Suriye’de Arap Alevi Katliamı (2)

Hacı Hüseyin Kılınç

Suriye’de yaşayan Arap Alevi’lerinin 6-7 Mart tarihlerinde yaşadıklarına ilişkin değişik iddialar var. İddiaları bir yana bıraktığımızda ölen ve katledilenlerin büyük çoğunluğunun Arap Alevi’si olduğu bir gerçek. Bölgeden haber geçen yerel gazeteciler ölü sayısını 20 binlere kadar yükseltiyor. Bu abartılı bir rakam olsa bile yaşanılanların büyük bir katliam olduğu hakikati değişmiyor. Suriye iç savaşının başında bu yana verdiği bilgilere en fazla itibar edilen kurum sayılan ve merkezi Londra’da bulunan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) ölü sayısını binler olarak veriyor. SOHR güvenilir bilgilere itibar eden bir kuruluş. Bölgedeki karışıklıklar halen devam ettiğinden kesin rakamlara ulaşmak bir hayli zaman alacak. Kaçırılanlar, yakılanlar ve ölümlerinden haber alınamayanlar hesaba katıldığında katliamın ölçeğini belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Verilen her sayı tahmini olarak kalacak.

Katliamın çıkış nedenine ilişkin farklı iddia ortalıkta dolaşıyor. Suriye’deki rejim ve uluslararası destekçileri olayların ‘rejim artığı’ olarak adlandırdıkları Esat yanlıları tarafından çıkarıldığını ileri sürüyor. Bu iddia sahiplerine göre bölgeye çekilen ve uzun süredir pusuya yatan 'Esat artıkları' rejimin konsolide olmasını, geçiş sürecinin kararlaştırılan plan doğrultusunda ilerlemesini istemedikleri için provokasyonda bulundular. Suriye rejim güçlerinin olaylardaki payı yok denecek kadar az. Bir kez provokasyonlar başlayınca ve bunlar rejim karşıtı bir kalkışmaya dönüşünce de rejim güçleri bunu bastırmak için silah kullanmak zorunda kaldı. Yoksa rejim güçlerinin kendi başlarına hareketleri asla söz konusu değil. Bazı istenmeyen olaylar yaşanmışsa da bunlar resmi güçlerin marifeti olmayıp yeni rejimin hala kontrol altına alamadığı güçlerin ürünüdür bunlarla ilgili de kurulan komisyon gerekli önlemleri alacaktır. Rejim düşmanları Suriye’nin istikrarına karşı olduklarından provokasyonlarla yeni rejimin uluslararası meşruiyetini zedelemek istiyor.

Rejim bu tür açıklamalarla olayları örtbas etmeye, vahim sonuçlar ortaya çıkaran bir katliamı hasıraltı etmek çalışmakta. Rejim kendinin ve devşirdiği çetelerin katliamdaki sorumluluğunu saklama telaşında. Esat rejimi devrildiği günden bu yana Arap Alevileri büyük bir tedirginlik içerisindeydi. Çünkü on yıllarca kendilerini düşman olarak bellemiş olanlar iktidarı ellerine almışlardı. Esat rejiminin tüm günahlarının kendilerine çıkarılacağını tahmin ediyorlardı. Sünni çoğunluğu istismar edenler iç konsolidasyonlarını mezhebi düşmanlıkları körükleyen sağlıyordu. Arap Alevileri uluslararası himayeden de yoksundu. Suriye’de yaşayan diğer etnik ve mezhepsel azınlıkların arkasında ya uluslararası güçler vardı ya da iç savaş sırasında öz savunmaları için silahlanmışlardı. Arap Aleviler rejimle özdeşleştirildiğinden ve uluslararası kamuoyunca bile Esat rejimi çarpık bir biçimde Arap Aleviliğine dayalı bir azınlık rejimi sayıldığından rejimin çöküşü ile birlikte Arap Alevileri her tür güvenceden yoksun kalmışlardı.

Esat rejimi çöktüğünde rejimin askeri aparatı ya ülkeyi terk etmişti kalanlar ise yer altına çekildi. Çöken rejimin askeri ve gizli servis elitlerinin büyük bölümü ülkeyi terk etti. Terk edemeyenler gizlenmek için yer altına çekildi. Ancak Suriye’deki iktidar değişimi o kadar hızlı gerçekleşti ki eski rejim unsurlarının yeraltı direnişi örgütlemeye vakit bile bulamadıkları düşüncesindeyiz. Eski rejim devlet aygıtının çökmesiyle birlikte tamamen yıkıldı. Arkasında duran uluslararası güçler desteklerini çektiklerinde ayakta kalmaya artık mecali kalmamıştı. Esat rejimini destek veren güçler yıkan güçlerle mutabakata varmış bunun neticesinde koruma kalkanını kaldırmışlardı. Rejimin iflası saatlere sığdı. Geride bir direniş örgütlemeye ne motivasyonları ne de zamanları kalmıştı. Dolayısıyla 'rejim artıkları' iddiaları inandırıcılıktan yoksun. Ama yeni rejim sahiplerinin Esat rejimi ile özdeşleştirdikleri Arap Alevilerine olan düşmanlıkları ise bir bedahat.

