Sürgün yerleri olan Sinop,Çorum, Bilecik ve Ankara da üst seviyede itibar görmüştür.
Taner Talaş
YURT DIŞINA ÇIKIYOR
İngiliz Büyükelçiliğinde akşamın sıcağı, müracaat etmiş olanlarla birlikte gelenleri bir depoya dolduruyorlar. Epiküryen bir karakter olan Tefik bey’in aklında temiz bir çarşaf, rakı, beyaz peynir gibi şeyler geçiyor. Bu ruh hali ile orada maraza çıkarıyor, sert bir şekilde:
"Siz burada bekleyeceksiniz, daha size ne yapacağımıza karar vereceğiz" diyorlar. 1922 yılının Haziran ayı. Refik Halid bu muameleyi görünce gece, sefarethaneden çıkmak istiyor. İngilizlerden korkması boşuna değilmiş, kime ne zaman kötülük yapacakları hiç belli değil. Oradan çıkıyor, bir arkadaşının yanına gidiyor, temiz çarşaflı oda ayarladıktan sonra, Beyoğlu'na gidip, rakı ve beyaz peynir olan masasına oturuyor. Arkadaşına: "Beni öldürecekler" diyor.
Sabah Fransız Elçiliği'ne gidiyor, çok muhteşem karşılanıyor: "Refik Halid Bey gelmiş" diyerek kendisini ağırlıyorlar. Fransızların organizesi ile Piyer Loti Vapuru'na biniyor ve Lübnan'a gidiyor. Sene 1922.
150'LİKLER KONUSU
Daha sonra 150'likler listesine girdi. 150'likler listesinde böyle abartılacak kadar dramatik bir durum yok. 150'likler listesi 1924'te hazırlanıyor. Refik Halit, 1922'de eşi ve çoğuyla birlikte Lübnan'a gitmiş, Lübnan'dan Halep'e geçmiş, işte o arada liste yayınlanıyor. 1927 yılında da vatandaşlıktan çıkarılıyor. Lübnan'da konforsuzluğu görünce Halep'e gitmiş.
150'likler kimler? 150'likler meselesi, Lozan'da konuşulan bir konudur. 150 olmasının nedenini de tarih felsefecileri şöyle açıklar;
Malta'ya sürgüne gönderilen 150 kişiye yapılan haksızlığa nazire olsun diye belirlenmiş bir rakamdır. Mustafa Kemal'in şöyle bir arzusu vardı:
Bu ülkeden bazı kimseleri göndermek istiyorum.
150 kişinin ülkeden gönderilme şartı kabul edildi ama bir şart vardı: Aralarında, Hristiyan, Musevi, Rum, Ermeni gibi azınlıklardan kimse olmayacak. İlginç bir şekilde 150'likler listesi çıkıyor, 60 kişi tespit ediliyor. Kalan 90 kişi zaten ülkeyi terk etmiş. Bu 150'liklerin 96'sı Çerkez, zaten çoğu gitmiş. Refik Halid 150'likler içinde ve 1922'de ülkeden çıkmış, vatandaşlıktan 1927'de çıkarılıyor.
Refik Halid’in biyografisini yazanlar diyorlar ki, "150'liklerle beraber yurt dışına sürgüne gönderildi." Öyle bir şey yok. Liste yayınlandığında zaten yurt dışındaydı. Refik Halid hakkındaki laubalilik burada da karşımıza çıkıyor.
LÜBNAN YOLUNDA EVLİLİK
Refik Halid’in çizgi dışı bir yaşantısı var. Kadınlar, yaşamında ve eserlerinde çok önemli bir yer tutar. Bir defasında "Konuştuğum toplumda kadın yoksa konuşamam" diyor.
Eşi Nihal Hanım anlatıyor. "1927 yılında Refik Halit'e hayran olan bir adam var, Sait Bey, Jön Türkler'den. Destek olmak için o da vapura biniyor kızı ile birlikte. Refik Halid adama: "Ben sizin kızınızla evlenmek istiyorum" diyor. Nihal Hanım 15 yaşında. Kendisi kırka yaklaşmış. Sait Bey jön bir adam, sinirleniyor:
Sen kimsin ya! Vermem!
Refik Halid diyor ki:
Senin kızın da bana aşık. Sonuçta Nihal Hanım bohçasını alıp Refik Halid ile kaçıyor. Adam kırk yaşında, Nihal Hanım on beş; arada yirmi beş yaş fark var. Lübnan'da daha o yıllarda yürürlükteki hukuk kurallarına göre, "Nikah kıyamayız" diyorlar. Çünkü kızın yaşı uygun değil. Araya dönemin devlette söz sahibi olan kimseleri giriyor ve nikah kıyıyorlar.
