Tarihimizin en kara günlerinden birisi 24 Ocak'tır. 24 Ocak 2021, uygulanabilmesi için ardından 12 Eylül darbesinin yolunu açan, ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızın kalbine neoliberal kazıkların çakıldığı 24 Ocak kararlarının 41., CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun anıt önünde 'Kalpaklı kuva-yı milliyeci, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı, yazdıklarıyla hepimizin önünü aydınlatıyor' diye andığı Uğur Mumcu'nun öldürülüşünün de 28. yıl dönümü.
Uğur Mumcu ile 24 Ocak ekonomik kararları arasında muazzam bir karşıtlık vardır. Uğur Mumcu bağımsızlıkçılığın sembolüyken, 24 Ocak kararları ve savunucuları ise siyasi ve ekonomik bağımlılığı içselleştirmişlerdir. Uğur Mumcu aydınlanmacı ve yurtsever; 24 ocak kararlarının savunuculuğunu ve uygulamasını yapan neoliberaller bunun tam tersi değerleri temsil eder.
Kısacası 24 Ocak kararları, ülkenin tüm kaynaklarının yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmesi, kontrolsüz bir finansal liberalizasyona geçiş, reel ücretlerin eritilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, sendikal ve sosyal hakların tırpanlanması, kamusal malların piyasada fiyatlanması, vatandaşların eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinden parasız yararlanama haklarının gaspı gibi birçok hedefi kapsayan, ulus devleti yok eden ve ardından gelen 1996 Gümrük Birliği anlaşması ile 2000 yılındaki daha ağır ve kapsamlı ekonomik ve siyasi saldırıların ilk hamlesiydi. Uğur Mumcu da tüm bu saldırılara karşı bilinç oluşturmak için kalemi ile savaşan bir gazeteciydi.
Sayın Kılıçdaroğlu'nun anmadaki sözleri, Uğur Mumcu'nun kişiliğini oluşturan ve mücadelesinde bayraklaştırdığı değerlerdi. Buna karşın CHP, bu değerlerin tam aksi yönde duran neoliberal değerleri içselleştirmiş durumda. Partinin topluma deklere ettiği ekonomik perspektifine ilişkin en temel belge olan bütçe konuşmalarıyla görevlendirilen Sayın İlhan Kesici'nin yayınladığı mesaj ile Uğur Mumcu'nun hayatını savaşmaya adadığı bu değerler, açıktan kutlanıp, kutsanmaktadır. Cumhuriyetin temel değerleri olan yurtseverlik ve bağımsızlığın savaşçısı ve 24 Ocak kararlarının ülkemizi nasıl bir felakete götürdüğü üzerine sayısız kez yazmış biri olan Uğur Mumcu'yu anıp, üstelik dramatik bir şekilde aynı güne denk gelen, cumhuriyet ve CHP'nin ilkelerine düşman 24 Ocak kararlarını savunmanın ise tıp literatüründeki karşılığı ancak kişilik bölünmesi olabilir. Kaldı ki, diğer bir çok MYK üyesi de 24 Ocak neoliberal saldırısına sessiz kalıp, eski emniyet Müdürü Gaffar Okan ile eski bakanı İsmail Cem'i anarak, aslında sayın Kesici gibi, 12 Eylül darbesini çağıran 24 Ocak kararlarını açıktan kutlamasalar da, bugün parti yönetimindeki varlıklarının, bu kararların yol açtığı ekonomik ve siyasal tahribat kaynaklı olduğunu bilerek susuyorlar.
İşte böyle bir çoğunlukla parti yönetimi oluşturan sayın Kılıçdaroğlu, önce Maraş katliamının yıl dönümünde Türkeş'in evine yaptığı ziyaretle, şimdi de 'muhafazakar' kesimden isimlerle ve din adamlarıyla bir araya geldiği farklı ortamlarda CHP'nin muhafazakarlığından ve değişime direnmesinden şikayet ettiği mesajlar veriyor. Belediye Başkanları tarafından tek tek yazılarak emanete alınan ve Genel Merkez tarafından da 'atanan' kurultay delegelerinin oylarıyla belirlenen parti yönetiminin, örgütler üzerine tahakküm kurarak en ufak bir itirazı dahi tasfiye ile cezalandırıp susturduğu bir ortamda, parti üzerinde kayıtsız şartsız kontrolü bulunan bir Genel Başkana herhangi bir direnç söz konusu olamayacağına göre, Sayın Kılıçdaroğlu CHP derken seçmeni ve parti dışında kalan partilileri kastediyor olsa gerek. Amaç ise açık: partinin siyasi aksını kırmak.
