalif değil olsa olsa, kabullendikleri ve temellerine asla itiraz etmedikleri majestelerinin muhalifi olabilirler.