Taner Talaş, Adana’ya karşı tarihi bir sorumluluğu yerine getirdi.
Eser Artık Adanalıya Emanet…
Eğer Eflatun (Platon) yazmasaydı, insanlık, Sokrates gibi bir öğretmeni tanımıyor olacaktı. Sokrates, felsefeyi sözlü bir pratik olarak benimsemişti. Eflatun öğretmeninin görüşlerini yazarak, onu dünyaya armağan etti. Yazılmasaydı o engin görüşler sonsuzlukta yok olacaktı.
İNSANLAR NEDEN YAZARLAR?
İnsanlar neden yazarlar?
Bence bu sorunun, yazar sayısı kadar cevabı vardır.
Mesela George Orwell’e göre yazmak, önce “katıksız bir egoizm”den kaynaklanır. Diğer nedenler sonra gelir.
Ernest Hemingway yazma isteğini; “Gördüklerimi, hissettiklerimi en basit haliyle kağıda dökmek” olarak ifade eder.
Sait Faik Abasıyanık: “Yazmasaydım, delirecektim” der.
Gustave Flaubert, yazma isteğini biraz farklı açıklamıştır: “Yazarlık bir köpek gibi yaşamak demektir ama yaşamaya değer tek hayat…”
Milan Kundera, yazmayı bir anlamda zorunluluk gibi görmektedir.
William Faulkner, Türk yazarlarının çoğunluğunun yabancısı olduğu bir neden ileri sürer; “Hayatımı kazanmak için…” Eğer ülkemizde yaşasaydı, başka bir yol seçerdi sanıyorum. Ya da yazmaktan çok para kazanırdı… Ama sadece para… Gönüller değil…
Stephan King, mutlu olmak; Balzac Zengin olmak için yazdıklarını söylüyorlardı.
2000’li yıllarda bana da sormuşlardı: “Neden yazıyorsun? Yazarın bir sorumluluğu var mıdır?” diye.
Bu konuda verdiğim yanıt, Papirüs Dergisi, Ardından da Biçem Dergisi’nde yayınlandı.
Şu an elimde metin yok. Ama ana tema şuydu.
“Yazmak yavaş intihardır. Yazmak, bu dünyayı, bütün anlayış ve tutum ve ahlakı ile reddeden yazarın, yaşayabileceği bir dünya kurma çabasıdır. Bu dünyayı bütün yönüyle reddeden yazar, bu dünyanın ölümünü de reddeder. Yazmak, yazarın özgürce ölebileceği bir dünyayı inşa etmesidir. ”
*
YAZMAK GÖREV DEĞİL SORUMLULUKTUR
Ancak, bütün yazar ve sanatçıları üretmeye iten ortak bir duygu vardır: Sorumluluk hissetmek.
Yaşar Kemal birileri görev verdi diye İnce Memed’i yazmadı. Veya Orhan Hançerlioğlu, Onlarca cilt felsefe Ansiklopedisini görevli olduğu için kaleme almadı… Curzio Malaparte, Takiyettin Mengüşoğlu… Hangi yazar aklınıza gelirse gelsin, eğer sorumluluk hissetmeseydi, eline kalemi alamazdı.
Neye karşı sorumluluk? Kimi kendi duygularına, kimi siyasal düzene, kimi bilime kimi de yaşadığı şehir ve insanına…
KİTAPLAR VE ESERLER
Geçen hafta, “www.kucuksaat.com” internet sitesinin editörü Kemal Soner bana bir eser getirdi. Lütfen dikkat edin “kitap” değil “eser” dedim. Neden mi?
Bazı kitaplar vardır, gördüğünüz an kitaptır, ama o kitabın ruhuna nüfuz ettiğinizde onun eser olduğunu anlarsınız.
“Kelile ve Dimne” veya, “Bostan”, “Gülistan” için kim sadece bir kitap diyebilir? Çünkü eser, bir kitabın ulaşacağı en yüksek seviyedir. Bu seviyeyi yazar değil, okuyucu belirler
Yine bazı kitapları ilk gördüğünüzde kitaptır; Ne yaparsanız yapın yine kitap olarak kalır.