Peki, bu özdeşleştirme tarihsel hakikatlere ne kadar uygun? Yaygın kanaatlere inanacak olursak Suriye’de bir azınlık mezhep diktatörlüğü vardı. Suriye nüfusunun %11’ine karşılık gelen Arap Alevileri ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymuştu. Ülke ekonomisini kontrol ettikleri gibi siyasal ve askeri nüfuza da sahiptiler. Ülke nüfusunun üçte ikisinden fazlasına sahip Sünni çoğunluk iktidardan t0müyle dışlanmıştı. Bu anlatı tarihi hakikati çarpıttığı gibi Suriye’yi tümüyle kapitalist dünya sisteminin dışına yerleştiriyor. Suriye hem bölge hem de dünya sistemi içindeki konumu itibarıyla önemli bir ülke. Suriye gibi temel sınıfların teşekkül ettiği, uzun dönem manda rejimi altında kalmış ve bir dönem Mısır ile birleşik bir devlet haline gelmiş bir ülkede nüfusun onda birinin geri kalanlar üzerinde diktatörlük kurduğu tam bir çarpıtmaydı.

Ortadoğu siyasetinin yüzeysel bir okumasını yaptığımızda karşımıza çıkan manzara aldatıcıdır. Görünüşe kendimizi kaptırdığımızda olan bitenleri anlayamayız. Ortadoğu siyasetine görünürde etnik, mezhebi, bölgesel ve aşiretsel ilişkiler yön verir. Siyaset kimlikler etrafında dönüyor gibi görünür. Bu aslında emperyalizmin bıraktığı bir mirastır. Emperyalizmin en iyi yaptığı şey böl ve parçalayarak yönet taktiği olduğundan Ortadoğu siyaseti bu mirası üzerinden atamaz. Ne devletler bir ulus/devlete dönüşebilmiştir ne de toplumlar modern toplum görünümü alabilmiştir. Ama her şey de zannedildiği gibi bunların dışında değildir. Kapitalizmin getirdiği her şey geleneksel toplumun devrettikleri ile bir eklemlenme yaşamıştır. Ve bunun sonucunda ortaya çıkan şeyler Weber’in ‘ideal tip’lerinin büsbütün dışında olmuştur. Bu eklemlenme neticesinde sivil yapılar kadük kalmış, modern siyasal yapılar tam teşekkül etmemiş, iktidar mücadeleleri elitler arası bir mücadeleye sıkışmış ve son tahlilde geniş halk yığınlarının atıl kaldığı siyasal katılımdan uzak bir manzara ortaya çıkmıştır. Siyaset yaparken etnik, mezhepsel, aşiretsel ve bölgesel dinamikler etkili olmuştur. Kapitalizm geleneksel toplumu tam çözemediğinde modern toplumlara has ilişki biçimleri kılık değiştirerek kendini üretmiştir. İdeolojik plandaki iddialı çıkışlar bir süre sonra var olan duruma kendini uyarlamak zorunda kalmıştır.

BAAS bir siyasal akım olarak sömürge karşıtı mücadelelerden etkilenerek ortaya çıkmıştı. Üçüncü dünyada kalkınmacı, devletçi, sosyalist milliyetçiliğin revaçta olduğu bir dönem başlamıştı. Arap milliyetçiliği bu gelişmelerden etkilendi ve ayak uydurdu. BAAS antiemperyalizm ile pan-arabizmi biraraya getirdi. Emperyalizmin bölgenin kaynaklarına el koymasına itiraz ediyor, Arap halkının bölünmüşlüğünü aşmak istiyordu. Filistin davasına sahip çıkıyor İsrail ile mücadeleyi emperyalizmle mücadeleyle eş değer tutuyordu. BAAS’ın milliyetçiliği laik ve sekülerdi. Arap toplumundaki mezhepçi, etnik ve aşiretsel bölünmeye aşmak istiyordu. BAAS’ın bir varyantı olan Esatçılık bu motiflerle yüklüydü. Çıkış amacında aşiretçiliği, mezhepçiliği aşmayı hedefliyordu. Ama kurtulmak istediği illete kendisi de yakalanacaktı.