Normal şartlarda iktidara talip bir parti yönetiminin tabanını politize etmesi, örgütlerini dirençli tutması ve kitle tabanını genişletmek için üretim yapması gerekir. Kendi parti politikaları ile çelişen uygulamaları içselleştiremeyen parti tabanını, değişik gerekçelerle başka partilere oy verenlere şikayet etmek ise, ilk bakışta garip görünse de parti yönetiminin zihinlerinde dramatik çelişkiler yaşadıklarının işareti. İdeolojik savrulma yaşayan parti yönetiminin bu davranışlarının hesaplı olduğu da ortada. Kendi parti ideolojisini yeterli bulmuyor ve toplumu ikna edecek yeni arayışlara ilişkin de kafalarında bir strateji oluşturmuş görünüyorlar. Parti yönetimi, siyaset tarihinde görülmemiş bir şekilde, parti ideolojisine uygun olarak oluşan kitle tabanından mutsuz. Gidip görüşlerine uygun bir parti kurarak mücadele etmek yerine de hem partiyi siyasi bütünlüğünden kopararak başkalaştırmak, hem de oy veren kitleyi değiştirmek istiyorlar!
Sorunun temeli, CHP yönetiminin, Türkiye'de yapay kamplara ayrılmış siyaseti doğru aksa oturtacak ideolojik saflık ve bunu uygulayacak bilinç düzeyi ile eylem kararlılığının olmamasında yatıyor.
'Milliyetçilerin' ayrı, 'Kürtlerin' ayrı partisinin olduğu; 'sağcıların' bir çatı altında toplandığı; 'Atatürkçülerin', 'ulusalcıların', 'sosyal demokratların', mezhebi örgütlerin ve mikro milliyetçilik düşkünü 'liberallerin' ise kendi kamplarında durdukları yerden milim kıpırdamadan CHP'yi bir oraya bir buraya çekiştirdiği bir siyasi iklim oluşturulmuş durumda. Bu şartlar altında Türkiye'deki siyasi tartışmalar, olgular ve fikirler üzerinden değil, kamplar üzerinden yapılıyor. Bir kampa dahil olan bir şahıs veya parti, o kampın tüm 'şartlarını' kabul etmek zorunda kalıyor.
Mesela, bugünün 'liberal' CHP'sinde neoliberal ekonomi ezberlerine dil uzatan veya Türkiye'nin üniter yapısının korunması gerektiğinden ısrarla bahseden birinin barınması mümkün değil. 2013 model AKP'nin çözüm sürecine dil uzattırmayıp, 2021 model AKP'nin ise ülkenin güneydoğusunda seçilmiş belediye başkanı bırakmaması, 2013 ve 2021 yıllarında içinde bulunduğu farklı kampların refleksleri. Keza Türkiye'de yerli üretimi bitiren tüm kanunların uygulayıcısı AKP'nin bugün yerli ve milli edebiyatına bel bağlaması, buna karşılık altı okundan birisi devletçiliği temsil eden CHP'nin, yerli üretimi bitiren ne kadar yasa varsa hepsini çıkaran Kemal Derviş'i Genel Başkan Yardımcısı yapması ve şimdi de imkanı olsa devletin elini ekonomiden tamamen çektirecek kadrolarca yönetilmesi de böyle. Zaman savuruyor. Örnekler çoğaltılabilir.
Aslında, parti yönetiminin kafasını karıştırıp kendi tabanını değiştirmeye kadar sürükleyen çelişkinin kaynağı tabanının 'direnmesi'' değil, CHP yönetiminin kendi partisinin tarihsel mirası çerçevesinde siyaset yapmak istemiyor oluşu. Bunu açıkça ifade edenler her ne kadar parti yönetimini ele geçirmiş olsalar da, şu ana kadar en tepedeki Sayın Kılıçdaroğlu'ndan bu yönde bir beyan olmadı.
Gelişmeler, şimdilik, CHP yönetiminin kendisine yeterli sayıda oy getirdiğine inanmadığı (ulusalcı- laik) bir kamptan, daha kalabalık olan bir diğerine (liberal- islamcı- muhafazakar) taşınma çabası olarak izleniyor. Bu çabanın ise sorunlu iki yönü var:
Birincisi, taşınılmaya çalışılan 'muhafazakar' kampın sahipleri tüm haşmetiyle zaten orada duruyor. Bu kampın sakinleri, aslı varken tarihsel olarak güvenmedikleri taklidine itimat etmiyor.
İkinci ve daha büyük problem, CHP'yi taşımaya çalıştıkları (neo)liberal - islamcı muhafazakar kampın kendi sorunları da orta yerde duruyor. Üstelik bu sorunlar öyle az buz değil. İşte parti yönetimi ile parti tabanı arasındaki zihni kırılmanın ana fay hatlarından biri burada oluşmuş durumda. CHP yönetimi ise, bu sorunlara kulak tıkayamayan kendi tabanıyla inatlaşma yolunu seçmiş görünüyor.
Türkiye'de onlarca yıldır uygulanan neoliberal ekonomik politikaların ve toplumu kutuplaştıran kimlik siyasetinin yarattığı çöküş ortadayken; yönetimin flört ettiği bazı kimselerin modern dünyayla ilişkisi ve cumhuriyetin temel değerlerine olan bağlılığı en iyi ihtimalle 'şüpheli' iken bu ısrarın sorgulanması gerekiyor.