Ve bazı kitapları ilk gördüğünüzde kitaptır, inceledikten sonra kitap değeri dahi olmadığını anlarsınız.
Sevgili Kemal, taşımakta bile zorlandığım kitabı verince, bir eser ile karşılaşmış olduğumu fark ettim.
“Adana’dan Portreler Galerisi” bir eserdi.
Bu kitabın bir eser olduğunu söyleme hakkını kendimde görüyorum. Çünkü ömrümün büyük bir bölümünü bu tür çalışmalara adamış bir insanım.
Bir bölgede yaşayan ve o bölgede, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak iz bırakmış insanları belirlemek, araştırmalar yapmak, sağ olanlarla bizzat, ebediyete intikal etmişlerin yakınları ile görüşerek bir eseri ortaya çıkarmanın başlı başına ne denli takdire şayan olduğunu bilirim. .
Ben bu işin biraz daha küçük çaplısını (Adana Ansiklopedisi) yaptığım zaman, giriştiğim için zorluğunu bizzat yaşamıştım. Kimse bana bu görevi vermemişti.
Bir kitap ortaya çıkmıştı (Eser değil) Yüklendiğim sorumluluğun farkında olarak önsözünde açıklama yaptım: “Konu Adana ve Ansiklopedi olunca şüphesiz ki bu çalışma çok eksik olacaktır. Ama inanıyorum, bu çalışma bir kıvılcım olacak ve çok daha gelişmişleri ortaya çıkacaktır...”
Ve çıktı: “Adana’dan Portreler Galerisi.”
Öncelikle Taner Talaş’ı kutluyorum. Özelde Adana genelde Türkiye’ye bir eser kazandırdığı için. Kimsenin şüphesi olmasın bu eser, birçok yönü ile birçok il tarafından örnek alınacaktır. Çünkü bir ihtiyaçtır.
Adana ile ilgili belgeleri incelerken bu tip çalışmalar için defalarca komisyonlar kurulmuş, yazı ve araştırma kurulları oluşturulmuş olduğunu gördüm; Ama bir eser ortaya çıkarılamamıştır. Ortaya çıkarılan her eser, ondan sonra yapılacaklar için çok değerli basamaklardır. ,
BU ÇALIŞMAYA GEREK VAR MIYDI?
Eski Avusturya İmparatorluğu, şifa verici bitkiler konusunda hassas idi. Toroslarda endemik bitkilerin bolluğunu duyar. Şönbrun Sarayı Bitki bahçesi sorumlusu Dr. Koçi’yi Torosların güneyinde araştırma yapmak üzere gönderir. (Dr. Koçi, 1836, 1853 ve 1859 tarihlerinde olmak üzere üç kere gelir) Bu araştırma esnasında, Krala sunulmak üzere gözlemlerini de yazmıştır. Anı kitabı, Kasım Ener tarafından Türkçeye çevrilmiş 1953 yılında da Bugün gazetesinde dizi halinde yayınlanmıştır.
Bu anılardan o yıllardaki yaşam biçimini öğreniyoruz. Sadece bu mu? Avusturya bu bölgede yetişen bitkileri kendi yurduna götürerek, dünyanın en gelişmiş, ilaç sektörünü kurmuştur.
Endemik bitkiler, bir bölgenin fiziki özelliklerine göre sadece orada yetişen bitkilerdir.
Aydın Gün, ancak bu topraklarda yetişebilirdi. Kadir Has, Nuri Çomu, Özdemir Sabancı, Kani Karaca, Ali Sevim sadece ve sadece bu topraklarda yetişen iş insanlarıdır.
Osmaniye Ovası’nda film çekilmektedir. Yönetmenler malzeme sıkıntısı çekerler. Bölgeyi çok iyi bilen Keskiner Kardeşler (Abdurrahman ve Arif) yönetmenlerin istediği malzemeyi yerin dibinden bulup getiriyorlardı. Osmaniye ilçesinde malzeme kıtlığı, bu değerli insanları sinema sektörüne kazandırmıştır.
Bu coğrafyanın özel koşulları kendine özgü insanların yetişmesine neden olmuştur.
Bundan yaklaşık iki yüz yıl önce Avusturyalılar, özel olarak bu bölgede yetişen bitkilere ilgi duyarken, bizlerin bu bölgede yetişmiş özel insanlara ilgisiz kalmamız adaletli olmazdı. .