Başka bir cihetten bakacak olursak, 1927 yılında Nihal Hanım 15 yaşında İstanbul'dan nasıl geliyor, gemiye biniyor ve soluğu Lübnan'da alıyor. Baba Sait bey'de 150'liklerden Ankara eski Milletvekili, okumuş-yazmış bir adam. Nihal Hanım da okumuş yazmış aklı başında bir kadın. Refik Halid’e aşık oluyor ondan, Uğur adında bir çocukları var. Refik Halid, Nihal Hanım'dan çok etkilenmiştir. Bir çok alanda Refik Halid’i etkilemiş, mesela İstanbul'a geri geldiğinde onun siyasete girmesini engelleyerek yön vermiş diyebiliriz.
O dönemin koşullarında meşruiyet var. Reşat Nuri Güntekin üniversitede hocadır, ama bir öğrencisiyle evlenmiştir. Mehmet Rauf, hepiniz bilirsiniz Türk edebiyatının ilk aşk romanı olan Eylül'ün yazarıdır. Aralarında otuz yaş fark olan bir kızla evleniyor, daha sonra bu hanımı hastalanan Mehmet Rauf'a ömür boyu bakıyor.
Kişi olarak bu davranış biçiminin doğru olduğunu söylemiyorum. Sadece durum tespiti yapıyorum;
Demek o zamanlar teamül böyleymiş. Bu gün bu davranış, bu günün psikolojisine, anatomisine, ahlakına ve hukukuna terstir. O çağ öyleymiş.
Konumuz 150'liklerdi:
Bu liste ortaya çıktığında bence lisan-ı hal ile "Gidin..." denmiş, prensipli olmak, titiz olmak güzel bir şey ama şimdi sürülenleri söyleyeyim:
TBMM'nin gizli oturumunda onaylanan liste başlıkları şöyleydi:
Vahdettin'in Mahiyeti; 8 kişi, Kuvve-i İnzibatiye'ye dahil Kabine üyeleri 6 kişi, Sevr Anlaşmasını İmzalayan ; 3 kişi,
Kuvve-i İnzibatiye'ye Dahil Olanlar; 7 Kişi, Mülkiye ve Askeriye Mensupları; 32 kişi, Çerkez Ethem Bey ve Yandaşları; 9 kişi, Çerkez Kongresi Üyeleri; 18 Kişi, polisler 13 kişi, gazeteciler 13 kişi, diğer şahıslar 41 kişi;
Bu isimler tek tek belli, yayınlanmıştır.
'Çerkez Ethem ve Taifesi' baktığımız zaman bu başlık altında listelenenlerden hiç kimse ülkede değil. Zaten hepsi gitmişler. Mütareke basınına mensup olanların bir kısmı, padişahın yaverleri, Damat Ferit Paşa'nın yaverleri ve şürekası bunlar sürülmüş. Sonuç itibarı ile sürgünde gemiye bindirilen kırk kişi var. Karar 1924 yılında alınıyor ve vatandaşlıktan çıkarılmaları da 1927'dir. Bizim burada bir işgüzar yazıyor; Refik Halid vatandaşlıktan çıkarıldı, onu Suriye'den de sürün! Ama Suriye Devlet Başkanı Refik Halid’in evine gidip, "Üstadımız bir emriniz var mı?" diyor. Bir apartman dairesi tahsis edilmiş. Yokluk vardı ama Refik Halid kalemiyle para kazanan bir adam. Orada hep muazzam bir ilgi görmüştür. Hep el üzerinde tutulmuştur. Sinop'ta markadır, Çorum'da Bilecik'te kraldır, kaymakam, yüzbaşı gizlice evine gelir, 'Bu gün yazınızı okuduk" derler. Bilecik'ten Ankara’ya sürgüne giderken Vali uğurlar.
İlginç bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim;
Kendisi sürgündeyken, İstanbul matbuatında makaleleri yayınlanmaktadır. Akşam Gazetesi'nde, Sabah Gazetesi'nde yazıları takır takır basılır, problem yoktur ve oradan para gelir.
Yurt dışı olarak Lübnan'a gidişinin nedeni de şuydu: Fransız Sefarethanesinde kendisine; "Seni Lübnan üzerinden Fransa'ya götürelim. Önce Lübnan orada Fransa..." Fransızca yazıyor, Muazzam Fransızcası var. Tercüme yapacak şekilde Fransızca'ya hakimdi. O günün Türkiye'sinde olağanüstü bir adam, Avrupa'yı da biliyor, Fransızca'yı da biliyor. O günün şartlarında batıcıydı.
Halide Edip'in o günün şartlarında yazdığı şöyle bir makale var:
"Bu Amerika ile aramızda on bin kilometre var, altı bin kilometresi okyanus, bunlar oradan buraya ikide bir gelip bizi dövemezler biz oraya bağlanalım."