Bu bağlamda, Sayın Kılıçdaroğlu ve MYK'sı, CHP'yi yönetmeye devam etmek istiyorlarsa, kendi pozisyonlarını yeniden değerlendirmeleri gerekiyor. Parti tabanı değişime, ilerlemeye direnmiyor. Parti yönetiminin, değişim adı altında yönelinen neoliberal- islamcı- muhafazakar kampın ilke ve felsefelerini kabul etmesine direniyor. Toplumun ne kadarını temsil ettiği bile belli olmayan değişik kesimlere 'yaslanmak' adına cumhuriyetle, cumhuriyeti kuran bağımsızlıkçı, ilerici, devrimci iradeyle gemilerin yakılmasına direniyor.
İşin doğrusu daha kalabalık kampa taşınıp doğrusuyla yanlışıyla tek bir kampta konumlanmak değil, kamplaşmayı dağıtmak ve siyaseti temel çelişkileri çözecek bir aksa oturtmak gerekiyor. Kamplaşmayı dağıtmanın yolu İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun tabiriyle, etnik kimlik, mezhep temelli, 'acıları ortaklaştıracak her türlü' siyaseti yapmak değil, her konuda tarihin doğru tarafında durmaktan geçer.
Partinin bir kanadı din meselesini çekiştirirken diğer kısmı Kürt sorununun yanlış tarafında duruyor diye Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığına, ulus bilincin çimentosu laikliğe ve tarikat yapılanmalarına ilişkin haklı endişelerine kulak tıkanabilir mi? Ya da Türkiyeyi çöküşe götüren bir ekonomik programın kölesi olduğu için 'liberallerin' insan hakları, özgürlük ve demokrasiye yönelik haklı endişelerine kulak tıkanabilir mi? Bunlar zaten insanlığın ortak değerleri. Aynı şekilde kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan seçmenlerin üniter yapıyla ilgili haklı endişelerini görmezden, duymazdan gelebilir miyiz?
Kürt sorunu olarak tanımlayabileceğimiz sorunun çözümünde içeride farklı görüşler olabilir. CHP içerisinde de böyle olduğu biliniyor. Sınırlarımız içerisinde takındığımız tavır ne olursa olsun, kurulması için ABD tarafından büyük bir mücadele verilen plastik devletin kime, neye hizmet edeceği sorusunu soramayacak mıyız? (İlgili olarak: YPG'nin sevgilisi, Ortadoğu halklarının başının belası, Başkan Bush döneminden beri ABD'nin Orta Doğu Koordinatörü olup Trump Suriye'den çekilmeye karar verince istifa eden Brett McGurk, çiçeği burnunda Başkan Biden tarafından aynı göreve tekrar atandı. YPG ile ilgili yeni baş ağrılarına hazır olalım. )
Kamplaşma siyasetinin bir parçası olmak, yukarıda sadece birkaç tanesine değindiğim, Türkiye'nin önünü tıkayan sorunların tamamına çözüm üretmeyi imkansız kılıyor.
CHP'nin, Türkiye'nin bağımsızlık temelli, fakat yeri geldiğinde pragmatik olabilen kurucu iradesinin yol göstericiliğinde, günümüzün şartlarının ve Türkiye sosyolojisinin dikkate alındığı, her konuda her görüşün katılımına açık, kalıplaşmış kutupların dışına çıkabilen, bağımsızlık merkezli yeni bir siyaset okumasına ihtiyacı var. Sesi en çok çıkanın yoluna gidilen, bu uğurda bazen modern olan her şeyin düşmanı olan hacı hocaların, bazen kafayı cumhuriyetle bozmuş meczupların, bazen ayrılıkçıların, bazen mandacıların peşinde sürüklenen bir politikaya değil.
Moda siyaset diliyle muhafazakarların, Kürtlerin, Türklerin, alevilerin, sünnilerin, laiklerin, ulusalcıların, liberallerin... üzerinde uzlaştığı, hayatlarını sürekli olarak etkileyen tek bir konu var: ekonomi. Esas muhafazakar olan Sayın Kılıçdaroğlu'nun şikayet ettiği gibi CHP seçmeni değil, onyıllardır yoksul bırakılan kitlelere hala aynı eski namaz, niyaz hikayeleriyle, alevi-sünni-kürt-türk uzlaşmalarıyla ulaşmaya çalışan siyasi akıl(sızlık)dır.
Sayın Kılıçdaroğlu, zihni bu kuşatmayı yarıp, partiyi kapatmak isteyen kadroların oluşturduğu bu anlayıştaki MYK ile partiyi iktidara taşıyabileceğine hala inanıyor mu gerçekten? Sanırım CHP'nin ve Türkiye'nin nasıl bir siyasi aksa oturacağı, bu soruların yanıtıyla şekillenecek.
Bizim ise durduğumuz yer bellidir: Bu yapay kampları besleyen, mikro milliyetçilik soslu kimlik siyasetinin yerine zenginler ve yoksulların oluşturduğu gerçek kampı görünür kılmak. 'Kalabalık', üstelik haklı olanların kampını arıyorsanız en büyüğü burada.