Osmanlı dağılırken Kazan’dan İstanbul’a gelmiş olan Akçuraoğlu Yusuf payitahtın önündeki seçenekleri gözden geçiriyordu. Osmanlıcılığın İmparatorluğu ayakta tutmaya muktedir olmadığını söylüyordu. Çünkü bu akımın Osmanlı’yı oluşturan tüm milliyetlerin eşitliğini hedef aldığını, ancak ulusçuluk çağında her bir millet ayrılık peşinde koşar iken Osmanlıcığın anasırı bir arada tutma kabiliyetini kaybettiğini görmüştü. İslamcılık ise birleştirici bir tutkal olamıyordu. Müslüman milletler dahi Osmanlı egemenliğini kabul etmiyor ayrılıkçılık isteğinde bulunuyordu. Payitahtı ayakta tutmanın geriye kalan tek formülü Türk milliyetçiliğine sığınmaktı. Sermaye birikimini edinememiş, sadece yöneticilik deneyimi kazanmış ve çoğunluğu ulus bilincinden yoksun Türklüğü artık İmparatorluğun dayanağı yapmak gerekiyordu. İmparatorluğun arkasını yaslayabileceği tek dayanak Türk ulusçuluğuydu. Akçura bu formülasyonu ile hem sermaye açlığı peşindeki Türki sınıflara hem de devleti kurtarmak derdindeki elitlerin önüne bir program koyuyordu. Bu formülasyonun İttihatçılar tarafından bir siyasi programa dönüştürüldüğünü biliyoruz.
Siyasi program siyaset yapıcıların önüne bir yol haritası koyar. Eğer iktidarı nasıl elde edeceğinize ilişkin net bir siyasi programdan yoksunsanız rüzgara kapılmış pusulasız bir gemi gibi sağa sola savrulursunuz. Uzun süredir Türkiye’de siyasetin olağanüstü zamanlardan geçtiğini söylüyoruz. Fırtınalı zamanlarda gemiyi sağlam bir limana yanaştırabilmek cesaret, feraset ve deneyim ister. Bu söylediklerimizi güncel siyasete ve altılı masaya telif ettiğimizde iktidarı almak için öncelikle cesarete, siyasetin olağanüstü zamanlardan geçtiği kabulüne ve risk almaya ihtiyaç var.
İktidarın hamleleri karşısında demeç vermekten, ayda bir toplanmaktan ve sanki iktidar alınmış gibi iktidar sonrasının belgelerini açıklamaktan başka bir siyaset üretemeyen altılı masanın liderleri Saraçhane’de ilk defa kitlelerin karşısına çıktılar. Uzun süredir beklenilen, olması arzulanan buluşmaya İmamoğlu’na siyaset yasağı ve hapis cezası getiren mahkeme kararı vesile oldu. İlk defa Şubat ayında bir araya gelen liderler yaşanılan kritik gelişmelere rağmen kitleler karşısında yan yana gelmekten kaçınmışlardı. Yani şunu söylüyoruz çok alametler belirmiş olmasına rağmen liderleri bir araya getiren şey bir musibet oldu.
Bugün iktidarın gelecekte yapmayı tasarladığı anti demokratik hamleleri engelleyecek biricik güç altılı masa liderlerinin kitlelerin gücüne inanmasından geçiyor. Bunun içinde iktidarın seçim kazanmak için her musibeti çıkarmaya hazır olduğunu bilmeleri gerekiyor. İmamoğlu’na getirilen siyasi yasak tarihi bir seçime doğru gidilirken karşımıza çıkan ne ilk ne de son musibet olacaktır. Türkiye’de siyasetin artık böyle bir mekaniğe bağlandığını söyleyebiliriz. İktidar hiçbir kural, kanun, teamül tanımaksızın yapıştığı iktidarı bırakmamak adına gözünü karartmış görünüyor.
Akçura gibi konuşacak olursak Türkiye’nin kurumsallaşmış bir faşizm seçeneğinden kurtulabilmesi için bugün önünde tek bir seçenek bulunuyor. Faşizmi önlemenin yegane yolu karşımıza çıkması mukadder bir hesaplaşmaya kitleleri bugünden hazırlamaktan geçiyor. Kitleleri sadece seçmen olmaya ittiğinizde, olağanüstü koşulların siyasetine hazırlamadığınızda yarın iş işten geçmiş olacak. Muhalefetin artık çok geç olmadan bu gerçeğe gözlerini açması gerekiyor. Seçim olmuş bitmiş ve kazanılmış gibi bugünden Cumhurbaşkanının yapacağı işlere ve geçiş sürecinin detaylarına kafa patlatmak yerine ve bundan çok daha fazla her tür musibeti çıkarmaya yatkın bir iktidar karşısında başta sandık güvenliği, oyların düzgün tasnifi ve seçim hilelerine kafa yormak gerekiyor. Kurumların içini boşaltmış, kurumlara kendi siyasi taleplerini dayatıp kabul ettiren bir iktidar pratiği karşısında seçim güvenliği nasıl sağlanacaktır? İktidarın dayatmalarına ses çıkaramayacak kurumlar karşısında sancısız bir iktidar değişimi nasıl gerçekleşecektir?
Bunlar cevapları kolayca verilecek sorular değil elbet. Siyasetin olağan zamanlarında bu soruları cevaplamak kolay. Olağan zamanlarda yaşıyor olaydık seçimlerin adil, dürüst ve demokratik biçimlerde yapılacağına inanır ve seçimler neticesinde iktidar el değiştireceğinden de şüphe etmezdik. Son tahlilde iktidarın değişip değişmeyeceğine seçmen iradesi karar verirdi. Ya seçimler tarafsızlığını, güvenilirliğini çoktan yitirmişse ya seçimin güvencesi olacak kurumlar iktidarın bir aparatına dönmüşse, seçmen iradesinin sağlıklı tecelli edeceğine nasıl inanacağız? Muhalefetin tüm bu haklı soru ve senaryolar üzerine gitmesi gerekiyor. Muhalefetin yapması gerekli ilk iş siyasetin olağanüstü zamanlardan geçtiğini kabullenerek eski alışkanlıklarını terk etmek olmalı.
Kendini devlet olarak örgütlemiş ve artık bir parti devletine dönüşmüş iktidar siyaseti karşısında muhalefetin proğramı dayandığı kitleleri bu konularda eğitmeye ve yaratıcı güçlerini her an devreye sokmaya dayanmalıdır. Karşınızdaki güç devlet olarak örgütlenmiş ve hiçbir kural ve sınırla kendini bağlı saymıyorsa elinizin altında çokluğun gücünden başka sığınacağınız bir yer kalmamıştır. Saraçhane bunun kendiliğinden ve bir zorunluluktan gerçekleştiği ilk yer oldu. Ve Davutoğlu bu gerçeği ilk defa iktidar sahiplerinin yüzüne karşı haykırdı. İktidarı almanın mümkün tek programı Saraçhane’de prova edildi.