İyonya’da izonomi yani hükmetmeme hakim iken Atina sınıflaşma yolunda ilerleme sağlamış bir toplumdu. Felsefenin Atina’da ortaya çıktığı bilinir. Karatani bunun böyle olmadığını felsefenin ilk doğduğu yerin İyonya olduğunu iddia eder. Felsefe tarihi İyonya’yı doğa felsefesi ile özdeşleştirir ve maddeciliğini primitif bulur. İyonya materyalizmi her şeyin yani Varlığın maddeden ibaret olduğunu söyler. Thales’de bu sudur. Varolan herşey sudan zuhur etmiştir. Herakleitos bunun ateş olduğunu söylemiştir. Anaksimandros ise ateş, su, hava ve toprağı ilave etmiştir. Ateş su ile hava toprak ile eşleşmekte ve birbirini doğurmaktadır. İyonya materyalizmi salt gözleme dayanmıyordu. Sadece doğanın gözlemlenmesinden ibaret değildi.
Her şeyi madde ile açıklamak Tanrılara karşı alınmış bir tavırdı. Atina idealizmine göre her şeyin kaynağında Tanrılar vardı. İnsan biçimli Tanrılarında üzerinde daha soyut Tanrılar yer alıyordu. Duyular dünyası hem aldatıcı hem de gelip geçiciydi. Asıl kalıcı olan aklın ürettiği idealar ve Tanrılardı. Platon’a göre düşünmek olgular üzerine değil ancak aklın ürettiği idealar yani kavramlarla mümkündü. Karatani’ye göre İyonya materyalizmi belirli şartların doğurduğu bir oluşumdu. İyonya yerliler tarafından değil dışardan gelenler tarafından kurulmuştu. Dışarıdan gelenler ya çiftçilik ya ticaret ya da zanaatla uğraşıyordu. İyonya’da bağımsız bireyler biraraya gelmişlerdi. Bu nedenlerle kölelik yoktu ve dışarıdan gelenler yurttaşlık haklarından yoksun değillerdi.
Köleliğin olmaması, yurttaşlığın herkese açık olması ve pazarın kısıtlanmaması izonomiyi yani hükmetme ilişkilerinin olmadığı bir varoluşu mümkün kılıyordu. Polise giriş ve çıkışlar serbest olduğundan kabile aidiyetlerinin bir anlamı ve bağlayıcılığı yoktu. Atina’da yurttaşlık güçlü bir kabileye mensubiyeti gerektiriyordu. Halbuki İyonya’ya dışarıdan gelmiş, kabile bağlarını terk etmiş ve özgür bireye dönüşmüş olanların yaşadığı bir yerdi. Kölelik bir efendiye tabiiyet demekti. Köle birisinin ya sahibi değişirdi ya da azat edilebilirdi, ancak yurttaşlığa yükselebilmesi imkansızdı. İyonya’da özgür birey köle olmaya başladığını anladığı anda bulunduğu yeri terk etme hakkına sahipti.
İyonya’da köleliğin yokluğu canlı bir hayatı beraberinde getirmişti. Ticari açıdan zengin bir bölgeye dönüşmüştü. Mallar değiş tokuş ediliyor ve ticaret gelişiyordu. Pazarı kontrol edecek idari bir sınıfta yoktu. Sparta’da bir tür devlet sosyalizmi hakimken Atina’da sınıfların olduğu liberal bir ekonomi hüküm sürüyordu. Atina kabile federasyonları Doğu’da olduğu gibi despotluğu bir türlü sürekli hale getiremiyordu. Platon ve Aristoteles’in anlattığı gibi rejimler sürekli değişiyordu. Krallıktan Tiranlığa, Aristokrasiden Oligarşiye, Yurttaşlıktan/ Demokrasiye doğru sürekli geçişler vardı. Neticede her türlü -kraksi bir egemenlik rejimi demekti. Çoğunluğun hükümranlığı demek olan Demokrasi’de bir egemenlik biçimiydi. Çoğunluğun kuralsız hükümranlığı anlamına geliyordu. Azınlık olan Aristokratlar üzerinde kurulan ve çoğunluğun despotluğuna dayalı bir rejim. Üstelik köleleri, yabancıları ve kadınları ikinci sınıf sayıyor. Söz sanatı ve demagojide ustalaşmış demagogları ön plana çıkartıyordu.
İyonya ile Atina demokrasisi arasındaki zıtlık hemen fark ediliyor. İyonyalı bir filozof üretimin doğrudan içimdedir ve boş zamanı köle emeği üzerinde yükselmez. O maddi hayatın bir parçasıdır. Felsefede sadece doğa felsefesi olarak sınırlanmamıştır. Çok canlı bir etik ve siyasal hayat vardır. Maddeci dünya görüşü salt doğa düzeyiyle sınırlı kalmaz ve bütün bir hayatı içine alır. Herakleitos sadece ateşi ilk madde olarak ileri sürmemiş ve akış-oluş üzerine tefekkür yapmamış yaşadığı Efes Polisi’nin hayatına da aktif olarak katılmıştır. İyonya’da özel alan kamusal alan ayrımı da yoktur. Bu ayrım Atina’ya mahsustur. Yurttaşlığın ölçüsü kamusal alana karışımı şart koştuğundan Atina yurttaşlığı Agora ile sınırlanmıştır. Bunun için gerekli olansa retorikte ustalaşmak ve iyi demagoji yapmaktır.
Sokrates zannedildiği gibi kamusal alanı değil özel alanı sorunsallaştırmıştı. Sokrates savaşlara katılmış ve üstelik üstün başarılar göstermiş bir asker olmakla birlikte onun için felsefe her yerde yapılan bir etkinlikti. Münhasıran yurttaşlığın ölçüsü sayılan Agora ile sınırlanmamıştı. Atina’yı huzursuz etmesinin nedeni bu ayrımları çiğnemiş olmasıyla ilgilidir. Sokaklar, pazar yerleri kısaca her yer Sokrates için felsefenin mekanı olabilirdi. Bunun için agoraya gitmeye, afili laflar etmeye lüzum yoktu. Felsefe yapmak için çok bilgili olmakta gerekli değildi. Sokrates diyalogları ile muhatabına bilmediği bir şeyi bilmiş gibi konuşturabilirdi. Felsefe bir doğurma, dünyaya getirme etkinliğiydi. Zaten kendisini içinde bilmediği, tanımadığı ve hükmedemediği bir daemon’un yönettiğini söylüyordu. O Atina Tanrılara değil içindeki Daemon’a inanıyordu. Atinalılar onu kendi Tanrılarına inanmamakla suçlarken haklıydılar.
İyonyalılar ise her şeyin madde olduğuna inandıklarından Tanrılarla işleri yoktu. Doğa filozofları için dünya ilk madde dedikleri arkhe’den ibaretti. Bu bakış primitiflikten uzaktı. İlk madde sürekli dönüşerek varlığı meydana getiriyordu. Doğadaki her şey insanda dahil maddenin eseriydi. Dolayısıyla Tanrılar dünyadan uzaklaşmıştı. Alan Bodıou ‘Alman Felsefesi Üzerine Bir Diyalog’ da Jean Lucy Nancy’e felsefenin Tanrıların çekip gitmişliğini telafi etmek için doğduğunu söyler. Ancak Bodıou doğum yerinin Antik Yunan olduğunu bildirmekle birlikte neresi olduğuna dair birşey söylememişti. Karatani kendinden emin biçimde bu yerin İyonya olduğunu söyler. İyonya yani Anadolu yani Ege.