Taliban

Hacı Hüseyin Kılınç

Taliban şeriatın en katı yorumlarından birisine sahip bir hareket. 19.yüzyılın ortalarından itibaren sömürgecilik karşıtı bir hareket olarak yeniden tahayyül edilen İslamiyet ümmeti referans alan bir siyasal ideoloji olmasına karşılık içinde bulunduğu yerelliğinde derin izlerini taşıyordu. Bulunduğu coğrafyaya göre kabilecilik, aşiretçilik ve milliyetçilikler İslamla değişik simbiyozlar oluşturuyordu. Bir önceki yazıda vurguladığımız gibi Rus ve Britanya yayılmacılığı arasında sıkışan Afganlar açısından İslam bağımsızlık mücadelesinin en önemli katalizörüydü. Ama bu İslam günümüzün Taliban yorumundan çok farklıydı. Antik uygarlıkların, büyük imparatorlukların mirasını devralan İslam yayıldığı coğrafyalarda tikellikleri, yerellikleri aşan bir tasavvur sunuyordu müntesiplerine. Kabile ve aşiret asabiyelerini kendi özgün sentezi içerisinde yeniden yoğuruyordu. Ortaya çıkan bileşim ise hoşgörüye, çoğulluğa, farklılıklara kapalı değildi. 

Coğrafyasının da önüne diktiği yapısal sınırlamalar nedeniyle Afganlardan bir ulus yaratabilmek çok zordu. Ülke değişik inançları, kabileleri ve aşiretleri bünyesinde barındırıyordu. Tacikler, Özbekler, Peştunlar, Hazariler gibi onlarca farklı inanç ve kabile bir arada yaşıyordu. Bütün bu farklılıkların içerisinden merkeziyetçi ve tek kimliğe dayalı bir ulus çıkartabilmek mümkün değildi. Aşiretler kendi aralarında konfederasyonlar oluşturuyor, her inanç bulunduğu coğrafyanın derin izlerini üzerinde barındırıyordu. 

Amerikanın Sovyetleri çevrelemek için oluşturduğu yeşil kuşak projesine kadar İslam'da Taliban örneğinde rastlandığı gibi katı, bağnaz ve fanatik bir içeriğe sahip değildi. Orta Asya'nın ve Pers kültürünün etkisi altında kalan bu topraklarda İslam'ın Sufi yorumu egemendi. Sufi tarikatlar İslam'ın basit ve sıradan bir yorumuna sahiplerdi. İnananların gündelik sorunlarına basit ve kolay cevaplar veriyordu. Bilgiyle, entelektüaliteyle,  otoriteyle, hukukla ve mollalarla bağdaşmıyordu. Günlük ibadetleri yerine getirmek, müzik, bir tür ibadet kabul edilen ve kişiyi transa sürükleyen dans sufi tarikatların pratikleri arasındaydı. Bu nedenlerle Nakşibendilik ve Kaderilik iki büyük sufi damarıydı. Yeşil kuşak projesine kadar İslamiyet Afganlar arasındaki kabile ve aşiret bağlarının üzerine çıkabilen tek çizgiyi oluşturuyordu ve görece hoşgörüyü temsil ediyordu. 

İran'ın 1979 yılında 20.yüzyılın tanık olduğu en büyük devrimlerden biriyle Batı sisteminin dışına çıkması ve aynı tarihlerde yine Afganistan'ın Sovyet işgaliyle Batı'nın egemenlik alanından uzaklaşması ABD emperyalizmini büyük bir paniğe sürüklemişti. Soğuk savaşın sonuç alıcı son düzlüğüne girildiği sırada ABD Sovyet düzenini kuşatmak için din kartına sarıldı. Doğuda İran’ın önünü kesmek için İslamın en bağnaz yorumuna sahip Suudi , Batı'da ise Polonya merkez olmak üzere Katolikliğe yol verildi. Suudilerin elinde birikmiş olan petrodolarlar bu amaçlar için seferber edildi. Polonya'da ise Katoliklik  dayanışma sendikasının ideolojisi haline gelirken Polonyalı birisi Papa seçildi. ABD bu tercihin maliyetini sonradan anladı ise de projenin müellifi  Polonya kökenli  Zbigniew Brzezinski'ye göre olan ' Sovyet düzeninin çökmesi hesap edildiğinde dünya tarihi açısından sadece bir teferruat ' teşkil edecekti. Tam da akla Hegel'i getiren bir açıklama tarzı. 

ABD yeşil kuşak projesi için Afganistan'ı adeta bir cihatçı otobanı haline getirmişti. Afganistan üzerinde kurulduğu günden bu yana hegemonik ağırlığını eksik etmeyen Pakistan'da da bir askeri darbe gerçekleşmiş ilerici , reformist Zülfikar Ali Butto öldürülerek yerine içeride tıpkı Kenan Evren gibi dinciliğin önünü açan General Ziya ül Hak gelmişti. İslamcılığın katı, bağnaz yorumunun önündeki tüm engeller kaldırılmıştı. Selefi Vahabilik Suudilerin ideolojik,  lojistik desteği, CIA ve Pakistan Gizli Servisi ISI'nın istihbarat yardımlarıyla Afganistan'ı muhasara altına almıştı. Dünyanın her yanından cihat uğruna yola çıkanlar Pakistan'daki kamplarda eğitimden geçirildikten sonra Mücahit sıfatıyla Sovyetlere karşı savaşmak üzere Afgan dağlarına doğru yol alıyordu.  

Bütün otoriteler Taliban'dan önce Afganistan'da dinsel fundamentalizmin gelişmediğini söylerler. Mısır'da Hasan El Benna tarafından kurulan, Pakistan'da ise aynı çizgiyi Mevdudi'nin temsil ettiği İhvancılık dahi böylesi bir aşırılıkçılığa sahip değildir. İhvan'da asrı saadete özeniyor, onu esas alıyor ve toplum modelini ona benzetmeye çalışıyordu. Sömürgeciliğe karşı, ancak Batı fikriyatından etkilenmiş elitleri kendisine düşman olarak görüyordu. İhvan'da tıpkı Vahabilik  gibi enternasyonal bir örgütlenmeye dayanıyordu. En önemli temsilcileri Pakistan'da Cemaati İslami, Afganistan da ise Erdoğan'ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken konferans için İstanbul' a davet ettiği Hizbi İslami'nin başındaki Gülbeddin Hikmetyar'dı. Ama Taliban her ikisine de benzemeyecekti ne Suudi Vahabiliğine nede Mısır İhvancılığına. 
Taliban Afgan nüfusunun %40'ını oluşturan Peştunlar arasında tutunacak ve bu kabilenin asabiyesini işgal altındaki bir coğrafyada İslamın belki de en aşırı yorumuyla birlikte üretecekti.