Biz sadece bu bu bölgede yetişen kendine özgü insanlara ilgi duymak için gecikmedik mi?
Avusturyalıların, bitkilere değer verdiği kadar bu insanlara değer vermek çok muydu?
Bana göre bu bir eksiklikti ve bu eksikliği tamamladığı için Taner Talaş’a teşekkür borçluyuz.
KENDİ İDEALİNİN PEŞİNDE
Reşat Ekrem Koçu kendine bir ideal edinmiş ve onun peşine düşmüştü: İstanbul Ansiklopedisi hazırlamak…
Bu ansiklopedi Koçu’nun kendi içine yaptığı bir yolculuktu. 1944 yılında çalışmaya başladı. Ancak girdikten sonra bu yolun ne denli dikenlerle dolu olduğunu anladı. Ama yılmadı. İlke ve disiplininden ödün vermedi. Kaynakları taradı, maddeleri tasnif etti, gerekliyi gereksizden ayırdı ve bu çalışmaları 1973 yılına kadar sürdürdü.
1975 yılında vefat edince geriye (G) harfinde kalmış muazzam bir eser bıraktı.
Şimdi Kadir Has Üniversitesi o çalışmayı tamamlamaktadır.
Taner Talaş’ın bu konularda fikri altyapısı yanlış bilmiyorsam 7 - 8 yıla dayanır. O zaman daha genel bir ansiklopedi düşünüyordu. Çalışmanın büyüklüğü ortaya çıkınca önce portrelerden başlamaya karar verdi. İyi de etti.
Dört yıla yakındır bilgi, belge ve kaynak topladı. Ve bu erişilmez eser ortaya çıktı.
Belli ki, Sayın Talaş’a göre bu çalışma yeni başlamıştır. Devamı aynı ölçüt ve değerlerde olacaktır. Bunu “1. Cilt” demesinden anlıyoruz.
TAKDİRİ HAK EDENLER
Kitabın hazırlanmasında emeği geçen arkadaşlarımız var.
Esere danışmanlık yapan Ahmet Karataş. Ona “Günümüzün Feneri” diyorum. Ali Rıza Yalkın ve Kasım Ener’den sonra Adana’nın karanlıkta kalmış tarihini aydınlatan bir fener.
Ve Cevher Süzen; Yaşamım boyu çizgi, renk ve sembollere bu denli derin anlam yükleyen başka bir grafiker tanımadım. Zannedersem Cevher Süzen’in bir şey anlatması için yazı ve sözlere ihtiyacı yoktur.
Hakan Çapkan beyefendiyi tanımıyorum, bağışlasın. Ama onun hakkında duyduklarım ve eserin kusursuzluğu bir fikrimin oluşmasına neden oldu.
Ve Kemal Soner… Kemal için ne diyeyim? Hangi şairin söylediğini hatırlamıyorum. “Hep yağmura şiir yazdılar, oysa marifet buluttaydı…” Program arkadaşlarımın da “Dış Ses” dediği Kemal Soner için başka söze gerek duymuyorum.
Erol Saylan arkadaşımızın da katkıları olduğunu duydum.
İşte bu muhteşem eser, bu birbirinden yetenekli insanların ortak ürünü. Sadece bu değerli insanları bir araya getirmiş olmak bile Taner Talaş’ın titizliğini gösterir.
ESER ARTIK ADANALIYA EMANET
Taner Talaş bu eseri neden yazdı? Bilmiyorum. Bunun cevabı kendi ruhundadır.
Ama Taner Talaş, Adana’ya, yaşadığı şehir ve insanına karşı tarihi bir sorumluluğu yerine getirdi.
Tek kelime ile kutluyorum.
Edebiyat alanından 21, Bilim alanından 20, Sinema’dan 59, Sanat çevresinden 55, İş dünyasından 20, Siyasetten 36- Basından 14, Kamudan 11, spordan ise 28 olmak üzere 264 değerli insanın yer aldığı eser artık Adanalınındır.
Adanalı, kendine yakışanı yaparak bu esere sahip çıkacaktır.
İnanıyorum…