Suriye’de arap alevi katliamı (4)

Hacı Hüseyin Kılınç

1946 yılında Suriye bağımsızlığına kavuştu. Fransız sömürge idaresi geriye sorunlu bir miras bırakmıştı. Etnik, mezhepsel fay hatları keskinleşmişti. Bağımsızlık sonrasında Humustaki askeri akademiye alınan öğrenci sayısı her yıl artıyordu. Artan liseleşme oranı ile toplumun yoksul kesimlerinin askerlik mesleğini gösterdikleri ilgi bunun en önemli nedeniydi. Lise sayısı sınırlı iken, ancak toplumun orta ve üst sınıf mensuplarının çocukları lise eğitimi alabiliyordu. Sünni aileler çocuklarını askerlikten uzak tutup ticaret ve esnaflığa yönlendiriyordu. İlgi fazla olmadığından askeri akademiye giriş sınavsızdı. Lise sayısının artması ile birlikte toplumun yoksul kesimleri çocuklarını okutmaya ve girişi sınavsız olduğundan askeri akademiye vermeye başladı. 50’li ve 60’lı yıllarda hem askeri akademiye girişlerin sayısı arttı hem de girenlerin çoğunluğu yoksul çocuklarıydı. Bu durum bir süre sonra ordunun üst kademesi ile alt kademesi arasında etnik ve mezhepsel farklılaşmalar ortaya çıkaracaktı.

Baas partisinin iktidarı 1963 yılında ele geçirmesinden önce ordu içindeki hizipleşmeler Sünniler arasında cereyan ediyordu. Çünkü ordunun üst kademesine hâkimdiler. 1949 yılında ardı ardına üç askeri darbe yaşandı. Bu darbelere liderlik eden subayların hepsi de Sünni’ydi. Ancak ittifak yaptıkları çevreler değişkendi. Suriye ile Mısır arasında birliğin kurulduğu 1954 ile 1958 yılları arasında ordu içindeki hizipleşmeler zirveye çıkacaktı. 1958 yılında Mısır ile Suriye birleşerek tek bir devlet haline geldi ve Birleşik Arap Cumhuriyeti ilan edildi. Bu devletin ömrü sadece üç yıl olacaktı. 28 Eylül 1961 yılında yapılan darbe ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrılmaya karar verdi. Darbeyi yapanların biri hariç tamamı Sünni’ydi, on kişilik komite içinde bir Çerkez ile bir Dürzi vardı. Baas’ın iktidara geldiği 1963 yılına kadar sayısız darbe girişimine tanıklık edilecekti. Darbe girişiminde bulunanlar Sünni’ydi ve iktidarı ele geçiren her hizip ordu yüksek kademesinde büyük tasfiyeler yapıyordu. Bu tasfiyeler en çok alttan gelen subayların önünü açacaktı. Bu subaylar ordunun alt kademelerinde oldukları için hizipleşmelerin ve iktidar mücadelelerinin dışında kalıyorlardı. Yıpranmadıkları, tasfiyelerin dışında kaldıkları için boşalan yerleri hızla dolduruyorlardı.

Baas iktidarını başlatan 1963 darbesi bir koalisyon ürünüydü. Baascı, Nasırcı ve Birlikten yana subaylar ayrılıkçı yani Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden çıkma kararını alan ordu hizbini bir darbe ile devirdiler. İktidarı alan subaylar orduyu yeniden yapılandırmaya ve yakınlarını önemli mevkilere getirmeye başladı. Yakınlığın ölçüsü aynı mezhep, aynı inanç ve aynı aşiretten olmaktı. Baas sivil bir parti olarak kurulmuştu. İdeolojisi Pan Arabist’ti ve yerel kimlikleri aşmak istiyordu. Mezhepçiliği, etnisiteyi ve aşiretçiliği uluslaşmanın önünde engel olarak görüyordu. Bunu tüzüğüne de geçirmişti. Ancak politikaya Baas’ın tüzüğünde yazılanlar hâkim olamayacaktı. Parti bunları aşmak için seferberlik ilan ediyor, ideolojik kampanyalar başlatıyor ve bu tür niyetlerle yapılan üye kayıtlarını ayıklamak için sert mücadelelere giriyorduysa da önüne geçemiyordu. Bunun asıl nedeni askeri komitenin bir süre sonra iktidarı tümüyle eline geçirmesinde yatıyordu. Askeri komite üyelerinin tamamı Suriye’deki azınlık halklardan geliyordu. Bölgesel ve ulusal toplantılarda parti ideolojisine ters düşen ilişkilerin partiye hâkim olmaya başladığının tespit yapılıyorsa da bunun önüne geçecek bir iradeyi ortaya koyulamıyordu.

8 Mart 1963 darbesi ordu içinde büyük tasfiyelerin önünü açtı. Bu tasfiyelerden en fazla Arap Alevileri yararlandı. 1990’lara gelindiğinde ordu üst kademelerindeki subayların tamamının önü bu sıralarda temizlenmişti. Ve bu subaylar bu tarihe gelindiğinde artık ordu yüksek kademesini tümüyle ellerine almışlardı. Selah Cedid Genelkurmay Başkanı, Hafız Esad Hava Kuvvetleri Komutanı, Muhammed Ümran ise Şam yakınlarındaki en önemli askeri birlik olan 70.Tugayın komutanı olmuştu. Bu üç şahsiyet de Arap Alevi’siydi. Çoğu Sünni ve Nasırcı olan bir grup subayın 18 Temmuz 1963’te gerçekleştirdiği darbe bastırıldı. Bu darbe ile orduda kalan Sünni subayların geri kalanı da tasfiye edildi. Darbeciler arasında üst düzey bir Arap Alevi’si subayın bulunması tasfiyecilerin işini kolaylaştıracaktı. Yaptıkları tasfiyelerin mezhepçilikten uzak olduğunu ispatlama imkânı bulmuşlardı. Baas’cı olmayan subayların tamamı ordudan ayıklandığından iktidar mücadelesi artık askeri komitenin içinde veriliyordu. Bu mücadeleye mezhebi, aşiretsel asabiyeler hâkim olmaya başlamıştı. Her klik gücünü azamileştirmeye çalışırken güvenilir olmayı yegâne kıstas haline getiriyor ve bunun ölçüsünü de bu tür ilişkilerde arıyordu. Ordu üst kademesine cuntacılık hâkim olmuştu. Cuntacılar için en önemli şey kendinden olanları kritik pozisyona taşımaktı.

Ordu içinde cuntalar cirit atıyordu. Suriye ordusu içindeki iktidar mücadelelerinde mezhepsel bağlılıklar her şeyin önüne geçmişti. Farklı mezhepler arasındaki güven duygusu zedelenmişti. Kürt subayların tasfiyesi ordu Sünni subayların kontrolündeyken gerçekleşmişti. Sünni subaylar ise Baasın iktidara gelmesiyle birlikte dalgalar halinde ordudan uzaklaştırılmışlardı. Ordu iki inancın kontrolü altına girmişti ve asıl mücadele onlar arasındaydı. Şam’ın güneyinde yaşayan Dürziler ordu içinde ciddi bir ağırlığa sahiptiler. Süveyde gibi şehirlerde nüfusun tamamı Dürziydi. Dürziler Şii rönesansı sırasında ayrı bir mezhep olarak ortaya çıkmışlar, ama tıpkı İran orjinli Bahailikte olduğu gibi giderek ayrı bir din haline gelmişlerdi. Dürziler yaşadıkları yerlerde çoğunluk olsalarda Suriye nüfusu içindeki oranları %5’in altındaydı. 1970 yılında yapacağı bir darbe ile iktidarı tek başına eline alacak olan Hafız Esad 1966 yılında Milli Savunma Bakanı oldu. Bu görev çok kritik bir görevdi. Çünkü ordu içindeki yükselme ve tayinler bakanın onayından geçiyordu. Bakan ayakta kalmayı başardığında orduyu istediği gibi yapılandırabilirdi. Bu sırada Genelkurmay Başkanı ile Savunma Bakanı Arap Alevisi, Devlet Başkanı Sünniydi. Ancak asıl iktidar mücadelesi ordu içinde verildiğinden devlet başkanının rejim üzerinde bir ağırlığı yoktu. Dürzi subaylar başta Hatum olmak üzere gidişattan rahatsızdı. Ordu içindeki Dürzi subayları kışkırtıyor, harekete geçirmeye çalışıyordu. Hatum ordu içindeki tasfiyelere son verilmesi yönündeki taleplerini bir ültimatom ile Esad ve dönemin Başbakanına sundu. Ancak Hatum’un cuntası daha harekete geçmeden fark edilmiş ve gerekli tedbirler alınmıştı. Harekete geçtiğinde yapacağı bir şey kalmamıştı ve canını ülkeyi terk ederek kurtarabildi.

Dürzi subayların tasfiyesi ile birlikte ordu yüksek kademesi Arap Alevisi subayların kontrolüne geçti. İki önde gelen Alevi subaydan Esad Savunma Bakanı Salah Cedid ise Genelkurmay Başkanı’ydı. Cedid ordunun en tepesinde bulunmasına rağmen başında bulunduğu orduya hakim değildi. Esad yıllar içinde kendi hizbini örgütlemişti ve kendine yakın olanları kritik yerlere taşımıştı. İki askerin vizyonları da birbirinden farklıydı. Esat daha pragmatist ve liberaldi. Pan Arabizimden daha fazla etkilenmişti ve Filistin davasına olan bağlılığı daha fazlaydı. Cedid ise Baas’ın sosyalist ideolojisine bağlıydı. Önceliğin toplumsal, sosyalizan bir dönüşüme verilmesini savunuyordu. Daha devletçi, kamulaştırmacı ve özel mülkiyeti sınırlama yanlısıydı. Baas’ın 1970 yılında yapacağı parti kongresinde vaziyetin aleyhine gelişeceğini hisseden Esad Cedid’e yakın tüm subayları kritik yerlerden uzaklaştırdı. Kongredeki hava Cedid’in lehineydi ve kongre tamamlanmış olsaydı Esad tasfiye edilmiş olacaktı. Bugünleri öngören Esad bir karşı darbe ile iktidarı eline aldı. Cedid 1970 yılından öldüğü tarih olan 1993’e kadar cezaevinde tutuldu. Esad bir yıl sonra kendini devlet başkanı ilan etti ve Suriye’nin ilk Arap Alevisi devlet başkanı oldu.

Not: Bu yazı kaleme alınırken Nikoloas van Dam’ın İletişim Yayınları’ndan çıkmış olan ‘Suriye’de İktidar Mücadelesi’ kitabından yararlanıldı.